Yakın dönemde raflardaki yerini almış olan kitaplar içerisinden farklı alternatifleri göz önünde bulundurarak alternatif bir okuma listesi oluşturduk.
Dikkatlerden kaçmaması gereken 14 kitap sunuyoruz sizlere.
1. Muzaffer İzgü ile Gülümsemek
Gülmece yazınımıza anasının arı sili Türkçesini kararlılıkla, aşkla taşıyan; yazıp durmalarımızın/sanatın özündeki “Hayır!” çığlığını, muhalif halini her dem yüreğinde duyan; düşünmenin, düşlemenin, soru sormanın, veriliye karşı çıkmanın değerini çok iyi bilen; ülkesini, dünyanın çocuklarını çok seven; hep yoksulun/ güçsüzün yanında duran usta bir kalem için, Muzaffer İzgü için hazırladık bu yapıtı. İzgü’müz bir gün, bir ay, bir yıl daha (daha çok) kalsın aramızda… o çok sevdiği çocukları üzmesin diyeydi bu çabamız da… Ne ki olmadı; İzgü, bu yapıtı (birkaç metni dinledi, hazırlığımızı son anda öğrendiyse de) göremeden ayrıldı aramızdan.
Tesellimiz şu ki Türk gülmece ve çocuk yazınına ömrünü vermiş İzgü’yü bu yapıtta bütün yönleriyle okurun, meraklıların, araştırmacıların, çocuklarımızın gözleri önüne sermiş olduk. Onun çoktan hak ettiği bir çalışmaydı bu güldeste.
Güzel anısı ve o büyük emeği önünde saygıyla eğilerek…
2. Süperben – Algan Sezgintüredi
Esas mesele, esas süper güç, kafamızda kıpırdanan, çakan, parıldayıp duran gri hücrelerdi. Güzeli, hepimizde vardı. Kullanıp kullanmamaksa…
31 Mart 2015.
Tüm Türkiye’de elektrikler bir anda kesildi. Ülke saatler boyunca karanlıkta kaldı. Taze emekli Cengiz o meşum günü küçük bir kasabada idrak etti. Eşiyle… Komşularla… Nur Abla’yla, İshak Asımoğlu’yla, Hacı Veysel’le. Süperkahraman olmak için bütün şartlar uygundu.
Ama dur, dur bir dakika…
Hep aynı şey, Cengiz. Düşün, taşın, gevezelik yap. Abuk sabuk şeyler düşüneceğine önce bir bak bakalım, Süpermen misin sahiden? Değil mi? Alt tarafı yerden havalandın daha.
Algan Sezgintüredi Vonnegut’u rehber ediniyor, Asimov’u, Le Guin’i, Wells’i sofraya oturtuyor, zamanın, geleceğin, geçmişin imkanlarını dille sorguluyor.
Sicim teorisi, paralel evrenler, kara delikler, klonlama, yapay zekadan sonraki adım, bilinç yaratma ve sonunda o bilince sahip makineler. Schrödinger’in kedisi, omega bulutsusu, at nalı Nebulası, yedi kız kardeş. Süperben, çağın soru ve sorunlarına kafa tutan taze bir roman, bir Türkçe şölen.
3. Kadınlık Daima Bir Muamma – Ayşegül Utku Günaydın
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yazılmış ilk kadın romanı, Zafer Hanım’ın 1877 tarihli Aşk-ı Vatan’ıyla başlayan bir serüvene davet ediyor okuru Ayşegül Utku Günaydın.
Tanzimat’tan sonra oluşan siyasal, kültürel gelişmelerin kadın hareketine hazırladığı zeminin, kadınların dergi ve gazetelerde kolektif olarak şekillendirdiği edebiyat geleneğinin, Osmanlı kadın yazarların romanlarında modernleşmenin izleri sürülüyor kitapta. Hem kadının serüveni otuz roman analiz edilerek çiziliyor, hem unutturulan kadın yazarların yazmak, varolmak, ben diyebilmek için, kadın hakları için verdikleri mücadele hatırlatılıyor. Geleneğin ürettiği kodlarla mücadele ettiği için yalnızlaşan yeni kadının annesizliği; kadının kimliğini tehdit eden baba, kardeş, kayınvalide, koca gibi baskı figürleri ile bu yeni kadın karşısında bocalayan “aşırı alafrangalaşmış”, “zayıf karakterli” ve aydın erkeklerin ruhsal dengelerini yitirişi ele alınıyor.
Halide Edib’in Heyûlâ adlı romanında bir erkek karaktere söylettiği “Kadınlık daima bir muamma!” cümlesinden esinlenen kitap, kadınlığın erkeklerin gözünden bir bilmece gibi hep gizemli ve anlaşılmaz bir varlık olarak sunulmasının derinlerine inmeye, edebiyatın mahiyetini anlamaya çalışıyor.
4. Büyücünün Kızı – Spencer Holst
Büyüleneceksiniz!
Zebraların Hikâyecisi projemizin Kedilerin Dili’nden sonraki ikinci cildi, Büyücünün Kızı. Bu kitap, ilkinden biraz ayrılarak büyülerle, mucize ve kehanetlerle örülü. Dünya barışının Noel annelerince sağlandığı, hayallerin suçtan sayılmadığı, galibiyetin yenilerek alındığı hayli enteresan bir dünya.
Holst’un öykülerinde, okuyan zihin, hayal gücünün kıvrık dönemeçlerinde takla atıyor, kurgusal klişeler tepetaklak oluyor. İşte tam bu vaziyetteyken İskoç viskisinin, ayna ve gerçek itirafların anlatılmamış hikâyelerini, gangsterlerle yaşamaya başlayan küçük kızın başına neler geldiğini, yazarın dedesi hakkında bilinmeyen hakikati ve Hans Christian Andersen’in başrolü kaptığı masalı dinleyeceksiniz.
“Ne türden bir hikâye olursa olsun… Kaçınılmaz son…
Hikâyenin sadece bir sonu olabilir, sadece bir.”
5. İbrani Masalları
İbrani Masalları, tarihi boyunca farklı topluluklara, zengin kültürlere ev sahipliği yapmış bir coğrafyada ortaya çıktı. Biçim değiştirerek, çeşitlenerek ve nesilden nesile aktarılarak kendi zamanının ötesine geçti.
İbrani Masalları, geleneklerin ve inanışların birbirlerine eklemlenerek ortaya çok katmanlı bir toplumsal yapı ve kolektif bellek çıkardığını gösteriyor. Doğduğu topraklarda süregelen toplumsal ayrışmaların kökenine dair de şaşırtıcı ipuçları veriyor.
6. Çukur – Berrin Karakaş
Altıparmak Dağları’nın avcuna gömülmüş, bekliyor öksüz, köksüz Çukur. Ölmüşü çok, gidenlerden dönmüşü yok: En kalabalık meydan kabristan. Ölüler hatırlanmak, diriler deprem bekliyor.
Berrin Karakaş ihanetin, bekleyişin, kötülüğün, ümitsiz aşkların sarstığı Çukur’da, bizi bir sarmalın içine; cevapsız soruların, sonuçsuz hesaplaşmaların, beyhude beklentilerin ve şifasız acıların tam ortasına sürüklüyor.
Bir mucize gerek. Ve bir bela, bir kurban. Belalar ve mucizeler yan yana yürüyor Çukur’da.
7. sen güneş kokuyorsun daha! – Haydar Ergülen
İnsan Kısadır Babaannem derdi ki: İnsan kısadır oğlum ve bilmezden gelir kısalığını, bilseydi yarışmazdı yollarla, göğe evler yükseltmezdi, Nazlı babaannem sözü de uzatmazdı ısrarı da az söyler, usul söyler, pir söylerdi bir de adamın kötüsünü piyade, sözün fazlasını şiir yaparlar derdi, piyade olduğumu da gördü şiir yazdığımı da, küçücük bir büyükanneydi, onu yitirince anladım kısacıkmış her şey, insan kısaymış ağaçtan, ikindiden, elmadan, güneşten, kardan, yağmurdan, gölgemiz bile bizden uzunmuş, ya çocukluk, o da rüyasından kısaymış meğer, sanki altı kardeş nöbetleşe rüya görsek hepimizden bir çocukluk belki çıkarmış, “bu dünya bir pencere” türküsünü söylerdi de anlamazdık, bu dünyaya alıştık, şimdi zor geliyor dünyadan gitmek, bazen rüyama geliyor, kısacık kalıyor, bir gülümseme kadar, “çok uzatma” diyor “şiiri, kimse anlamaz ve ömrün de uzamaz bundan,” insan yanlışlarıyla büyür, aşkı uzun boylu sanırdım anladım ama, ne zaman, harflerinden de kısaymış aşk, bazen yazıncaya kadar geçiyor, bazen zaman alıyor aşkı içimizdeki ormandan kurtarmak, aşk kısa, şiir uzun, sözgelimi bir ağaç kaybolsa da orman yine orman, ya bir harfli kaybolsa, zaten kaç harf ki insan?
8. Mitoloji Ajandası – İsmail Gezgin
Eski çağlarda insanların yüzü gökyüzüne çevriliydi. Henüz göğe çıkılabilen zamanlar değildi ama karanlık çöktüğünde elini uzatan yıldızlara değeceğini sanırdı. Tohum serpme vakti, suların çekileceği, kuşların döneceği göğün yüzünden okunabiliyordu. Yer ile gök arasında ışık dili konuşuluyordu; kadınlar, kâhinler, bilgeler ve çocuklar bu dile yabancı olana çevirmenlik yapardı. Bu sayede göğün sesi yerde çınlayıp yuvarlanır mitolojik bir hikâyeye dönüşürdü.
Pinhan Mitoloji Ajandası 2018’de “Gökyüzü” temasıyla çıkıyor. Ay ve Güneş tutulmalarından, takımyıldızların mitolojik hikâyelerine yeni yılda gözümüz gökyüzünde kulağımız mitoslarda olacak. Merkür’ün kuraklık deviyle mücadelesi, Mars’ın sihirli bir çiçek sayesinde doğumu, Anahita’nın bereketli suları, Sirius’un sıcak nefesi, Asklepios’un Orion’u diriltişi… En eski çağlardan farklı kültürlere insanlar göğe bakınca neler görmüş, gördüğünü neye çevirmiş gün gün izini sürüyoruz. Yıldızlarla ışıyacağımız, karanlığı salt geceden bileceğimiz her canlının özgürce göğe bakacağı bir yıl dileğiyle.
-İsmail Gezgin-
9. Buhurumeryem – Lâle Müldür
Lâle Müldür’den Buhurumeryem
Geçen yıl yayımladığımız Kuzey Defterleri’nden sonra Buhurumeryem de toplu şiirleri dışında ayrı basım olarak okurlarıyla buluşuyor. İlk baskısı 1994 yılında yapılan Buhurumeryem’de Lâle Müldür’ün en sevilen ve unutulmaz şiirleri var.
bir gün sokakta beni göreceksin, hiç anlamayacaksın beni yedi uyuyanlardan biri sanacaksın yine de pardösüme iliştirilmiş envaı çeşit rozet ve boncuklara dehşetle bakacaksın tuhaf bir sıkıntıyla adımı soracaksın: ALİ McGRAVV deyince hiç değişmediğimi anlayacaksın.
10. Dağlar ve Rüzgâr – Sabahattin Ali
Dağlar ve Rüzgâr’ın bu özel baskısında Sabahattin Ali’nin şiirlerinin farklı arşivlerde bulunan el yazmalarıyla, kitap olarak yayımlanan biçimleri karşılaştırılarak farklılıklar gösterildi.
Şiirlerin sonuna eklenen Notlar’da şiirlerin yazıldığı tarih, yer, yayımlandığı dergi, gönderildiği kişiler vb. bilgilerle birlikte Sabahattin Ali’nin mektuplarında şiirleri hakkında yazdıklarına da yer verildi.
Sabahattin Ali’nin yaptığı değişikliklerin izini sürmek ve şiirlerini el yazısından okumak isteyenler için Dağlar ve Rüzgârhoş bir sürpriz.
11. Midland Oteli’nde Çay – David Constantine
David Constantine Midland Oteli’nde Çay’da gerçek hayatı bütün çıplaklığıyla merkeze alırken hikâye anlatma, dil ve anlatım ustalığını büyüleyici bir edebi dehayla birleştiriyor. Onun karakterleri zarif bir isyanla var oluyor, yenilgi karşısında yıkılmayıp onu omuzlarına attıkları bir pelerin gibi taşıyorlar. Constantine doğanın da âdeta bir karakter gibi öykülerin atmosferini oluşturduğu bir dünyaya davet ediyor okuru.
2010 BBC Ulusal Öykü Ödülü ile 2013 Frank O’Connor Uluslararası Öykü Ödülü’nü alan Midland Oteli’nde Çay, David Constantine’in Türkçede yayımlanan ikinci kitabı.
12. Huzursuz Hayaletler – Glenn Meade
İçinde milyonlarca doların ve Irak Müzesi’nden çalınan ölüm maskesinin bulunduğu bir çanta… Sekiz yıl önce gerçekleşen bir uçak kazası… Kazada hayatını kaybeden Irak gazisi eski bir Amerikan askeri…
Kathy Kelly hem kocasını hem de çocuklarını bir gecede kaybetmişti. Uçağın kalıntıları hiçbir yerde bulunamamış, Kathy yıllar içinde zor da olsa hayatına çekidüzen vermişti. Ta ki, düşen uçağın kalıntıları bulunana kadar…
Uçakta pilot dışında kimsenin cesedine rastlanmamış, sadece pek çok soru uyandıran bir çanta bulunmuştur. Ailesinin hayatta kalmış olma ihtimali, dur durak bilmeden onları arayan Kathy’yi tahmin bile edemeyeceği kadar tehlikeli bir kovalamacanın içine sürükleyecektir.
Glenn Meade son romanı Huzursuz Hayaletler’de, Irak savaşının vahşetini, ceplerini kanlı parayla ve kaçak tarihi eserlerle dolduran Amerikalı zenginleri, mağdur edilmiş bir askerin ailesi için varını yoğunu ortaya koymasını, hiç düşmeyen bir tempo ve unutulmayacak karakterleriyle anlatıyor.
13. Yazarın Odası 1 – 2
Orhan Pamuk’un önsözünü yazdığı Yazarın Odası dünya edebiyat tarihini etkilemiş pek çok yazarın, kendi yazarlık deneyimlerine ait her türlü sırlarını anlattıkları bir röprotaj kitap. Bu röportajlar dünyaca ünlü edebiyat eleştiri dergisi Paris Review’ı bir edebiyat klasiği haline getirmiş, saygın söyleşiler. Bu kitapta, yazarlar okurlarını adeta odalarına davet edip, çalışma masalarının düzenlerinden, yazma alışkanlıklarına, kendi çağdaşları hakkında düşündüklerinden, etkilendikleri edebiyatçılara kadar pek çok konuyu en samimi halleriyle tartışmaya açıyorlar. Efsane olmuş bu yazarların isimleri ise şöyle:
Ernest Hemingway, T.S. Eliot, Rebecca West, William Faulkner, Graham Greene, Truman Capote, Stephen King, Gabriel Garcia Marquez
Rebecca West T.S. Eliot’ın evine yemeğe gittiğinde nelerle karşılaştı? T.S. Eliot’ın şiirleri ve edebiyata yaklaşımı için ne düşünüyor?
Ernest Hemingway Silahlara Veda isimli ünlü klasik romanının sonunu kaç değişik şekilde yazdı?
Truman Capote yayıncıdan ilk kabul mektubunu ne şekilde aldı?
Stephen King romanlarındaki ünlü gerilim sahneleri için nelerden ilham alıyor?
T.S. Eliot ve Ezra Pound arasındaki ünlü etkileşimin ardında gerçekte neler var? Eliot, Ezra Pound’un şairliği hakkında neler düşünüyor?
Ve daha pek çok sorunun cevabını bulacağımız, edebiyat severlerin büyük zevk alacağı, bulunmaz bir kitap.
Yarım yüzyıldan uzun bir süredir dünyanın en prestijli edebiyat dergilerinden The Paris Review’da yayımlanan röportajlar, edebiyat dünyasının gizli kalmış, bilinmeyen sırlarını okurlarla buluşturuyor. Dünya edebiyatına yön vermiş romancılar, öykücüler ve şairler, kendi başlarına bir tür olarak parıldayan bu röportajlarda bir araya geliyor. Edebî tavırları, hayat görüşleri, yazma alışkanlıkları, çevreleri, eserleri ve edebiyata dair görüşleriyle okura kendi dünyalarını aralayan bu muhteşem kadroda kimler mi var?
Haruki Murakami, Toni Morrison, Orhan Pamuk, Alice Munro, Raymond Carver, Saul Bellow, Philip Roth ve Ezra Pound…
Margaret Atwood’un önsözünden:
“…Çoğu zaman yalnız olan yazarlar bu röportajlar aracılığıyla yalnız olmadıklarını fark ederler. Başkaları da şüpheye düşüyor, tıkanıyor ve sarpa sarıyordur; başkaları da zavallı ve ihmal edilmiştir; başkaları da amaçsız edebî tartışmalara sürüklenmiş ve basın tarafından karalanmıştır; başkaları da yoluna devam edip engelleri aşmış ve direnmiştir.”