Aynı gün, aynı hastanede dünyaya gelen biri kız diğeri erkek iki bebek…
Leyla ve Mecnun denince kafada çok fazla şey canlanır: Aşk hikayesidir. Fuzuli’nin eseridir. Mesnevi biçiminde yazılmıştır. Çölde geçer. Edebi değeri yüksek bir eserdir. Derin tasavvufi anlamları vardır. Aslında ilahi aşkı anlatır. Divan edebiyatının aşk meteforlarının çoğunu görürsün. “Yoksa insan aşkından nasıl delirir?” Soru işareti olarak bu burada dursun. Biz kitaba dönelim.
Kitabın arka kapağında:
“Bir yanımız çöl bir yanımız deniz…”
“Zaman döngüseldir ve farklı seçimler yapsan da aynı hayatı yaşarsın. Sana verilmiş bir ömür vardır. Bu dünyadaki zamanın bellidir. Ve her şey bir denge içindedir. Biz… Daha doğrusu ben, o dengeyi bozdum…”
Yıl 2011: Leyla ile Mecnun hikâyesi dizi formuyla karşımızda. Klasik aşk hikâyesinden farklı şeylerle dolu yeni bir Leyla ve Mecnun hikâyesi. Dizi de öyle karakterler var ki hepsinin bambaşka hikâyesi çıkıyor. İzledikçe farklı bir şey var bunda diyor insan ve bir bakmışsınız bağımlısı olmuşsunuz. Tekrar tekrar izlettiriyor kendini. Absürt komedi diye tanımlıyorlar ama hüznü de eksik olmuyor. 3 sezon yayınlanıyor. Sonra birden yayından kaldırılmış oluyor. Mecnun’un “Leyla gitti abi.” dediği sahne gibi bir üzüntü kalıyor. Çünkü sevdiğin bir şeyi garip bir şekilde kaybediyorsun. Ama olsun, onu bu kadar bizden yapan bu belki de hayatın her yönünü içermesidir. Sevdiğimiz bölümleri tekrar tekrar izlerken, “Filmi gelecek mi?” diye senarist Burak Aksak’ı soru yağmuruna tutarken o harika bir sürprizle kitabı yazıyor. Hâlâ aynı sorular sorulurken o bıkmadan usanmadan cevap veren naif adamdır. Gittiğim birkaç imza günü ve söyleşiden tanık olduğum budur. Sanırım finalsiz dizi bizi bir kısır döngüye soktu. Ya da paradoksa…
Neyse kitaba dönelim Burak Aksak’ın asıl yazmak istediklerini gördüğümüz bu kitap için diziden bağımsız diyemeyiz ama ekrana sığmayan şeylerle de dolu. Aynı absürt anlatım. Aynı konuşma dili ve tabii ki fonda Ferdi Tayfur şarkıları falan filan feşmekan. Güzel, akıcı anlatımla bir oturuşta biten bir kitap.
Peki bu hikâye nasıl ortaya çıkmış?
Her şey Aksakallı Dede ile başladı. Kitabın “Başlarken” kısmı bunu çok güzel anlatır. Daha doğrusu Burak Aksak anlatır: “Boş sayfalarla cebelleşirken, karşımdaki beyaz plastik sandalyeye dayalı duran vileda sopasını gördüğüm an Aksakallı Dede fikri geldi aklıma.” İşte Aksakallı Dede’nin öğütleri, anlattıkları Mecnun’un hayatına yön vermiştir diyebiliriz.
Kitap özlediğimiz şeyleri bize yeniden hatırlatır. Kireçburnu, mahalle, sahil, Erdal Bakkal gözümüzün önüne gelirken, Mecnun ise Ferdi Tayfur şarkılarını fon yapmıştır hayatına. Mecnun’un Leyla’ya aşkına değinmiyorum bile; aşkın komik hali karşımızda. Ama aşk bir sırdır. Daha ayrıntılı anlatmıyorum. Sahile inelim. İsmail Abi, Mecnun gemiye el sallayışlarını görürüz. Sonra bir bankta Zeynep’e kitap okuyan Yavuz’u… Kitap en güzel kitaplara dokunur. Metinlerarasılığın çok güzel bir örneğidir. Yavuz, Çavdar Tarlasında Çocuklar’dan bir bölüm okurken, İsmail Abi Bıdık Prens’le Küçük Prens’i hatırlatır. Meksikalı sanatçı Frida’ya da değinir; hafif bir eleştiri vardır günümüze ama haksız da değildir. Popüler şeylerin canına okuyan bir milletiz.
İsmail Abi umudun, sabrın daha pek çok güzel şeyin timsalidir.
“İsmail Abi!”
“Hooop!”
“Beklemekten vazgeçme sakın. O gemi bir gün gelecek.”
Bu kadar farklılığın bir arada olduğu bir kitabı bence herkes okumalı. Erdal Bakkal’a gülerken kime hüzünlenirsiniz veya çöl, deniz, kim, ne alaka derseniz, bilmiyorum. (Tecahülü Ârif sanatı yapmayı çok sever.) Okumadın mı kitabı nasıl bilmezsin, demeyin. Her şey siz okumayan güruha spoiler vermemek içindir.
Not: Leyla ile Menun dizi müziklerinin muhteşem listesini açın arkadan püfür püfür duygu yeli…
İyi dinlemeler, iyi okumalar!
- Leyla ile Mecnun – Burak Aksak
- Küsürat Yayınları – Roman
- 272 sayfa
Yoruma kapalıdır.