“Canım benim,
Bilir misin, ‘canım’ dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep.”
Mektuplar bir insanı tanımanın en güzel yoludur. Bir sanatçının biyografisinden daha çok mektuplarını okumayı tercih ettiğim şu günlerde Ahmed Arif’in mektupları bana oldukça yol gösterici oldu. Safça duyulan, karşılığı olmayan bir aşk onunki. Belki de şu anda aklınızda ‘Bu Bizimki’ şiiri yankılanır durur.
Leyla Erbil’in son zamanlarına doğru artık “Onun gibi bir adamın, büyük bir şairin yazdıklarının basıldığını niye görmeyeyim.” diye düşünmeye başladığında yayımlamaya karar vermiş, ancak Erbil, basımını göremeden hayata veda etmiştir.
Mektup hislerin tüm çıplaklığıyla kelimelere dökme somutluğudur bana göre. Bu özel somutlukların yayımlanması ise etik olmamasına rağmen edebi değer taşıyan tarihi belge niteliği taşıdığından son derece mutlu eder beni. Aynı zamanda da bir buruklukla yalnız bırakır bunca kalabalığın içinde.
Leyla Erbil’in son derece ince düşünceleri ile yayımlanma kararı alınan bu mektupların elbette bir karşılığı olmalıydı elbette ancak Ahmed Arif’ten geriye yayımlanmayan hiçbir şey kalmamıştır. Leyla’nın mektuplarına ulaşılamamıştır.
“Evet, körkütük âşık bir Ahmed Arif yazmıştı bu mektupları, aşkına karşılık bulma umuduyla ya da hayata tutunabilme güdüsüyle… Leyla Hanım bu mektuplaşmalarda dostluk sınırını çizmiş ve bu sınırı gün geçtikçe derinleştirmişti. Ahmed Arif’in de bu konumunu kabullendiği mektuplardan anlaşılıyor.” diye yazılmıştır ön sözünde bu kitabın. Gerçekten de öyledir. Ahmed Arif mektuplarında Leyla’nın her mektuba cevap vermemesinden, birçok kez mektup sayıları karşılaştırıldığında mağlubiyet hissi ile yanıp tutuştuğunu belirtse de bu durum Leyla Erbil’in dostça koyduğu bir engelden başka hiçbir şey değildir. Bu şekilde anlatmaya çalışmıştır Erbil, asla karşılık veremeyecek bir aşkla karşı karşıya kaldığını.
“Sevgililik veya aşk duygusu ne yazı ki zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğu, ikirciksiz, apaçık sevgiyi Edip Cansever tattırdı bana.” diyen Tomris Uyar gibi, Leyla Erbil de bu dostane duyguları Ahmed Arif ile tatmıştır. Kim bilir?
“Gözlerinden öperim canım. En çok da burnundan. Gülme, ciddi söylüyorum.
Yarı parçan”
Her ne kadar imkânsız bir durum içinde olduğunu kabullense de Ahmed Arif, mektuplarında bunu belirtmekten asla kendini çekmemiştir. Leyla Erbil’in şair kimliğini her fırsatta övgü fırsatına çevirmiştir. Onu şiir yazma konusunda teşvik etmeye çalışmış, kendi mısralarındaki kelimeler ile Erbil’in saçlarına burnuna gözlerine dokunmuştur.
Leyla Erbil evlenme kararı aldığını Ahmed Arif’e mektupları ile anlatmaya çalışsa da Arif asla vazgeçmemiş ve bir umut beslemeye devam etmiştir.
“Sakın ha! Sakın, e mi? Sonra beni öldürürsün unutma… ‘ Yazma, vazgeç. Her şeyden, seversen diye düşünüyorum’ diyorsun. Yavrum, nazlım, bunu nasıl yazdın bana? Düşünüyorsun ha. Acaba seni benden başka seven oldu mu? Sevmek kelimesini soy, çırılçıplak karşına al da öyle düşün. ‘ Yazma! Sevme!’ ne demek? Beni, zorla adi, boş, manasız, kendi kendine ihanet eden bir serseri haline getirmeyi nasıl düşünebildin?”
Leyla Erbil’ e evlenme hediyesi olarak uzun yıllardır uğraştığı suskun şiirini gönderir ve şiirin üzerine şu notu düşer: “Leylim, Ben fakir bir şairim. Bunu düğün hediyesi say. Zaten bunu sen yazdın gibi bir şey…”
Mektuplar içerisinde Ahmed Arif’in birçok şiirinin yazılırken nasıl bir ruh haline sahip olduğunu anlayacak, bundan sonra okuyacağınız her şiire farklı bir anlam yükleyeceksiniz. Ahmed Arif’i bir de bu şekilde tanımaya çalışın derim.
“Gözlerinden, burnunun, üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa!”
- Leylim Leylim – Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e Mektuplar (1954-1959 -ve 1977’de son bir mektup-)
- Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
- 208 sayfa