Hepinizin en azından hayatında bir kere duyduğu, Kadıköy’de şöyle bir yürüyeyim derken 17’sinde gençlerin eline alıp fotoğraf çektirdiği, Twitter’a biraz bakayım da ülkemde yine neler olmuş derken gözünüze takılan o satırlar Kürk Mantolu Madonna’dır.. Her 25 Şubat’ta iyi ki yazdın ve her 2 Nisan’da keşke biraz daha yazma şansın olsaydı dediğim bir yazar. Kütüphanemde her gördüğümde öylece bakıp, ‘’Gerçekten, bu düzen böyle olmak zorunda mı? Aydınlar her zaman katledilmek zorunda mıydı?’’ diye düşünüp durduğum ve karamsarlığa kapıldığım o anlar.. İşte, bunlar hep Sabahattin Ali’den.
Neydi Kürk Mantolu Madonna ve ne değildi? Son zamanlarda fazlasıyla popülerleşen, her 10 İnstagram hesabının 8’inde karşılaştığımız, ‘’Ne güzel bir aşk hikâyesi..’’ diye anılan bir kitap mıydı? Kanımca, değildi. Bir popüler kültür malzemesi kadar basit ve olağan, kâr amacı gütmek için yazılmış bir rüsva seviyesine asla indirgenemez bu yapıt.
Üç senede 3 kere okuduğum ve her okuduğumda arka plânını daha iyi görebildiğim bir eser var elimizde. Ankara’nın ayazlı gecelerinden, Berlin’in sanat kokan caddelerine uzanan bir roman.. İki anlatıcıyla yazılır, romanın olay örgüsünü birinci anlatıcımız sayesinde tanıştığımız Raif Efendi’nin anı defterine yazdığı hayat hikâyesi oluşturur. Anı defterinden itibaren kısaca değinirsek; Raif Efendi’nin babasının kendisini Almanya’ya bir sabun fabrikasında, mis sabunculuk tekniğini öğrenmesi için göndermesiyle hikâye başlar. Ancak Raif Efendi, Almanya’da bulunduğu günler fabrikaya gitmek yerine Berlin caddelerini gezer ve zamanını sanat sergilerini dolaşmakla geçirir.Yine bir gün, bir sergide sanatkârının Maria Puder olduğu ve kendi otoportresini çizdiği, Madonna delle Arpie’deki Bakire Meryem’e benzeyen bu tablo, Raif Efendi’yi derinden etkiler ve kafasındaki bu imgeye aşık olur. Maria Puder, Berlin’de yaşayan, erkeklerin kadınları bedenleri için arzuladıklarını ve erkeklerin sevgisizliğini sürekli dile getiren feminist bir kadındır.
‘’Dünya’da sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok bir şeyler istedikleri için… Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil… Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hülâsa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmaz lâzım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kâfidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek… Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz… Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz?’’
Burada virgül koymak istiyorum ve bu eseri basit bir aşk hikâyesi olarak izah eden zihniyete seslenme ihtiyacı duyuyorum: Feminist eleştiri gümbür gümbür karşınızdadır. Kadının ve aşağılık erk zihniyetin nasıl cesurca kalemden döküldüğünü görebiliyor musunuz? Maria size soruyor işte, ‘’Anlıyor musunuz?’’
Raif Efendi ve Maria Puder ilişkisine dönecek olursak; Raif Efendi, Maria tarafından sürekli bir çocuk ve bir genç kıza benzetilir. Dolayısıyla bu ilişki perspektifinde, iki karakter de kadın ve erkek rolünün dışında, kendi cinsiyetlerine yabancı bir şekilde gözlemlenmektedir. İki karakteri de, ortak paydada buluşturan düşünce ”asıl insanı, gerçek aşkı” arama düşüncesidir. Fakat umdukları gibi olmayacaktır. Raif Efendi, hayatının anlamını bulmuşken ve Maria Puder asıl insanı bulduğunu sanarken, Maria ağır bir şekilde hastalanır ve refakatçiliğini Raif Efendi üstlenir. Raif Efendi, babasının vefat ettiğini yazan postayı alması üzerine Ankara’ya döner. Bir süre Maria Puder’le mektuplaşan ve daha sonra çok uzun yıllar ondan haber alamayan Raif Efendi, yıllar boyunca Maria Puder’e karşı duygusuzlaşmaya başlar. Lâkin, romanın son sayfalarına doğru Raif Efendi’nin Berlin’de tanıştığı ve Maria Puder’in akrabası olan Frau Van Tiedemann’la karşılaşır, Maria Puder’in on sene evvel vefat ettiğini ve dokuz yaşlarında bir kızı olduğunu öğrenir. Bundan sonra Raif Efendi sadece yaşamak için yaşayacaktır, hayata karşı tüm umudunu kaybetmiştir.. Öyle de olur ve kitap, Raif Efendi’nin ölümü ile sonlanır.
‘’On seneden beri belki boşuna yere herkesten kaçmışım, insanlara inanmamakla haksızlık etmişim. Aramış olsaydım, belki senin gibi birini bulabilirdim. Her şeyi o zaman öğrenmiş olsaydım, belki zamanla alışır, seni başkalarında bulmaya gayret ederdim. Ama bundan sonra her şey bitti. Asıl büyük ve affedilmez haksızlığı sana karşı yaptıktan sonra, hiçbir şeyi düzeltmek istemiyorum. Senin hakkında verdiğim yanlış bir hükme dayanarak bütün insanları suçlu tuttum; onlardan kaçtım. Bugün hakikati anlıyorum; fakat nefsimi ebedi bir yalnızlığa mahkûm etmeye mecburum. Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. İkinci defa oynayamam… Artık benim için eskisinden beter bir hayat başlayacak.’’
Aramak, aramak ve aramak.. Belki hiçbir şeyi bilmediğimizden dolayı aramak veya her şeyi bildiğimizden, belki bir bilinmeyen vardır diye aramak. Belki bir erkeği/kadını aramak, bu varoluşa bir anlam katar diyerek. Katar mı gerçekten? Raif Efendi için Maria bir anlamdı.. Onun içsel yolculuğuna eşlik etmenin gururunu yaşamaktan kendimi alıkoyamıyorum. Her sayfasında ve her satırında onunla varoluşun acısını yaşamak büyük bir zevkti. Bu acının verdiği hazzı yaşayamayan, Sabahattin Ali’nin anlatmaya çalıştığı gerçekleri göremeyen insancıklara üzülmüyor değilim. Olsun, bu eser sadece Sabahattin Ali’nin dünyasına girebilen ve onu hissedenler için özel kalsın. Böyle daha minnoş! Kelimelerinin gücüyle bana bunları hissettiren Sabahattin Ali, iyi ki geldin ve iyi ki yazdın.
Kaynak: Ali, Sabahattin. Kürk Mantolu Madonna. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Ekim, 2013
Fotoğraf: Yazara ait.