Veysel Çolak – Milhan’a Mektuplar
*
Milhan’a Mektuplar kitabını elime ilk aldığımda 16 yaşın toyluğundaydım. Kütüphanenin dar olsa da uzun olmayan geçitlerindeydim. Bir de dostum vardı, pek muteber. Fısıldayarak beni çağırmış, elinde tuttuğu bu kitabın arasında herhangi bir okur tarafından bırakılmış olan notu okumuştu, satırlar hala gözümde ayan beyan..
“Yalnızlaşıyoruz okur ve şu satırlar an be an lime lime edecek yalnızlığınızı. Bir süreç olacak, geçecek, tekrar döneceksiniz o kuytu köşenize. Okuyun, devam edin…“
Böyle tanışmıştık Veysel Çolak’la, bilinçli olmasak da; derin acılarla, çocukluğumuzla, neye dair olduğunu bilmediğimiz burukluğumuzla okumuştuk bu kitabı o zamanlarda, takas ede ede ve günler içinde. Şimdiyse aradan iki, belki üç yıl geçti. Tekrar ellerimde, defalarca okuduğum o satırları her hatırlayışımda neye olduğunu bilmeden ve bir an duraksamadan neye dair olduğunu bilmediğim bir burukluk hissederim. Sarsılırım. İşte şöyle başlıyor Veysel Çolak kitabına,
“...bu ürkütücü durumu; bu insanı deşen, kanatan hayat pratiklerini görmek; Milhan’a Mektuplar’ı; kanımla derime yazar gibi yazmama neden olmuştu. Milhan sevgiliydi; Milhan, vicdandı, Milhan çocukların geleceğiydi; Milhan yaşamdı; bütün insanlardı Milhan.
…İnsani olan her şey hızla buharlaşıyor. Buluşturucu olan değerler bir bir yitiyor. ‘Mektupsuz koma beni / Bir daha yaz adını mektubunun sonuna’ diyen duyarlılığın çok uzağındayız. ‘Artık dört ucu yanık mektuplar’ da almıyoruz kimseden. Çağ bu kadar katıyken Milhan’a Mektuplar’ı yayımlamak mutlu ediyor beni. Bekleyeniniz varsa, mektupsuz koymayın hiçbirini.“
Giriş cümlesinden de anlayabileceğimiz üzere bu satırlar bir yâre adanmış satırlar değildir. Bu satırlar çağın sinsi yalnızlığına bir uzanış, kudurmuş insanlar çerçevesine bir sesleniş, ellerin kimsesizliğine bir yazgı ve bir öfke – tüm mektup nedir bilmeyenlere-. Derin bir âşkın burukluğu da sinmiştir satırlara, her ne kadar gaye bu olmasa da, inceden inceye çok net hissediliyor bu.
Veysel Çolak öğretmendir, eleştirmendir, şairdir. Bir de çocuk kitabı vardır, bizi yer bitirir. Tüm insanlığa bir eleştiridir Milhan’a Mektuplar, çocukların geleceğine dair bir vasiyettir belki de. Pişmanlıklarını hissedersiniz yazarın, derin… ince… istinasız hep özlem dolu.
“Cemal Süreya’nın ‘Beni Öp Sonra Doğur Beni’ adlı kitabını hatırlarsın. Bu kitap ilk baskısını yaptığında çocuk sayılırdım. Doğuya giden bir trende yolcuyken okumuştum onu. Sonra gazete isteyen Kürt çocuklarına atmıştım pencereden. Yıllar sonra bunu Arif Damar’a söylediğimde çok kızmıştı. Sayfalarını yırtıp sigara saracaklarını söylemişti. Gerçekten öyle mi oldu? Bilmiyorum ama o meraktayım, inan.“
İzmirli şairin satırlarında İkinci Yeni’ye olan bir tutku, bir uğraşı görüyoruz. Edip Cansever’den Cemal Süreya’ya… Ardından Nedim’e kadar… Onların satırlarından girip, imgeleriyle kendini baştan anlatan bir dingin duruş var kitabın bütününde. İnceden inceye bir serzeniş. Omuzların kardeşliğinin yok oluşundan, sırt sırta verenlerin gün geçtikçe azalışından, yavanlaşan günlerden… olmaya oldu… neredeyse şu çağ olsun da akan sudan yakınayım… diyecek olan bir şairin mektupları Milhan’a Mektuplar. Yaşamı büsbütün bir şiir olarak görür Veysel Çolak. “Yazmaktan, yaşamaktan başka bir yolum yok.” der. Şiiri, yazmaya olan tutkusunu böyle net, korkusuz ortaya saçan bir şair aşkı nasıl tanımlar? İşte şöyle tanımlıyor Veysel Çolak;
“Aşk yabani bir hayvandır. Kanunlar dışında, isyan ve ihtilal dağlarında yaşar. Bu saptama Ahmet Haşim’in.“
Her satırında Milhan’a duyduğu o aşkı, o tutkuyu, o şehveti hissetmek öyle mümkün ki. İlişkilere yaptığı onca gönderme onca ‘öğüt’öyle ince bir dille veriliyor ki mektuplarında. Okurken nefesiniz kuruyor, duruyorsunuz, düşünüyorsunuz ve bu satırları sizin yazmış olduğunuza imkân verecek kadar çok sahipleniyorsunuz. Umutla açtığınız sayfaları, her seferinde gözyaşları ile bitiriyorsunuz.
Böylesine dolu, içsel bir şairin toplumun ideolojisini katarak, kendi ideolojisini eserine yansıtmaması mümkün müdür? Elbet değildir. Yazar veyahut şair toplumdan çıkarır kendini, eğer sanat adına haklı bir duruşu yoksa. Ayağını yere hep “toplum” diye vurur, inatla. Bizler de Türkiye soluna yaptığı haklı atıflarla görüyoruz Veysel Çolak’ı bu eserde. Tarafı olduğunu belirttiği kanadı eleştiriyor, öyle haklı öyle matem bir duruşla.
“Ahlaki bir deformasyon yaşanıyor. Bütün duygular eprimiş. Herkes en az bir kol uzaklığında ırak duruyor birbirine. Omuzların kardeşliğinden söz etmek olanaksız artık. Herkes yalnızlaşıyor. Ayrışmak değil bu, olsa olsa kendi karanlığında boğulmak olabilir ancak. Bir yerde buluşabilmenin yolları bir bir kapatılıyor. Daralmıyor, tıkanıyor. Bir binanın getirdiği esriklikle yetiniliyor, sigaranın dumanına tutunup gitmek mutlu ediyor herkesi.“
Öyle bizden, öyle hayatın içinden bahseden satırlar ki Veysel Çolak’ın satırları. Dün, yazıldığı dönem çevresinde belki bir nebze karşılamıyordur çağını, az kalıyor, abartılmış görülüyordur. “Biz buradayız, yaşıyoruz ve yaşatıyoruz o kardeşliği…“ diyenler çıkıyordur o zamanlarda. Oysa şimdi çağın kendisini –satırlarda anlatılanları – yaşayan bizler için? Ya yarın? Öbür gün… Gittikçe körelen duygular, bulanıklıklar içinde az kalacaktır belki de şu yazılanlar. Bunları fark ettikçe nasıl durup “Böyle böyle deliriyorduk.“ demeyelim? Nasıl durup mektuplaşmaya yöneltmeyelim kendimizi? Nasıl gömleğin son düğmesini, sıkacak da olsa boynumuzu iliklemeden durabilelim? Nasıl zamanı kanıksamadan devam edelim şu günlere?
İşte bütün bunları aynı anda sorgulatıyor Milhan’a Mektuplar. 2010 Mayıs’ında ilk baskısını yapıyor, 1987-1994 yılları arasında kaleme alınan kitap. Mektuplar bazen İzmir’den bazen Yunt dağlarından, bazen Manisa’dan, son mektup ise Bahçelievler’den atılıyor Milhan’a. Hayal Yayınevi’nden çıkıyor, Ankara’dan Antep’e bizle buluşuyor. Ellerimiz 3 yıl önce nasıl titrediyse o satırları okuduğumuzda, şimdi aynı titiz titreklikle yazılıyor şimdi bu yazı.
Mektuplarda son hep mühimdir. Çoğu satır sonunu kendi mektuplarımda da kullandığım şair.. Veysel Çolak nasıl bitiriyor mektuplarını diye sorarsanız birkaç alıntı ile bahsedeyim,
“Bir menekşe gibi bükme boynunu. Unutma, “sevgi” aramızdaki uzaklık değil.“
“Esen kal, dağları sev, beni de anla lütfen.”
“Sabahlarımı seviyorum. Sabahım hoş geldin.”
“Şimdilik bu kadar sevgilim. Seni seviyorum. Şiirimin imgesi benim. Aynı anda dört mevsim. Uzanıp seni öpüyorum, Veysel senin.“
“Kadınım, yurdum benim. Senin.“
Veysel Çolak, bir öğretmen, bir eleştirmen, bir şair.. Son mektubunda ne diyor ve nasıl bitiriyor? İşte şöyle;
“Hiç kimse sana yazdığım bu mektupların özel olmayacağını düşünmedi. Birebir anlamda olsaydı eğer, hiç birini kesinkes yayımlamazdım. Tek olurdu her biri. Bir sen bilirdin. Böyle binlerce çoğaltılmazdılar. Ben yazmış olurdum ama senin olurdu onlar. Aklardın, kim bilir? Bazılarını çok okurdun. Küçücük bir sandığın olur, sararmasınlar diye orada saklardın. Bilmem. Bu da bir düş işte.
Artık söyleyebilirim. Milhan diye biri yok. Onu ben yarattım. ‘O gölden çıkarılmış bir düş.‘ Yaşadıklarımı, gördüklerimi, duyduklarımı, sevinçlerimi, çelişkilerimi, özlemlerimi, doğrularımı, yanlışlarımı, olmasını istediğim şeyleri, bireysel ve toplumsal çarpıklıkları anlattığım biriydi Milhan. Bu gidişle öyle de kalacak. Mektupları yazan da benim, Milhan’ı yaratan da. Böyle olunca birçok anlamda Milhan benim. Bir garip iletişim bu: İki uçta da ben varım.“
Ve son vedası, son mektubunun satırı şu oluyor şairin;
“Çocukken, oyuncaklarımın olmasından korkardım. Çünkü bir tekinin elimde kırılması, günlerce acı çekmeme neden olurdu. Şimdi, bir insanımın olmasın sevinç duyuyorum ve daha çok korkuyorum. İşte, bu korkumun nasıl bir şey olduğunu hiçbir zaman anlatamadım. Pek anlayan da çıkmadı. Bir şaka olan dünyanın ortasında soğuk bir şakayım ben. Anlıyorum, sadece bu kadar.
Sana gidiyorum. Seni bir dağ gibi seviyorum. Senin varlığın dünyayı kurtaracak bir gün. Kırgınım kendime. Veysel, senin.“
*
Veysel Çolak – Milhan’a Mektuplar
Yayınevi: Hayal
Sayfa sayısı: 93
İlk baskı; Mayıs 2010
Tür: Mektup
Not: Şair mektupları yazmaya başladığında 33 yaşında, bitirdiğinde 40, yayımlattığında 56..
Şimdiyse 62 yaşında. Ben, bense hep aynı toy. Saygı ve sevgiyle.
Yoruma kapalıdır.