Jean Echenoz’un yıl içerisinde üçüncü kitabını yayınlayan Ketebe Yayınları, mayıs ayı için Kraliçenin Kaprisi’ni okurlarına sunuyor. Çevirisini Mehmet Emin Özcan’ın üstlenmiş olduğu Kraliçenin Kaprisi yazarın bir öykü kitabı olarak karşımıza çıkıyor.
Jean Echenoz ile bu yıl Ketebe Yayınları sayesinde tanışmış olup birkaç ay içerisinde büyük hayranı oluverdim. Bu yüzden Kraliçenin Kaprisi kitabını büyük bir heyecanla okudum. Bu heyecanın büyük çoğunluğu okuyacağım kitabın bir öykü kitabı olmasından kaynaklanıyordu. Çünkü yazarın aynı olaya bağlı kalırken bile dallanıp budaklandırdığı cümlelerini hâlâ hatırlıyorum. Uzun bir olay örgüsü içerisinde bile aklımın bir köşesinde beyin kıvrımlarımla dans etmeyi başarabilmiş yazarın kısa öykülerinde neler yapabileceğini düşünmek heyecanımı arttırdıkça arttırıyordu.
Kitabın İngilizce çevirisinin yayınlandığı vakit New York Times Book Review’da “Yazı yaşıyor!” nidası ile başlayan yorumunu gördüğüm vakit bu heyecanda yalnız olmadığımı fark ettim. The Washington Post tarafından da “Çağdaş Fransız romanının usta büyücüsü” olarak nitelendirilmiş olan Jean Echenoz bu yeteneğini öykülerine de hiç bozmadan aktarabildiğini kanıtlamıştır bence. Yazar hikâye anlatıcılığında adeta kolayı herkes yapar önemli olan zoru başarmaktır dedirten bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar nadir yazarlardan biridir.
Kraliçenin Kaprisi; Nelson, Kraliçenin Kaprisi, Babil’de, Lüksemburg Bahçesi’nde ve Saat Yönünde Yirmi Kadın, İnşaat Mühendisliği, Nitroks ve Le Bourget’de Üç Sandviç başlıklı yedi öyküsünü içeriyor. İsmine bakıldığı vakit eski dönem hikâyelerin yazılmış olduğu zannedilecek olsa da ismini aldığı Kraliçenin Kaprisi öyküsünde dahi eski dönem hikâyesi geçmemekte. Jean Echenoz, olaylardan çok betimlemelere ve düşüncelere yoğunlaşmış bir şekilde karşınıza çıkıyor.
“İçerdiği yedi parça doğada çok daha deneyseldir. Aslında bunlar geleneksel hikayeler olarak değil, yazarın kendisinin onlara atıfta bulunmaktan hoşlandığı gibi, “küçük edebi nesneler” olarak düşünülebilir. Geleneksel anlatım biçimleriyle oynamak konsept olarak ilginçtir, ancak asıl soru şudur: Bu üslupsal kumar eninde sonunda okuyucunun işine yarar mı? Çoğunlukla evet.” (Bir Okur Yorumu)
Kitap içerisinde en çok sevdiğim diyebileceğim bütünsel bir öykü nadir olmakla birlikte aslında gerçekten sevdiğim şeylerin her bir öyküde değindiği farklı bir nokta olmasıdır. Bunları anlatırken kullandığı dil o kadar etkilidir ki kendisi bilinçli olarak olaydan uzaklaşırken sizi de arkasında bilinçsiz bir şekilde sürükler. Yine de kitabı bitirdikten sonra yeniden sayfaları karıştırdığımda ilk öyküsü olan Nelson’ın kendisini bana sevdirdiğini fark ettim. Nelson, öykü içerisinde bir deniz komutanı olarak karşımıza çıkıyor. Oldukça sert ve tam da komutanlığa yakışır bir disiplinle bütünleşmiş bir adam olarak anlatılan Nelson’ın içindeki yumuşak yönleri ortaya çıkarıyor Jean Echenoz. Washington Independent Review of Books sitesinde yayınlanmış bir özetinde Nelson öyküsü için söylenen şu yorum çok hoşuma gitti: Ancak azar azar, paragraf paragraf ilerledikçe anlatıcı Nelson’ın gerçekte kırıla kırıla artık kırılganlığın sınırında nasıl ‘oldukça iyi’ biri olduğunu ortaya koyuyor.
Nelson bir denizci olmasına rağmen yere ayak bastığı her an toprağı öpüyor ve palamutlarını toprağa ekerek adeta bir ritüel gerçekleştiriyor. Jean Echenoz bu durumun Nelson’ın gelecek nesiller için bir avantaj sağlayacağını söylese de bu bence Nelson için her bir karaya dönüşünün ödüllendirilmesi olarak gözüküyor. Nelson meşe palamutlarını ekerken bu meşelerin nerelerde kullanılacağını ve sonunda o meşelerin kendisine nasıl bir yarar sağlayacağını da biliyor. Bunu öykünün sonunda Jean Echenoz okurlarla paylaşıyor.
Kitaba adını veren Kraliçenin Kaprisi öyküsünde Jean Echenoz gözlem yeteneğini başarıyla kalemine oradan da kâğıda aktarıyor. Öyle ki bulunduğunuz yerden etrafınızda dönüyormuşsunuz gibi bir izlenim yaratan Jean Echenoz çevresinde olup biteni gözlemlerken öykünün bitimine doğru başladığınız yere geri döndürüyor. Gören birine gördüğünü anlatmak kolay. Yazan birine de bir başka şeyi yazarak anlatmak öyle. Fakat bu durum tıpkı küçüklüğümde öğretmenimin bana söylediği “elmayla armutu toplamak” gibi birbirinden ayrı iki şeyi mükemmel bir şekilde birbirine bağlamaktır.
“Büyük bölümü yan yana dikilmiş kuşkirazı ağaçlarından oluşan çit, bu özel alan ile yabancı alan arasındaki sınırı belirliyor. Bu sınırda durup kuzey tarafına bakabileceğiz, ayaklarımızın ucunda olmasa da epey yakın, uzayıp gidiyor.” (sayfa 14)
Son olarak kitap içerisinde okurların en çok beğendiğini gördüğüm İnşaat Mühendisliği öyküsünde ise yazar Gluck isimli bir adamın köprülere olan bitmek bilmez ilgisine dikkat çekiyor. Gluck Fransa’da ileri düzey eğitim almış ve sonunda makine mühendisliği diplomasını kazanmış biriyken inşaata olan ilgisi yüzünden madenlerde çalışmak yerine inşaat üzerine düşünceler kurarken bulmuş kendisini. Fakat ne zamanki eşini kaybetmiş işte o zaman şirketini yüksek bir fiyata satarak hep ilgisini duyduğu köprülerle uğraşmaya karar vermiş. Böylece İnşaat Mühendisliği öyküsünde Jean Echenoz Gluck karakteriyle bulunduğu bölgenin köprülerine, köprülerin yapılış şekillerine ve bulundukları yerlere değinirken yeniden okurunu peşinden farklı bir hissiyata doğru sürüklemiştir. Uzaktan bakıldığı zaman yalnızca köprüler hakkında bir makale okuyacakmışsınız hissi verdiğimi biliyorum. Fakat İnşaat Mühendisliği tüm bu anlatılanın ötesinde bir öykü olmakta.
“Böylece Gluck bu duygudan güç alıp dünyaya açılmaya, otel lobilerinde insanlarla konuşmaya ve yemek salonlarında elinden geldiğince gülümsemeye çalışmaya karar verdi. Ama onca zamandır kadınlarla menüden yemek, vitrinden ayakkabı seçmek dışında herhangi bir konuda konuşmamış bir adam için bunun öyle kolay olmayacağına her birimiz tanığızdır, sevgili aramaya kalkmak onu bulamamanın en kesin yoludur ve rastlantı, burnunun dikine gitmekten daha iyi bir müttefiktir, biliriz. Beceriksiz, deneyim ve yöntemden yoksun biri olduğu için, boşu boşuna çırpınmış, sonra da boş vermişti: Başka şeyler düşünmeli.” (sayfa 38)
Okuduğum her kitabında farklı bir yüzüyle tanıştığım Jean Echenoz, beni tanıdık bir dost gibi sarıp sarmaladı öyküleriyle. Öyle ki kitaplarını birbiriyle kıyaslayacak durumda dahi değilim. Her bir kitabıyla başka bir evrenin konumlarını paylaşıyor gibiydi adeta. Denize girmiş bir kadını kollarının arasına alıp öptüğünde ağzına bulaşan tuz için “tuzun tadını çok severim çünkü, zaten sık sık kızarlar bana bu yüzden, yediklerime hep aşırı tuz koyarım.” cümlelerini kurduğu bir öykü kaleme alan Jean Echenoz için ne söylesem az kalırdı zaten. Ama o da biliyor bu cümlesinin bir yerlerinde kalbimi bıraktığımı.
Yazılar yaşıyormuş sahiden!
- Jean Echenoz – Kraliçenin Kaprisi
- Ketebe Yayınları – Öykü
- Çeviri: Mehmet Emin Özcan
- 70 sayfa