Çocukluklarımızı bilirsiniz, hayatımızın mihenk taşıdır. Öyle bir mihenk taşıdır ki ne yaşarsak yaşayalım hep oraya geri döneriz. Çocukluğumuzda yaşadıklarımız ya da yaşayamadıklarımız kumandayı ele alır ve uçağı kontrol etmeye başlar. Bu yüzdendir ki her terapide doktor reçetemizi çocukluğumuza yazar. Çünkü biliyordur ki çocukluğumuzda yaşattığımız o çocuğu barıştırırsak rayından çıkmış hayatımızı tekrar yollara çıkarabiliriz.
Meşa Selimoviç’in kaleme aldığı Çember, Kayhan Gül çevirisiyle Ketebe Yayınları’nın temmuz ayı kitapları arasında yerini aldı. Çember, yazarın kitapları arasında en değerli olandır çünkü henüz tamamlanmamıştır. Meşa Selimoviç, Çember’i tamamlayamadan vefat etmiş ve Çember’in sonunu tamamlamayı belki de onu okuyan okurlara bırakmıştır.
Yıl 1900’lerin sonu, yer Yugoslavya. Yumruklarını sıktıkça elde ettikleri güçle dünyayı kurtaracaklarına inanan gençler, gençlerin biçare ana babaları, olaylardan bihaber sokaklarda koşturan çocuklar, patlayan bombalar, iç savaşlar, dış savaşlar, sorgusuz sualsiz kafalara sıkılan kurşunlar, devletler, başkanlar, direniş, hak, özgürlük… İçinizde hissettiklerinizi tutun. İşte öyle tuttuklarınızla yaşayan bir çocuk Vladimir, ana babası, kardeşi ve ağabeyi Mladen ile çekirdek bir aileye sahiptir. Ağabeyi evin bodrum katına bir baskı makinesi almıştır. O dönemlerde devletten habersiz kuş uçmaz. Fakat akıldaki düşünceler durmak bilmez, bunlar anlatılmalı ve anlatıldıkça yayılmalıdır. Mladen’in bağlı olduğu partinin üyeleri baskı makinesi alarak gizlice gazete ve afişler basarak halkı bilinçlendirmeyi amaçlar. Baskı makinesi koca yürekli Mladen’in gönüllülüğü ile eve getirilir. Bunca zaman hangi aykırılığı yapmış olursa olsun yakalanmamış olan Mladen içten içte bu şansına güvenmektedir. Ama çekirgenin hikayesini bilirsiniz. Üç dediniz mi kapıdan askerler girer. Annesi kucağındaki çocukla ne yapacağını bilemez. Gariban baba ise sadece bu evden kan kokusunun çıkmamasını ister. Fakat askerlere direnen yağız delikanlı Mladen ve onu korumaya çalışan baba baskı makinesinin yanında kurşuna dizilir. Anne ve kız kardeş askerler tarafından alınarak toplama kamplarına gönderilir. Sonu malum. Fakat sokakta olan Vladimir neler olduğundan habersiz yürümektedir. Evin kapısına vardığında ev artık bir ev değil cenaze yeridir. Duvarlar kan içinde ve bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibidir. Annesi ortalıkta yok, babası ve ağabeyi sessizce yerde yatmaktadır. Evde yemek kokusu değil kan kokusu yayılmaktadır.
“Direniş göstermeden kabul edilen hayat, sefil bir yaşantıydı. Oysa seçilmiş bir hayat özgürlüktü. İnsan kendi kararlarıyla, direnişiyle ve bir şeyleri kabul etmeyişiyle özgür oluyordu.” (sayfa 9)
Yıllar sonra Vladimir, ağabeyinin yaşına geldiğinde ağabeyi çoktan ulusal bir kahraman olarak anılmaktadır. O kendisinden önce ülkesini ve düşüncesini savunmuş hatta bu yüzden vurulmuştur. Öldüğü o ev parti üyeleri tarafından bir müzeye çevrilmektedir. Kendisi için bulantılardan, hayat çizgisinin kaymasından ve koca bir boşluktan ibaret olan ev şimdi insanlar tarafından göz yaşları içerisinde gezilecek ve dua kabul edecektir. Vladimir’in çocukluğuna indiği görülen bu boşluk hayatı boyunca dönüp dolaştığı bir merkez olacaktır. İstemese de başından ayrılamadığı bir merkez. İstese de dolduramadığı bir boşluk olduğu gibi.
Vladimir ağabeyi gibi bir partinin üyesi olup o düşüncelerin peşinden koşmaya heves etse de içinden bir ses onun başka biri olduğunu söylüyor gibidir. Ağabeyi ülke için bir idol olmuşken benliğinin içten içe bunu kabullenmemesi kendisine elbette garip gelir. Ama ailesini ağabeyinin düşünceleri yüzünden kaybetmiş olduğu gerçeği tokat gibi çarptıkça bunu anlamaya başlar. İşte o zaman kafasındaki idol ağabeyi imajı aklı tarafından ayaklar altına alıp üstünde tepinir. Kafasında yarattığı ağabeyi ile çoğu zaman karşılıklı oturup tartışsa bile Vladimir çocukluğunda koca bir boşluk oluşmasına neden olan ağabeyini asla anlayamıyordur. Fakat yine de ağabeyi hayatının çemberi olmuştur. O da çevresinde dolanan zavallı bir bağımlısı.
“Ben kimim? İçimdekilerin hangisi benim, hangisi onların? Acaba belirsiz hayat anlayışım, geçmişte bensiz de yaşananlara rağmen içimde ortaya çıkar mıydı, yoksa bu benim doğalım, başıma gelen koşullara ve durumlara rağmen içimde taşıdığım doğuştan gelen bir duygum mu?” (sayfa 34)
Meşa Selimoviç, Çember içerisinde yaşanılanlardan çok insanların düşüncelerine ve olaylar karşısında hissettiklerine yer vermiştir. Çember’de olaylar oldukça ağırdır ve anlatılmasa bile sonu bellidir fakat insanlar öyle değildir. Birileri savaşa sevinirken birileri savaş çıkmasın diye telaştan çırpınıverir. Birileri devlete güvenirken birileri düşüncelerinin doğruluğundan emin olduğu için baskı makinesinin başında vuruluverir. İşte bu yüzden Selimoviç, insanın düşüncelerine sayfalar tüketmekten çekinmez. Buna etkilendiğim bir yerden örnek vermek isterim: Vladimir, ağabeyinin yakın arkadaşı Misita ile müzeye çevrilen eski evine doğru yol alırken Misita’nın kesilmiş koluna bakar. Misita kendi başına kesmek zorunda kaldığı kolunun ağrılarından bahsetmektedir. Bazen azalır bazen artar ama o ağrı hiç gitmez. Bir yerden sonra ağrı ile yaşamak öğrenilir. Vladimir bu kesilmiş kolun Misita’da yarattığı ağrıyı tanır. Bu ağrı kendi ağrısına çok benzemektedir. Misita’nın kesilen kolu, Vladimir’in ağabeyidir. Misita’nın kesilen kolunun ağrısı, Vladimir’in ağabeyinin yarattığı boşluğun ağrısıdır. Selimoviç, sayfalarca bu kola bakan Vladimir’i ve hissettiği ağrının sahiciliğini anlatmaktadır. Öyle ki bu ağrıyı artık siz de nerede görseniz tanırsınız.
Çember içerisinde etkilendiğim bir yere daha değinmek isterim. Vladimir’in sevdiği kadın Nina ile arasındakilerin anlatıldığı bölümlerde Meşa Selimoviç kalbimi yerinden söküp yeniden yerine dikti. Nina, Vladimir’i bırakıp bir başkasına sevdalanmıştır. Vladimir bu acıyı yok saymaya çalışsa da Nina hareketleriyle Vladimir’e hep aralarındaki uzaklığı göstermektedir. Nina’nın fiziksel özelliklerine yer verilmemiş olsa da zihnim Nina’yı mavi gözlü ve sarışın bir kız yapıverdi. Ne zaman Nina ve Vladimir karşılaşsa, kafamın içinde bağıra bağıra şarkısını söyledi Hüsnü Arkan. “Yine mavi deniz, yine mavi deniz. Yine korkulu düş sevmek yine. Oralarda bir yerde büyür karanlığım alabildiğine.” Dur gitme, diye seslendiğim halde Nina ne beni ne Vladimir’i duydu. Sessizce gitti ve düşüncelerinin tersini savunan, fakir bir oğlana kalbini kaptırdı.
“İnsanın içine kapanık olmasını sadece aşk ortadan kaldırabilirdi. O zaman aralarındaki aşk değil miydi?” (sayfa 175)
Başkanın konuşmasındaki çiğliğe gülüşmeler, düşüncelere olan bağlılık, hak ve özgürlük arayışı, bu hak ve özgürlük arayış yöntemlerinin kişiden kişiye değişmesi, bir şeylerin yapılması gerektiği düşünceleri ile Çember zaten altının yanıyor olduğu kazanı daha da harlı ateşte karıştırmaya başlıyor. Bu arada Selimoviç, Vladimir’in aklını zaman zaman kaybettiği dayısından söz ediyor. Çember bu sayede diğer kitaplardan daha özel bir yere sahip oluyor benim için. Olayların içerisindeki insanlara yer vermekten çok bir insana yer verirken zaman arka planda akmaya devam ediyor. Sallanıp duran bir teknede ayakta durmaya çalışır gibi ilerliyor Çember hikayesine.
Huysuz ve aklını başında tutamayan dayının altında başka bir kimlik yatmakta. Dayı; sohbeti ve içkiyi seven, şakalaşmaya bayılan bir ressam. Bunun yanında akademi üyesi de olmuş, adını yurtdışında duyurmuş, Fransa’da eğitim almış, Edebiyatçılar Kulübü’nde vakit geçirmiş bir beyefendi. Fakat yaşlandıkça sadece resim yapmaya vakit ayırabilmekte. Elleri çok titrediği için resmi de parmağına bağladığı fırça ile yapabiliyor ancak. Bu dünyada Vladimir’e bir tek dayısı kalmıştır bir de dayısına yardımcı olan Mara. Mara ve dayı uzun zamandır beraber yaşamaktadır. Bundandır ki Vladimir aralarında farklı bir yakınlık olduğunu hissetmiştir çoğu zaman. Yine de ne olduğunu bilemez. Sadece tahmin edebilir. Dayısı Vladimir’in çemberinin bir üyesidir. Gidip gelen aklı bazı zamanlarda Vladimir’e ağabeyinin adıyla seslenmesine sebep olur. Vladimir bu zamanlarda ağabeyine benzediğini düşünerek gururlanır. Fakat bu sadece yanılgıdır. Vladimir dönüp durduğu bu çemberde ağabeyine benzemek mi yoksa benzememek mi istediğine karar verememektedir. Bunun yanında dayısı bir yeğenini düşüncelerin keskinliğinden kaybettiği için bir diğer yeğenini de kaybetmek istemez. Bu yüzden Vladimir ile çoğu zaman düşünceleri yüzünden tartışır. Düşünceler hürriyet sevdasından çıkmıştır. Hürriyetleri için savaşan gençler kadeh gibiyse kırılır, kader gibiyse yeniden yazılmayı çoktan göze almışlardır.
“Savunduğu dürüst fikirlerin fiile aktarılması imkansızdı. Bu, toprağın üzerine kaldırılmış bir bakıştı ve gerçekten insani hiçbir şey onu göremezdi. Oysa canımızı acıtan her şey bu kara toprakta, insanların arasında, mümkün ve gerçekleştirilebilir olana ulaşmaktaydı.” (sayfa 96)
Hayatımızda bizim hangi olayımız çevremizde bir çember çizmiştir bilemem. Kader denilen olgunun önüne geçeni de duymadım hiç. Bildiğim bir şey varsa o da doğru bildiğim şeyin peşini hiç bırakmamak. İşte o zaman kaderin ne yazdığı da hangi çemberin çevresindeki kaçıncı turumda olduğum da önemsiz kalıyor. Bu dünyada düşünceleri uğruna öldürülmüş binlerce insan varken onları yaşatan işte bu kitaplar oluyor. Acıyı tanırız, acının da bizi nereden tanıyacağı hiç belli olmaz. Çember, işte böyle bir acıdan yakaladı beni. Sizi de yakalaması umuduyla.
İyi okumalar.
- Meşa Selimoviç – Çember
- Ketebe Yayınları – Roman
- Çeviri: Kayhan Gül
- 264 sayfa