İngiliz yazar Thomas de Quincey’in İngiliz Posta Arabası -orijinal adıyla: On the English Mail Coach- uzun bir zamana yayarak okuduğum kısacık bir kitap aslında. 18. Yüzyıl’da Manchester’da doğup 1859’da Edinburgh’da ölen yazarın yaşamı ve eserlerine dair pek bir kaynağa ulaşamasam da -en azından Türkçe kaynaklara- kitabın çevirmeni Mehmet H. Doğan’ın önsözde anlattığı kadarıyla Quincey ve yaşamı hakkında kısıtlı da olsa bilgi edinmiş oldum. Hakkında bu kadar az şey bilinmesine rağmen aslında çağdaşı pek çok yazarı etkilemiş bir isim Thomas de Quincey. Doğan’ın üç dört sayfalık yazısı bile benim yazara dair olan merakımı arttırmaya yetti. Bunun üzerine acaba hakkında neler bulabilirim diye diye merak ederek yaptığım internet aramasında birbirine benzer iki yazıya denk geldim. İlki bir blog yazarının İngiliz Posta Arabası’nın okumanın zaman kaybı olduğunu söyleyerek hem yiğidi öldürüp hem de hakkını yediği yazıydı. İkincisi ise bir köşe yazarının Quincey’e ait Bir İngiliz Afyonkeşin Hatıraları(1821) isimli denemesinin yasaklanmasını salık verdiği yazısıydı. Bu tip yazıları bir karşılık verilecek kadar değerli görmesem de Quincey hakkında en azından neokuyorum.org takipçilerinin daha âdil bir değerlendirme okumalarını istedim. Girizgâhı bu açıklamayı yapmak için uzattım, affola.
İlk bölümünü okuduğum kitabı yeniden elime almam uzun bir süre sonra gerçekleşti ancak metni okumaya geri döndüğümde yazarın yaklaşık yirmi sayfada yaptığı tasvirlerin olanca canlılığıyla zihnimde çoktan yer edindiğini fark ettim. Hem bu kısa denemesinin bölümlerine verdiği isimler hem de yazdığı diğer eserlerin isimleri bile Quincey’in alelade bir yazar olmadığı hissini doğurmuştu bende. Metin içinde ilerledikçe bu hissiyatın gerçeğe dönüşmesi de oldukça sevindiriciydi.
Gelelim İngiliz Posta Arabası’nda anlatılanlara. Yazarımız geçmişinde bir kazadan yetmiş saniye ile sağ kurtulmuş ve tüm metni de yaşadığı bu yetmiş saniye üzerine kurgulamış. Tren ve otomobillerin hayatımıza girmesinden evvel fayton şeklindeki at arabaları posta taşımada ve gündelik hayatta kullanılıyordu. Kitabın ilk bölümü olan Hareketin Görkemi’nde at arabası sınıfsal farklılıklar açısından çarpıcı bir örnek olarak inceleniyor. Kraliyete ait posta arabalarının adeta kutsanmış araçlar olduğu ve insanlar üzerindeki manevi tesiri; insan ve ulaşım aracı arasındaki ruhsal bağ bu ilk bölümde oldukça ilgi çekiciydi. Uzun cümleler, güçlü ve sıra dışı betimlemelerle sıkı sıkıya örülmüş bir metindi baştan sona.
Bulunduğumuz yüzyılda özellikle metropolde yaşayan insanlar için bir zorunluluğa dönüşen hız konusu kitapta benim en çok ilgimi çeken noktaydı. Saatte elli mille (yaklaşık 80 km hız) yol alan bir at arabası ile seyahatten duyduğu hazzı şöyle anlatır yazar:
…hızımızı kulaklarımızla duyardık biz, görürdük, helecan olarak hissederdik onu; bu hız da, duygusuz, kör araçların ürünü, hiçbir sevimliliği olmayan bir hız değil, hayvanların en soylusunun ateşli göz bebeklerinde, açılmış burun deliklerinde, gerilmiş kaslarında ve yeri döven nallarının gürültüsünde cisimleşen bir hızdı.
Burada yazarın kör araçların ürünü olarak betimlediği şey aslında lokomotiflerdir ve bu tür yolculuk sistemlerinin insanın kalbiyle yolculuk aracı arasındaki bağı kopardığını söyler ve ekler:
…İnsanın şahane doğası, atın elektiriksel duyarlığı yoluyla ileri atılmıyor artık; at ile sahibi arasında iletişim tarzındaki dolayımlar kaybolmuştur…
Milyonlarca yıldan beri yeryüzünde varlığını sürdüren insanın sadece şekilsel olarak geçirdiği evrimlere hayret duymamıza rağmen bana esas çarpıcı gelen şey insanların duygusal evrimi. Milyonlarca yıl öncesine dair somut delillere sahip olmasak da bu evrimin insanda yarattığı hissi kelimelere sığdıran yazarlar var. Bu sebeple olsa gerek alıntı yaptığım satırları ve devamını okurken oldukça keyif aldım. Quincey, şimdi demirden yapılmış onlarca hızlı aracın varlığından haberdar olsaydı ve bu araçlarla insanın ruhu arasındaki bağlantıyı kavramaya çalışsaydı kim bilir ortaya nasıl bir metin çıkardı diye düşünmeden duramıyorum.
Düş Fügü bölümü önceki bölümlerden şiirsel üslubuyla ayrı bir parça gibi durmasına rağmen yine de bütünlüğün büyüsünün korunduğunu düşünüyorum. Bu bölüm ardında ise Quincey’in yazdığı bir haşiye bulunuyor. Yazar metnini anlamsız bulan eleştirmenlere kinayeli bir üslupla cevap vererek eseri nasıl ve hangi detaylar üzerine kurguladığını açıklıyor. Metin içerisinde sık sık gönderme yapılan Waterloo Muharebesi de bu detaylardan biri. Bu muharebenin Avrupa tarihi açısından önemini bilmeden kitabı okumanız tatsız olur sanırım. Stendhal, Victor Hugo gibi isimlerin eserlerinde de sıkça geçen ve bir yüzyıla damga vurmuş Waterloo Muharebesi’nin izlerini klasikler içinde de yeniden keşfedebilirsiniz. Velhasılıkelam benim bir cümleye sığdıramayacağım ve anlamsız bir dayatmayla yasaklanmalı diyemediğim bu hoş eseri ve yazarını tanıyın isterim.
Mezkûr Kitap: İngiliz Posta Arabası
Mezkûr Yazar: Thomas de Quincey
Çeviren: Mehmet H. Doğan
Sâir Ayrıntı: Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1993
İstifade Edilen Kaynaklar:
Güzin Dino-Recaizâde Ekrem’in Araba Sevdası Romanında Gerçekçilik
Namık Çençen, Neval Akça Berk- Ortaöğretim T. C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük Dersinde “Şiir Kullanımına” İlişkin Öğretmen Görüşleri
http://theamericanreader.com/wp-content/uploads/2014/10/thomas.jpg
http://www.britishmuseumshoponline.org/invt/brimus392