Milan Kundera’nın “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı” adlı romanında Tamina’nın kocası hastanede ölür. Yazar hikâyenin bu kısmında kendi babasının ölümünü de anımsar ve anlatır.
Tamina’nın öyküsü kitabın sadece bir kısmı aslında. Ancak kitabın merkezinde O duruyor, Litost bölümüyle birlikte.
Litost üzerine çok yazılmış olsa bile aşağıdaki bölümü hatırlatmak iyi olabilir:
“Litost, içimizdeki zavallılığın birden ortaya çıkmasından doğan acılı bir durumdur.”
“Litost, başka dillere çevrilmesi olanaksız Çekçe bir sözcüktür. …bir duyguyu anlatır: hüzün,acıma, pişmanlık, özlem.”
Kitapta Litost’la ilgili tanımlama çabaları, örneklerle açıklama, litostla mücadele yolları (aşk?) ve Litost karşısında aldığımız bildik iki tavrın tanıtılması hakkında uzunca bir bölüm var. Özellikle “öğrenci”nin hikâyesinin anlatıldığı Litost başlıklı bölüm tek başına muhteşem bir hikâye oluşturuyor.
Her ne kadar Kundera “litost” kelimesi olmadan insan ruhunun anlaşılamayacağını belirtse de Türkçe’de bu kelime yok diye bahsedilen duyguyu yaşamadığımız düşünülemez. Aslında o kadar sık yaşarız ki…
Ancak bu yazının konusu litost değil.
Tamina’nın kocasının ölümüyle ilgili bölümde deniyor ki:
“Ölünün iki görünüşü vardır. Bir yandan yokluktur, öte yandan bir kadavranın feci bir biçimde somut görünüşüdür.”
Gençken herhalde daha çok ölümün “yokluk” tarafıyla ilgiliyizdir. Yazar da zaten ölümle haşir neşir olmuş, Thomas Mann ve Novalis’in adını anıyor burada. Biri en önemli kitabını çok genç yaşında (26) yazmış, diğeri zaten çok genç (29) ölmüş. Yokluğu düşünmek, ölümü bir melek olarak hayal etmek, kurtuluşa ya da nihai sona ulaşmanın mutluluğu gibi görmek için gençlik gerekebilir gerçekten.
Ancak halledilmesi gereken bir sorun, ne yapılacağı belirsiz bir bedenle karşı karşıya kalmak, toparlamak, vardan yoka çevirmek gereken bir şeyle uğraşmak, sonra onu bir tohummuş ve günün birinde yeniden yeşerecekmişcesine toprağa vermek ya da yokoluşun tam bir karşılığını bulabilmek için yakılmasına izin verip vermemek… Tamina’nın (sadece onun mu?) karşı karşıya kaldığı sorular bunlardı.
Hem zaman ekseninde ölümü algılayışımız hem de sevdiğimiz birini kaybettikten sonra onun yokluğu, hem bir daha hiç karşılaşamayacak olmamız, hem de bedensel yokluğu; farklı hızlarda, farklı yoğunluklarda ve farklı yönlere hareket ediyor gibidirler. İmgesel o kişinin hayalgücümüzdeki yeridir, Simgesel onun toplumsal varlığıdır, Gerçek ise işte o işlevini kaybetmiş bedendir denebilir mi?
Hikâyede, Tamina ve kocası Prag’ı terk etmek zorunda kalmışlardır ve Tamina’nın kocası ile ilgili zihnindeki anılardan başka bağ kurabileceği tek şey olan mektupları/evrakları Prag’da kalmıştır ve Unutuş’a karşı koyabilmesine yardım edecek sadece o mektuplardır ve kendisi Prag’a gidememektedir, çünkü giderse kocasına ihanet etmiş olacaktır; çünkü Prag’daki herkes kocasına ihanet etmiştir. O mektuplara ulaşabilmek için her yolu dener çünkü zihin unutmaya meyillidir ve etrafımızdaki insanların sonsuzluklarına onlar hayattayken inanmayız ve her şeyi hatırlayamayız ve hayat sonsuzmuş gibi yaşarız ve her zaman pişman oluruz.
Yazar bir yandan da Tamina’nın kocasının ölümüyle kendi babasının ölümünü karşılaştırır. Babası son altı yılında konuşma yeteneğini yavaş yavaş kaybetmiştir. Ve Tamina gibi gibi o da pişmanlıklar içindedir.
Ona daha çok soru sormalı, onun hakkında daha çok şey bilmeli ve onu elimizden kaçırmamalıyız.
Yani;
“Dış dünyanın sonsuzluğu bizden kaçmış bile olsa, bunu doğal bir şey olarak kabul ederiz. Ama ölünceye kadar, öteki sonsuzluğu kaçırdığımız için kendimizi suçlar dururuz. Yıldızların sonsuzluğu düşünülür de, babamın kendi içindeki sonsuzluğa aldırış bile edilmez.”
Ve bu sonsuzluk çeşitlemelerden oluşur tıpkı müzikteki gibi. Bir temayı binlerce kez çeşitleyebilirsiniz. Kendimizle yaptığımızda bu değil mi, sürekli bir çeşitleme halinde olmak ve onu yaratmak aynı temz üzerinden.
Gülüşün ve Unutuşun Kitabı; Unutuş hakkında, Gülüş hakkında, Tamina hakkında, Prag hakkında bir çeşitleme diyor yazar.
Yeni kuşakta tam olarak nasıl alımlanıp/algılanıyor bilemiyorum ancak, bir dönem Milan Kundera kitapları anti-sovyetik, sol hayallerin yıkıntıları üzerine kurulmuş olmaları ve ilk kez karşılaştığımız çarpıcı insan doğası yorumlarıyla (ve tabi ki Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği filmiyle birlikte) oldukça popüler olmuşlardı.
Gülüşün ve Unutuşun Kitabı; gerçekçi, acımasız ve bir o kadar derin insan ruhu analizlerine giriş için ideal bir kitap.
- Gülüşün ve Unutuşun Kitabı – Milan Kundera
- Can Yayınları – Roman
- 264 sayfa
- Çeviri: Erhan Bener