Şimdi size bir masaldan değil küçük bir kızın nezdinde yazılan özgürlük merkezli hayat felsefesinden bahsedeceğim.
Çocukken hepimizin ucundan kıyısından izlemiş olduğu bir çizgi film olan Heidi’yi Arkadya Yayınları büyüklere masallar dizisi altında yeniden basmış. Okurken çocukluğumuzda fark edemediğimiz birçok şeyi gördüm, en önemlisi yazarın özgürlük görüşü çerçevesinde kurduğu modern toplum distopyası.
Yaygın bir görüş vardı, İsviçre’de o dönem köle olan çocuklar ayakkabısız gezermiş. Bir çocuğun köle olduğunu ayaklarına bakarak anlayabilirmişsiniz. Heidi çizgi filminde ilk bölümde büyükbabasının yanına gider gitmez ayakkabılarını çıkartır ve bir daha giymez. Bu da Heidi’nin köle bir kız çocuğu olduğu inancını yaygınlaştırmıştır.
(Haber için bkz: http://www.radikal.com.tr/kultur/isvicrenin-karanlik-yuzu-heidinin-ayagi-niye-ciplak-1293149/)
Uzun bi süre bu fikri düşünüp üzülmüştüm, kitabı okuduğumda işin aslının öyle olmadığını fark ettim. Kitaptan alıntılarla giderek işin aslının neden öyle olmadığını anlatmaya çalışayım.
“Heidi nefes nefese Peter’in peşinden tırmanıyordu ama ağır kıyafetleri dik bayırı çıkmasını güçleştiriyordu. Şikayet etmese de çıplak ayakları ve rahat pantolonuyla özgürce koşan Peter’e imrenerek baktı.”
Başlangıçta geçen bu kısımda Heidi’nin sahip olduğu pahalı botları ve şalı özgürlüğüne engel olan bir ağırlık olarak gösteriliyor ve Heidi bunları çıkardığı an kuşlar kadar özgürleşiyor. Keza devamında Heidi ve büyükbabası, şehir hayatının insanı köleleştirdiğine inandıklarını sık sık dile getiriyor.
“Atmacalar, aşağıdaki köylerde yaşayıp birbirlerine sorun çıkaran insanlarla dalga geçiyor, dedi Alp amca. Hatta şöyle dediklerini düşünebilirsin, ‘Keşke hepiniz kendi işinize baksanız. Keşke bizim gibi dağ tepelerine çıksanız. Çünkü o zaman daha mutlu olurdunuz.”
Bu konuşmadan bir süre sonra Heidi hasta Clara’ya arkadaşlık etmesi için Frankfurt’ta bir eve üvey çocuk olarak gönderilir ve burada şunları söylediğini görürüz:
“Burada güneşin dağlara iyi geceler deyişini bile göremiyorum. Hem atmaca Frankfurt’un üzerine uçmaya gelse normalden daha çok bağırmak zorunda kalacak. Çünkü burası, dağlara çıkmayı tercih etmeyen çirkin, öfkeli insanlarla dolu.”
Zaten bu sürecin sonunda Heidi hastalanır, İsviçre’ye geri gönderilir. Aslında şöyle bir kendi çevremizi düşündüğümüzde çirkin ve öfkeli insanların arasında kalan tek kişininin Heidi olmadığını, insanların atmacalar gibi birbirlerine bağırmak zorunda kalarak yaşamasının ne denli yorucu ve üzücü olduğunu anlamamız çok da zor olmuyor. İnanın bana Alpler’de gidecek bir büyükbabamız olmadığı için çok şanssızız. Kitabın bu kısmında o zamanki toplumsal sınıfların ne denli keskin ve acımasız olduğunu da görebilirsiniz. Bayan Rottenmeier eğitim seviyesi yüksek zengin kesimi temsil eder ve Heidi’yi bilgisiz bir taşralı olduğu için kitap boyunca aşağılar. Heidi’nin ağlaması dahi yasaktır, modern toplumun çizgileri bu kadarcık zayıflığı ve duygusallığı bile kaldıramayacak kadar keskindir.
Size kitabın tamamını özetlemek isterdim ama alıp okuyup bu küçük kızın hayat felsefesini bizzat görmenizi daha çok isterim. Eğer benim gibi küçüklüğünüzde bu çizgi filmi sevenleriniz de varsa kesinlikle okumasını tavsiye ederim hayata ve Heidi’ye bambaşka bir taraftan bakacaksınız.
Alpler’de görüşmek üzere…
- Johanna Spyri – Heidi
- Arkadya Yayınları – Roman
- 352 Sayfa
- Çeviri: Dilek Parsadan