Baharın iyiden iyiye kendini hissettirdiği şu günlerde, yayınevleri birer birer yeni dönemin önemli kitaplarını çıkarmaya, okurlarıyla buluşturmaya başladı.
Bizler de artık klasikleşen aylık öneri listemize, her zamanki gibi dikkatlerden kaçmaması gerektiğini düşündüğümüz kitapları yerleştirdik. Sizler için hazıladığımız Mart ayı listesinde 25 kitap bulunuyor.
1. Taşlar – Claudio Morandini
Küçük İtalyan köyü Sostigno’da her yer taşlarla dolmaktadır. Tarlalarda, sokaklarda, evlerde açıklanamaz bir şekilde ortaya çıkan ve gün geçtikçe sayıları artan taşlar canlı varlıklarmış gibi hareket ederler. Fısıldadıklarını duyanlar bile olmuştur…
Jeologlar, taşların bölgedeki yer kabuğu yapısının bir sonucu olduğunu öne sürseler de köyün taşlarla dolmasına bir açıklama getiremezler. Böylece köylüler, inanışları ve tecrübeleri ışığında yaşadıklarını anlamlandırmanın ve taşlarla mücadele etmenin yollarını aramaya başlarlar. Olayların nedeni gibi başlangıç noktası da söylentilere göre değişir. Hayaletlerin ya da kötü ruhların işi midir bu? Yoksa doğa yılların intikamını mı alıyordur? Belki köy halkının sakladığı sırlardır sebebi?..
Dino Buzzati’nin günümüzdeki temsilcisi olarak gösterilen Claudio Morandini, tüm bu küçük, sakin, pastoral parçaları alıyor; çokça hayal gücü, doğayla insan arasındaki çatışma ve edebiyatın büyüsüyle harmanlıyor.
2. Montauk – Max Frisch
Hayatta başarılı bir adam bir su aygırı gibi görünebilir, kadınlar kendilerini ona teslim etmekle kalmazlar, çekiciliklerini hiç çekinmeden, seve seve ortaya koyarlar. Ancak sokaktayken, kalabalığın arasına karışmışken kendimi yine tamamıyla su aygırı gibi hissediyorum.
Anlatıcı, kitabının tanıtımı için gittiği New York’ta, yayınevinde çalışan, kendisinden yaşça epey genç Lynn ile tanışır. İkisi de birbirinden etkilenir ve hafta sonunu birlikte Montauk’ta geçirirler. Bu kısa birliktelik, anlatıcının yaşamı boyunca kadınlarla ilişkisini irdelemesine, üzerinde derinlemesine düşünmesine yol açar. Yazar, Mayıs 1974’te yaşadığı bu romantik ilişkiyi özyaşamöyküsel çerçevede anlatırken, kendisini üçüncü kişi konumuna koyar, anlatımını pek çok küçük parçaya böler; bu parçaları anılarla, günlüğünden notlarla, kendine dönük eleştirilerle, ilk karısı, çocukları, sevgilileri ve özellikle Avusturyalı şair ve yazar Ingeborg Bachmann’a olan tutkulu aşkıyla mozaik gibi işler. Montauk, eserlerinde ağırlıklı biçimde kimlik sorunsalı, yabancılaşma, modern toplumun ahlaki açmazları temalarını araştıran Max Frisch’in kadın-erkek ilişkisi üzerine en kişisel kitabı sayılabilir. Mahrem ve çok özel bir hesaplaşma.
“Frisch daha önce hiç bu kadar kısa, bu kadar kıt sözcükle, ama aynı zamanda bu kadar açık ve özlü, bu kadar canlı ve coşturucu yazmamıştır. Montauk şiirsel bir bilançodur; kaygının yazarının elinden çıkmış aşka dair bir kitaptır.”
3. Ve Ateş Bizi Tüketiyor – Murat Gülsoy
Sokak lambasının aydınlattığı girişte, gemi tarifesinin yanında asılı olan semt haritası dikkatimi çekti. Kırmızı bir noktanın yanında “Buradasınız” yazılıydı. Ağır ceza reisinin titreyen parmaklarıyla bu kırmızı noktaya dokunduğunu, “Buradayım ama burası neresi?” diye mırıldandığını duyar gibi oldum.
Mevsimlerin hızla değiştiği, hayatın akıp geçtiği bir kış gecesi kaybolan yaşlı komşusunu aramaya çıkan bir adam, yaşadığı mahallenin bildik sokaklarında tekinsiz bir yolculuğa sürüklenir. “78 Nova”nın kadife koltuklarından üniversitenin gizli dehlizlerine, zifirî karanlıktaki bir heykel sergisinden kendi filmini çekenlerin açık hava sinemasına, eski bir sarayın bahçesinden bağlar arasındaki hayal evine ve nihayet yeraltındaki metro inşaatından ölüm kuyularına uzanan bu yolculukta kahramanımız hem yol boyunca karşılaştığı insanların hikâyelerinin bir parçası olacak hem de yaşlı komşusunun kim olduğunu öğrenecektir.
Murat Gülsoy, sıradan hayatların ardına gizlenen karanlığı, on yıllarca saklanan derin korkuları, yaşlı kalplere gömülmüş hüzünlü aşkları, başkalarının aynasında kendi benliğiyle yüzleşmeyi fantastik, yer yer grotesk bir arayış hikâyesine sığdırırken sırlarla dolu geçmişin kapısını cesaretle aralıyor.
Ve Ateş Bizi Tüketiyor… Gecenin içinde dolananların, gecede kaybolanların romanı…
4. Bir Dava – Ayhan Geçgin
“Anneme ne diyebilirim? Teselli edecek hangi sözcükleri? Bak, bir aradayız ya da bunlar da geçecek, hatta babam ölmedi ya. Üzülsem, söylemek istesem bile ağzımdan böyle sözcükler çıkmıyor. Sessizce öylece duruyor, burnunu çeken, az önce ağladığı belli anneme bakıyorum. Niçin söyleyemiyorum? Çünkü haberi aldığımdan beri içimde bambaşka bir his ya da sezgi taşıyorum. Sanki asıl olay bu değil, asıl olay başımıza çok önce geldi. Annem yanlış yere ağlıyor, ben yanlış bir şeye üzülüyorum. Babamsa şimdikinin yanında çok ufak kaldığı çok daha büyük bir yanlışlıktan dolayı hapiste. Acılar zamanında asıl bu olay için çekilmeliydi, tüm teselli sözcüklerimiz zamanında onun için söylenmeliydi. Söylenmedi, acısı çekilmedi. Söylenmemişliğe, acısı çekilmemişliğe mahkûm oldu. Hangi olay bu, ne zaman oldu? Bilmiyorum, tek bildiğim şimdi bütün teselli sözcüklerini anlamsız, boş, saçma kılıyor…”
Bir Dava Ayhan Geçgin’in beşinci romanı.
5. Zeytin Taneleri Birbirine Çarpıyor – Faruk Duman
Zeytin Taneleri Birbirine Çarpıyor Faruk Duman’ın bugüne kadar yazdığı altı öykü kitabını bir araya getiriyor.
Av Dönüşleri kitabıyla 2000 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Keder Atlısı ile de 2004 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü alan Duman, öykülerinde okuru imgelerle dolu, masalsı dünyalara götürürken gerçeklikle de bağını asla koparmıyor. Çaresizliklerimizi, özlemlerimizi ve elbette insanın doğayla ilişkisini yalın bir dil ve kendine özgü üslubuyla işliyor.
6. Tarihi Kırıntılar – Barış Bıçakçı
Bir kaybın peşinde bir aile ve ailenin oğlu, Can… Can’ın peşinde şiir ve şiirin peşinde Can. Şiirle hayat arasındaki en kısa mesafe, nedir, nerededir? “An”dan şiir çıkaran emekle, şairanelik arasındaki mesafe? “Dış dünya” kıyıp geçirirken, poetikalar nasıl konuşur, bizimle ve birbirleriyle? Yoksa “bunlar”, beyhude mi? Barış Bıçakçı’dan şiir kadar yalın, hayat kadar karmaşık; şiir kadar karmaşık, hayat kadar yalın bir roman.
7. Çimen Yaprakları – Walt Whitman
Walt Whitman (1819-1892): Amerikan şiir geleneğinin önde gelen, kurucu şairlerinden Walt Whitman sokağın, kalabalıkların ve onları oluşturan bireylerin sözcüsüdür. Amerika’da demokrasi, ulus olma, beden ve cinsellik kavramlarını şiire taşıyan Whitman ilk modernist şairlerdendir. Çimen Yaprakları’nın ilk baskısı 1855 yılında yapıldı, bir önsöz ve 12 başlıksız şiirden ibaretti. Whitman yaşamı boyunca yazdığı şiirleri kitabına ekleyerek defalarca yeni baskılarını hazırladı. Son günlerini yine Çimen Yaprakları’nın son baskısını düzenleyerek geçirdi. Ölüm döşeği edisyonu olarak adlandırılan bu baskıda şairin “Yolculuğun Sonundan Geriye Doğru Bir Bakış” adlı yazısıyla birlikte kitap 438 sayfaydı ve 400 civarında şiirden oluşuyordu. Çimen Yaprakları’nı oluşturan bütün şiirler Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nde yayımlanırken dört ciltte toplandı. Elinizdeki kitap bu ciltlerin ilkidir.
8. Boşluktakiler – Tom McCarthy
“Tom McCarthy’nin yazdıkları arasında en sevdiğim kitaptır bu. Ziyan olmuş koca bir dünyadaki yalnızlığın romanıdır Boşluktakiler.”
– Simon Critchley –
“İkinci vagona atlayıp doğruca arkaya ilerliyor. Aslında en kötü yer burası, çünkü pasosu artık geçerli değil ve sivil kıyafetli kondüktörler geldikleri zaman tramvayın arkasından önüne doğru hareket ediyorlar. Ama Nick dümen suyunda yolculuğa bayılıyor. Pencerenin önündeki parmaklığa dayanarak rayların tramvayın altından, sanki bunları yerden sürüp toplayan bizzat tramvayın kendisiymiş gibi görünmesini ve tramvay ilerledikçe tepesindeki kutunun, ipleri büken bir örümcek edasıyla telleri döndürerek kendisinde toplamasını seyrediyor böylece: Dünyayı, içinden geçerek oluşturuyor.”
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ardından dört bir yana savrulan insanlar: Mülteciler, sanat ve mafya işlerine karışmış bohemler, kimliklerini arayan Avrupalı gençler, eksantrik sanatçılar, uzayda asılı kalmış kozmonotlar… Kendi boşluklarında dolaşan tüm bu insanlar Sofya’dan kaçırılarak Prag’a getirilen bir Bizans ikonasının etrafında –bilerek veya bilmeyerek– kendi hikâyelerini inşa etmeye başlar. Zamanı gelince daralan, zamanı gelince genişleyen, çoğalan, eksilen ve nihayet boşlukta dağılıp giden bir elipsin içindedir hepsi.
Baş döndürücü kurgusu ve anlatımıyla son dönem İngiliz edebiyatının en iyi romanlarından olan Boşluktakiler, usta çevirmen Çiğdem Erkal’ın Türkçesiyle…
9. Aramızdaki Ağaç – Sema Kaygusuz
Sema Kaygusuz’un düz yazılarını bir araya getirdiği Aramızdaki Ağaç 21 yazıdan oluşuyor.
“Şimdi diyorum ki dost, aramıza koyacağımız udu henüz hak etmedik biz. Meragi’nin bestelediği Şirazi güftelerinden bihaber kan koklayan vahşi hayvanlar gibi kör olası cahilliğimizle ömürsüz güzelliği arıyoruz yüreğimizde. Ne kültürsüzlükle ne de savaşla açıklanabilecek bir nasipsizlik bizimkisi. İnsanı anbean çürüten meraksızlık. Diyorum ki, gel yürekten bir meydan okumayla aramıza ud-i mükemmel’i koyalım. Parçalamak için ama. Telleri sökerek deneyelim önce, ud-i ekmel olalım. Baktık olmuyor, anlayamadık, bir tel daha söküp kâmil olalım. O da olmadı hamlığı göze alıp telsiz bir tekne yapalım seninle, yahu bundan saz olur mu diye birbirimize soralım. O da olmadı öd ağacının kaba kütüğüyle baş başa, bomboş, apaçık, yapyalnız olalım.
Dost. Mümkünse bir ağaç bulunsun aramızda. Kendi ödümüzdeki arzudan başlayalım.”
10. Kitaplık – Lydia Pyne
Kitaplarınız evinizin hangi kısmında? Neye göre sınıflandırıyorsunuz kitaplarınızı? Başkalarının veya büyük kurumların kitapları nasıl düzenlediğine hiç dikkat ettiniz mi peki? Bu soruları cevaplarken başvuracağımız temel bir nesne var ki o da kitaplık. Buna benzer suallerin insanlık tarihi boyunca hep sorulageldiğini belirten antropolog ve tarihçi Lydia Pyne, “ince şeylerin hatırını gözetmeye çalışan” minima kurgudışı dizimizin ilk kitabı olan Kitaplık’ta, okuma kültürünün maddi bir nesnesi olarak kitaplık aracılığıyla bizi kısa bir gezintiye çıkarıyor. Antik Roma dünyasından başlayarak Ortaçağ katedrallerindeki zincirli kitaplıklara, 20. yüzyıl başında New York’ta inşa edilen muazzam halk kütüphanesinin devasa raflıklarından günümüzde pek çoğumuzun evine girmiş çeşitli tarzdaki kişisel kitaplıklara kadar uzanan geniş bir sahayı ele alan Pyne, bu anlatısını edebiyattan örnekler ve ilginç anekdotlarla zenginleştiriyor. Kitaplığın sadece saklamaya, tutmaya yarayan bir nesne olmadığını, hayata dair bakış açımızı ve değerlerimizi de yansıttığını, zaman içinde biçimsel olarak evrilen bir araç olduğunu anlatıyor. Dijital aygıtların ve kaynakların yaygınlaşmasına rağmen, gerek bir mecaz gerek somut bir nesne olarak önemini devam ettiren kitaplık üzerinde düşünmeye çağırıyor bizi.
Yalnızca kitap kültürüne ve tarihine merak salan tutkunların değil, kitap okuyan herkesin sayfalarını ilgiyle karıştıracağı, kitapla kurduğu ilişkiyi düşünmek için faydalanabileceği bir çalışma bu. Kitaplık’ı okuduktan sonra onları sakladığınız yerlere, yani kitaplıklara farklı bir gözle bakacaksınız.
11. Ertelendikçe Büyüyen – Osman Palabıyık
Daha önce dergilerde yayınlanmış ve okurunun karşısına ilk defa çıkacak yirmi şiiriyle insanı, hayatı ve en çok da ertelenmişlikleri anlatıyor. Osman Palabıyık, cevaplarına sorular aradığı şiirleriyle hem okurlarının aklını kurcalıyor hem de şiirden umudu kesmemenin gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor.
Kurdelesini bağladığı yaşamı kendisinin sanıyor insan
göğsümüzün altında bir kitle var,
pamuklara sarmalanmadan sürekli yere çarpılan.
12. Kızıl Kahkaha – Leonid Andreyev
..delilik ve korku.
Bu sözcüklerle başlayan roman, okuru daha ilk satırından itibaren acımasız bir savaşın içine sokuyor.
Rusların ağır bir yenilgiye uğradığı Rus-Japon savaşını ve etkilerini bir askerin gözünden aktaran Andreyev, savaşın yalnızca alanlarda kalmadığını, bütün mahallelere, evlere ve insan ilişkilerine nasıl sızdığını anlatıyor.
Kimi eleştirmenlerce Rusya’nın Edgar Allan Poe’su olarak adlandırılan Andreyev, Kızıl Kahkaha’da savaşların anlamsızlığını anlatırken, kan dökmenin, kitlesel cinnetin, deliliğin simgesel görüntüsünü çarpıcı bir biçimde betimliyor.
Ölümünden sonra H.P. Lovecraft’in kütüphanesinin başucunda bulunan Kızıl Kahkaha, 1. Dünya Savaşı’nda yaşanacak dehşeti önceden bildiren, kehanet dolu bir roman.
13. Derde Deva Randevu – Murat Menteş
Dostoyevski’yle sohbet etmeyi kim istemez? Shakespeare’e akıl danışmayı, Fârâbî’yle tanışmayı, Nietzsche’ye sorular sormayı?
Derde Deva Randevu, imkansızı başarıyor. Okuru, zamanda edebî bir yolculuğa çıkarıyor.
Kitapta, romancı Murat Menteş’in 11 yazarla yaptığı hayalî söyleşiler yer alıyor: Fârâbî, Shakespeare, Dostoyevski, Hacı Bektaş-ı Veli, Nietzsche, Hüseyin Rahmi, Agatha Christie, Neşet Ertaş, Kurt Vonnegut, Orhan Veli ve Bukowski. Onlara sorular yöneltiyor Menteş. Cevaplar ise yazarların eserlerinden geliyor.
İlginç bilgiler ve şaşırtıcı detaylarla yüklü, adeta sihirli bir kitap Derde Deva Randevu. Tecrübeli okura hatırlatmalarda bulunuyor, keşifler yapma imkanı sunuyor. Yeni okurlara ise yazarları ve eserlerini ana hatlarıyla takdim ediyor.
14. Feminist Manifesto – Chimamanda Ngozi Adichie
“Bana göre bir feminist, ‘evet, günümüzde bir toplumsal cinsiyet sorunu var ve onu çözmeliyiz, daha iyisini yapmalıyız’ diyen kişidir. Kadın erkek, hepimiz daha iyisini yapmalıyız.”
Chimamanda Ngozi Adichie, bir gün çocukluk arkadaşından bir mektup aldı. Arkadaşı, kızını feminist olarak yetiştirme konusunda Chimamanda’dan yardım istiyordu. Chimamanda, kendisinin ve hemcinslerinin deneyimlerinden süzüp getirdiği 15 madde sıraladı küçük kız için. Erkek egemen bir dünyada, eşit ve tam bir birey olarak varlığını sürdürmesini, sırf kadın olduğu için kendisinden beklenilen rolleri elinin tersiyle itmesini, sırf kadın olduğu için ona yaşatılacak kısıtlamaları reddetmesini sağlayacak öneriler. Feminist Manifesto, yalnız kadınlar için değil, kız ve erkek çocuklarını önyargılardan, ayrımcılıktan, toplumsal cinsiyet tuzaklarından arındırılmış bir dünyada büyütmek isteyen ebeveynler; öğrencilerine okulun ötesinde bir hayat vermek isteyen eğitimciler için de başucu kitabı.
15. Yedi Deli Adam – Roberto Arlt
Yedi Deli Adam, kendisine sürekli acı veren ruhunu görüp anlamaya çalışan bahtsız bir adamı ve etrafında şekillenen karanlık, absürd olaylar silsilesini anlatıyor. Delilik nöbetleriyle, ruhun ve zihnin tikleriyle, birbirinden ilginç karakterlerle, devrimci, anarşist yaklaşımlarla dolu, yazıldığı dönemin Buenos Aires’inin çarpıcı bir portresini çizen roman, Roberto Arlt’ın başyapıtı kabul ediliyor.
16. Sevgili Erdal – Erdal Öz’e Mektuplar 1. Cilt
Sevgili Erdal: Erdal Öz’e Mektuplar yazar, yayıncı ve örnek bir aydın olarak Erdal Öz’ün belki de en samimi portresini sunuyor. Başlarda heyecanlı bir üniversite öğrencisi, sonraları kuşağına yön veren bir yayıncı, iyi bir arkadaş ve düşünceli bir yazar olarak bu kültür insanını tüm yönleriyle gözler önüne seriyor.
Yaklaşık 40 yılı kapsayan bu mektuplarda, Erdal Öz ve dönemin yazarları, sadece edebiyat ve yayıncılık alanındaki düşüncelerini aktarmakla kalmıyor, günlük yaşamlarını, mücadele ve dertlerini de içten bir dille paylaşıyorlar. Sevgili Erdal bu yanıyla, 50 kuşağını yakından tanımak isteyen okurlar, yazarlar ve yayıncılar için hazine değerinde bir belge niteliği taşıyor.
Sevgili Erdal: Erdal Öz’e Mektuplar’ın ilk cildinde Bilge Karasu, Salâh Birsel, Onat Kutlar, Gülten Akın, Aziz Nesin, Yaşar Nabi Nayır, Yaşar Kemal, Metin Demirtaş, İlhan Berk, Konur Ertop, Behçet Necatigil, Talip Apaydın, Ali Püsküllüoğlu, Edip Cansever, Cahit Külebi, Ülkü Tamer, Cevdet Kudret ve Yusuf Atılgan gibi edebiyatımızın devlerinin mektupları yer alıyor.
17. Erkeklik Kitabı
Erkekler Kitabı, Esquire dergisi ve dünyanın dört bir yanından insan hikâyeleri toplayarak köprüler kurmayı hedefleyen Narrative 4 organizasyonunun projesi kapsamında oluşturulan seksen yazarlı bir Colum McCann seçkisi.
Aralarında John Berger, Salman Rushdie, Geoff Dyer ve Khaled Hosseini gibi isimlerin de bulunduğu yazarlar erkekliğin kaygan zemininde dolaşıyor ve erkek olmanın ne anlama geldiği üzerine düşünüyor.
Bazı erkekler öğrenirken bazıları gerekli dersleri alamıyor, bazıları başarılı bazıları yenilmiş, bazıları yolunu kaybetmiş bazılarıysa nereye varmak istediğini iyi biliyor…
Bu metinler yalnızca erkeklik ve nasıl erkek olunur hakkında değil, aynı zamanda bütün karmaşıklığı, belirsizliği, hataları ve güzelliğiyle insan olmak hakkında.
Farklı kökenlere ve tarzlara sahip yazarların bir araya geldiği Erkekler Kitabı, “bir erkeği erkek yapan nedir” sorusuna çok sesli bir yanıt niteliğinde.
18. Poz – Banu Özyürek
Banu Özyürek, çok ilgi çeken ilk kitabı Bir Günü Bitirme Sanatı ile kuşağının güçlü temsilcilerinden, gür seslerinden biri oldu. İkinci kitabı Poz, etki alanını genişletiyor.
Daha gözü pek, daha müdanasız, daha sert metinler.
Bir yandan mırıl mırıl konuştuğunu sandığımız karakterler, öte yandan bize karanlık taraflarımızı gösteren, hatırlatan kahramanlar. İlk kitabından aşina olduğumuz karşıtlıklarla beraber:
Safdil bir hüzün, neşeli alınganlık…
“Kalk. Ayağa kalk. Kendime böyle emir veriyorum. Yürü. İleri yürü. Çök. Kalk. Çök sırtını dik tutarak, kalk. Unutmak için sürekli bunları yap. Ya da benzerlerini yap. Yemek ye şimdi, diyorum. İçini doldur. Midenden göğsüne, hani o boşluğu hissettiğin yere bir kanal vardır da yediklerinden vitaminler, iyilikler, güçler kuvvetler, tahayyüller ve teselliler, orayı doldurabilecek herhangi bir şeyler, umutlar ve proteinler, toz olur uçuşur boşluğuna doluşur, bir de bakmışsın sofradan kalkarken artık, o var. Var olmasa bile yokluğu yok en azından.”
Kentlilerin de hakiki dertleri, tasaları, neşeleri, acıları vardır. Özyürek, işte buradan konuşuyor.
Poz, edebiyatımızın taptaze özgün seslerinden birinden, müthiş bir jest!
19. Gizemleri Sherlock Gibi Çöz – Stewart Ross
Sherlock Holmes’e hayransanız ve onunla birlikte suç dünyasının altını üstüne getirmeyi seviyorsanız işte size fırsat. Bu defa Sherlock’tan bir adım önde olabilirsiniz, gizemleri onun ünlü tümdengelim yöntemiyle çözebilir, Baker Sokağı 221B’de rahat bir koltuğa kurulabilirsiniz! Stewart Ross Gizemleri Sherlock Gibi Çöz’de yirmi beş yeni hikâyeyle büyülü Sherlock Holmes dünyasının kapılarını açıyor. Dr. Watson’ın arşivinden aldığını söylediği maceralarla ünlü dedektif ve doktorun peşinden suçluların izini sürdürüyor. Kimi hikâyede kanıtları inceleyerek suçluyu tespit etmeniz gerekecek, kiminde Sherlock biraz ipucu verecek, size ünlü dedektifin akıl yürütme yöntemini çözmek kalacak. Kendi kararınızı verdikten sonra arkadaki çözümlere bakmayı da unutmayın!
20. Hikâye Anlatıcı – Walter Benjamin
Benjamin, dört dörtlük bir hikâye anlatıcısı olan Proust hakkında şöyle der: Sıla özlemiyle kıvranır bir halde yatağında yatıyordu; benzerlikler durumu içinde çarpıtılmış bir dünyaya, varoluşun hakiki gerçeküstü yüzünün göründüğü dünyaya bir özlemdi bu.
Benjamin’in belli ilgi alanlarını biçimsel olarak nasıl sahnelediğini, canlandırdığını ve oynadığını ortaya koymak için bir araya getirilen bu kitaptaki metinlerini okuduğunuzda, Proust hakkında söylediklerinin kendisi için de geçerli olabileceğini fark edeceksiniz.
21. Ötekilerin Kökeni – Toni Morrison
Nobel Ödüllü yazar Toni Morrison, Ötekilerin Kökeni’nde on dokuzuncu yüzyılda kaleme alınmış tıp makalelerinden, köle ve efendilerin günlüklerine, oradan da köleliği romantize eden, ayrımcılığı araçsallaştıran, yabancı olmanın ve yabancıya dönüşmenin farklı yönlerini vurgulayan edebi eserlere kadar çok geniş bir yelpazede ufuk açıcı bir gezintiye çıkarıyor bizleri. Ernest Hemingway, William Faulkner ve Flannery O’Connor gibi yazarların eserlerine ötekilik sorunu açısından yaklaşırken kendi eserlerini ve kişisel deneyimlerini de göz ardı etmeden asırlara yayılan bir sorunu ustalıkla betimliyor Morrison. Savaşlar, zorunlu göçler ve sınırlar dünyasında müthiş üslubu belleklere kazınmış bir kadın yazarın ötekilik üzerine esaslı gözlemleri ve çözümlemeleri okuru da kendisiyle yüzleşmeye davet ediyor.
22. İtalyan Kızı – Iris Murdoch
Edmund Narraway, annesinin ölümünün ardından yıllar sonra çocukluk evine döner. Ancak bu ziyaretin mutluluğu uzun sürmez, ailesinden uzakta yalnız bir hayatı seçmesine neden olan gerginlikler yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlar. Olayların perdesi aralandıkça, Edmund kendini yasak ilişkiler, saklı tutkular ve utanç verici sırlarla örülü bir ağa saplanmış bulur.
Booker Ödüllü yazar Iris Murdoch, bu romanında sorumluluğu ve özgürlüğü, travmayı ve iyileşmeyi aile kavramı üzerinden ustalıkla sorguluyor. İtalyan Kızı, mutsuz bir ailenin karanlık sırlarıyla yüzleşme ve kördüğümlerinden kurtulma çabasını anlatan mizah dolu, sürükleyici bir roman.
23. Nigâhdar – Başak Sayan
Columbia Üniversitesi’nde atom fiziği dersleri veren ve ateşli bir ateist olan Şirin Özdemir, tüm hayatının büyük bir yalan olduğunu öğrenmesiyle birlikte olayları çözmek amacıyla New York’tan İstanbul’a gelmeye mecbur kalır ve gelir gelmez kendisini bir ölüm kalım mücadelesinin içinde bulur.
Bu mücadelede ona trajik bir biçimde yolunun kesiştiği tanınmış bir yazar ve felsefeci olan karizmatik genç profesör Algan Ataman yardım eder.
İkili birlikte hayatta kalmaya ve gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışırken geçmişten günümüze gelen ve tüm dinleri derinden etkileyecek büyük sırrın ne olduğunu bulmak zorundadırlar. Ve elbette büyük bir küresel gücün türlü oyunlarıyla baş etmeleri gerekir.
Başak Sayan Bağlanma Korkusu, Kelebeğin Kaderi ve Ölü Kuşların Sessizliği romanlarının ardından bu kez Nigahdar ile okuyucuyu Hallac’ı Mansür’un kayıp risaleleri ekseninde tarihin derinliklerine sürükleyerek, tasavvuf, din, Tanrı kavramları ile atom fiziği ve kuantum evreninin iç içe geçtiği heyecan dozu yüksek bir dünyaya götürüyor.
Maddenin içi dolu gözüktüğü kadar boştur…
Atomun büyük kısmı boşluktur.
24. Aşikarlık Dehşeti: Sahte Kesinlikler – Marcus Steinweg
Almanya’nın önde gelen felsefecilerinden Marcus Steinweg’in bir eseri ilk defa Türkçenin diyarına adım atıyor. Aşikârlık Dehşeti: Sahte Kesinlikler’de Steinweg, sıradan başlıklar altında aşktan naifliğe, piyasadan dine, can sıkıntısından ırkçılığa varıncaya kadar gündelik hayatımızın çeşitli veçheleriyle ilgili aforizmalar, değiniler ve yorumlarla sarsıcı düşünceler geliştiriyor. Üslubu ve tarzıyla felsefeyi akademinin koridorlarından çıkarıp onu asli görevine, kendimiz için düşünme ödevine çağıran bir çalışma Aşikârlık Dehşeti. Roland Barthes’ın “yazdıran metinler” dediği türde, yani olup bitmemiş, okurun muhayyilesine açık, onun da yazma sürecine aktif biçimde katılmasını bekleyen, huzursuz edici ve talepkâr bir metin. “Ne de olsa felsefeciler dünyaya güven duymayı bırakarak yerleşirler dünyaya. Herhangi bir aşikârlıktan yoksun bir gerçeklikte yaşarlar. Düşünmek bu aşikârlık yokluğuyla başa çıkmak demektir. Kendini en açıkça gözler önüne serdiği yer, tutarlılık vaadinin uçsuz bucaksız olduğu noktalardır. ‘Felsefe nedir?’ sorusuna verilecek bir ilk cevap şu olabilir: Felsefe bir yaşam tarzı olarak tutarsızlık deneyimidir.”
“Steinweg: Ne de uygun bir isim! Hem “taşlı yol”, yani sağlam ve dirençli (locus lapidibus stratus) anlamına, hem de tek tek taşlarla (strada lastricata), kesik kesik nirengi noktalarıyla döşeli bir yol anlamına geliyor. Ekmek kırıntılarının bıraktığı iz onun dönüp yolunu bulmasını sağlıyor. Kitaba istediğiniz yerden başlayabilirsiniz ve nerede olmanız gerekiyorsa daima oraya varacaksınız.”
– Jean-Luc Nancy –
25. Kurmacanın Kıyıları – Jacques Ranciere
Sosyal bilimlerde kuramların polisiye kurmacalarla bir ilişkisi var mı? Nasıl bir ilişkisi olabilir? Karl Marx Kapital’de neden komedya yerine tragedyayı tercih etmiştir? Gazete haberlerinde saf gerçekliği mi okuyoruz? Peki “gerçekçi” denen anlatılarda kurmacanın rolü ne? Ya anlatılardaki pencereler nereye açılır? Geleneksel olarak kurmacanın dışında bırakılan insanlar romana ve öyküye nasıl dahil edildiler?
Filozof Jacques Rancière uzun yıllardır siyasetin yanı sıra estetik, özellikle de edebiyat üstüne kafa yoruyor. Bu kitabında da bir yandan Honoré de Balzac, Edgar A. Poe, Rainer Maria Rilke, Marcel Proust, Joseph Conrad, William Faulkner ve W. G. Sebald gibi yazarların eserlerinden hareketle kurmacanın kıyılarını keşfe çıkıyor; bir yandansa Georg Lukács ve Erich Auerbach gibi güçlü yorumcularla “diyalog” içinde düşüncelerini geliştiriyor. Kurmacanın Kıyıları’nı edebiyat, eleştiri ve felsefeye ilgi duyan okurlarımızın zevkle okuyacağına inanıyoruz.