Ömür Uzel’in ilk çocuk kitabı serisi “Bir Madagaskar Macerası: Zulu” Timaş Çocuk etiketi ile yayımlandı. Ömür ile “Bu macera, çocukların kahkahalara boğulması için yazıldı.” dediği Zulu’nun hikâyesini konuştuk…
-Bir Madagaskar Macerası: Zulu’nun yolu açık olsun. Birçok yetişkin kitabın var ama Zulu ilk çocuk kitabın, neler hissediyorsun?
Teşekkür ederim. Açıkçası çok heyecanlıyım. Bir doğum süreci gibiydi. Sancılar, kramplar, korkular, tartışmalar, merak, mutluluk, panik ve tatlı bir yorgunluk… Uzun bir bekleyişin ardından elimize aldık Zulu’muzu. Ona çok emek verdik. Evet çoğul bir dil kullanıyorum çünkü bu tür eserlerde kitap, yazara ait olmaktan çıkar. Çizerin ve editörün de emeği çok büyüktür böyle işlerde. Çok doğru insanlarla, çok doğru bir zamanda buluştuğumuzu düşünüyorum. Mutluyum.
-Yetişkin kitaplarından çocuk kitaplarına geçiş nasıl oldu? Burada seni heyecanlandıran, besleyen neler oldu?
Yetişkinler biraz ciddi insanlar. Açıkçası biraz da sıkıcılar. :) Bu sebeple ilk yazdığım eserler yetişkinler için değildi. Yazma serüvenim çocuk edebiyatı ile başladı. Fakat çocuk edebiyatı çok hassas bir konu. Bu kadar hassas bir alanda eser vermeden önce ana dil, kurgu vb. konularda çok iyi olmak gerekir. Zulu’yu 2016 yılında yazmaya başladım. Ülkenin önemli yazarları, romancıları, editörleri arkadaşım olduğu için bu konuda çok şanslı biriydim. Onlara yazdığım öykülerden bölümler okurdum. Fakat sürekli bir düzelti gelirdi. Sonra bu düzeltiler keyfimi kaçırmaya başladı. Hatta bir ara kendi yazdıklarımı silmeye kıyamadığımı fark ettim. Ama üstat Vedat Özdemiroğlu, Galata’da oturduğumuz bir akşamüstü bana şöyle dedi “Silmeyi düstur edin!” Bu cümle aklıma çok yattı. Sonunda dosyayı kapattım. Bazı işlerin olgunlaşması için zaman gerekir. ‘Zulu’ dosyasını da olgunlaşması için rafa kaldırdım. Bu süre zarfında çocuk edebiyatı konusunda daha çok araştırma yaptım, işin uzmanlarından fikirler aldım. Bu arada yetişkinler için de ilgi çekici, keyifli konular üzerinde çalışmaya başladım. Böylelikle ana dil ve yazı konusunda kendimi daha çok geliştirdim. Ve Nisan 2019. Bir çocuk kitabı yazmak için hazırdım. Tabii beni bu hazır oluşa getiren sıkıcı (!) yetişkin kitaplarının da hakkını vermem lâzım. :) Bilgisayarın başına oturdum. Yarım kalan dosyayı açtım. Yetişkin edebiyatından çocuk edebiyatına geçerken çocukların seviyesine çıkmak, onların tahayyül yetisini yakalamak hiç kolay olmadı. Ama çocuk gibi düşünmek, çocuk gibi hissetmek, çocuk gibi çözümler üretmek geride bırakmayı hiç istemediğim bir çocuğu hatırlattı bana; kendi çocukluğumu! Ben çocuk gibi düşünerek, çocuk gibi çözümler üreterek, bana ait olan o dünyaya sahip çıkıyorum. Onu kimselere vermiyorum. Çocuk kitabı yazdığım sürece, ütü buharı eşliğinde dizi izlediğim pazar akşamları hep var olacak mesela. Bu harika bir duygu. Ve Linda Ronstadt’ın sesinden ‘All My Life’ şarkısını (Parliament pazar gecesi sineması müziği) ne zaman duysam uykum gelecek. :) Beni bundan daha çok heyecanlandıran, besleyen hiçbir şey yok hayatta.
-Yazım ve sonrasında gelişen çalışma sürecinden bahseder misin biraz?
Her ne yazacaksam bilgisayarın başına oturup tıkır tıkır yazmaya başlarım, diye bir cümle kuramam. Çünkü böyle bir şey olmaz. Yazma eylemi zamanla, tecrübeyle, gözlemle ve okumayla doğru orantılı olarak optimum seviyede gerçekleşir. Dolayısıyla otobüste giderken, yolda yürürken, belgesel izlerken, spor yaparken bile aklıma gelen bir kurguyu, vurucu bir cümleyi, ilginç bir olayı muhakkak not ederim. Sonra o notlar birleşir ve yazının çatısı oluşmaya başlar. Zulu da belgesel izlerken oluşmaya başladı. Dünya üzerinde en az tanınan 20 hayvan arasında zürafa biti diye adlandırılan sevimli, komik bir böcek vardı. Nasıl yani? Böcek, zürafaya mı benziyor? Evet, aynen öyleydi. İşte ana karakter oluşmuştu. Ve sonra hikâye akmaya başladı.
-Bir zürafa biti olan Zulu ve birbirinden farklı arkadaşlarının ilginç ve eğlenceli maceralarını anlatıyorsun. Tüm farklılıklara rağmen sevginin, arkadaşlığın birleştirici güç olduğunu gösteriyorsun.
Çoğu zaman ilişkilerde kendimiz gibi olanı ararız. Bize benzeyene daha bir yakınlık duyarız. Genellikle eğitim, zekâ, inanç ve maddi statü açısından kendimize benzeyeni tercih ederiz. Çünkü risksizdir, tanıdığımız bir dinamiktir. Kitapta bir zürafa bitinin, baobab ağacıyla, papağanla, domates kurbağasıyla hatta dünya dışı canlılarla kurduğu yakınlığa tanık oluyoruz. Türleri, şekilleri hatta boyutları bile farklı. Ama ortak bir dilleri var; müzik. Müzik sayesinde bir araya geliyorlar. Orman orkestrasında şarkılar söylüyorlar, enstrümanlar çalıyorlar. Ve sıkı dost oluyorlar. Tüm farklılıklarına rağmen kendilerinden olmayana şans veriyorlar. Hikâyenin alt metinlerinden biri de bu.
-Aynı zamanda günümüzün en büyük konularından iklim krizi ve hayvan haklarına da metinde parmak sallamadan yer veriyorsun. Metinde direkt ders vermek mi yoksa onu konuya yedirmek mi, sen hangi taraftasın daha çok?
Ben çocukken didaktik metinlerden hoşlanmazdım. Bugün de çocukların yerinde olsam bana sürekli ders vermeye çalışan metinleri hemen kenara koyardım. Çünkü çocuk bunu ebeveynlerinden, öğretmenlerinden zaten öğreniyor. Dişini fırçala! Kötü söz söyleme! Erken yat! Gibi… Bir de kitap bunu didaktik bir şekilde yaparsa çocuğu her taraftan kıstırmış oluyoruz. Bir uyarıyı 20 kere söylediğimizde çocukları ‘uyarı sağırı’ yapıyoruz. Çocuk artık o uyarıyı duymuyor. Kitapların da elbette mesajı olmalı ama ben bunu metnin içine yedirmeyi tercih ediyorum. Kitabı okurken önce eğleniyoruz, gülüyoruz. Birinci önceliğimiz bu. Sonra hep birlikte diyoruz ki “Domates kurbağalarının neslini tüketemezsiniz! Zavallı domates kurbağalarından ketçap yapacaksınız öyle mi? O zaman biz de ‘Domates Kurbağalarını Koruma Derneği’ni kurarız” diyoruz.
-Tüm karakterlerinin bir ortak noktası da müzik ve her maceranın sonunda bir şarkı yazıp söylüyorlar. Sen de çocuklar için şarkılar söylemeyi ister miydin hiç?
Yazar Fran Lebowitz şöyle diyor: “Kimse müzisyenler kadar sevilmez.” Ben, bu konuda Lebowitz’i çok haklı buluyorum. Çünkü müzik, insanlara duygularını ve hatıralarını ifade edebilme imkânı sağlar. Müzik sizi geçmişe götürür, en özel noktalarda duraklatır. Bu nedenle Müziğin, frekansın, ritmin tüm canlılar üzerinde etkili olduğuna ve birleştirici bir gücü olduğuna inanıyorum. Karakterlerin çoğunun müzisyen olmasının sebebi bu. Ve tüm çocukların çok küçük yaşlarda sanatla tanışması gerektiğine inanıyorum. Görsel ya da plastik sanatlar, işitsel ya da fonetik sanatlar… Hiç fark etmez. Ben de çocuklar için şarkılar söylemeyi çok isterdim elbette fakat böyle bir yeteneğim yok maalesef.
-Ayrıca kitabın çizimleri ayrı bir keyif veriyor. Çizim süreci nasıl gelişti?
Çizimler Çağrı Odabaşı’na ait. Hikâye bittiği zaman çizer arayışına girmiştik. Ortak bir arkadaşımız vardı Çağrı’yla ve böylelikle yollarımız kesişti. Çağrı’yla çalışmaya karar vermeden önce birkaç çizerden taslak çizimler rica ettik. Ancak hiçbiri içimize sinmedi. Ben, Çağrı’nın çizimlerini çok beğeniyordum. Bence illüstrasyon konusunda Türkiye’deki başarılı isimlerden biri. Çağrı’yla telefonda konuştuk. Hikâyeyi görmek istedi. Sonra bir cumartesi günü kahvaltı ederken telefonuma bir mail düştü. Çağrı, ana karakter Zulu’yu çizip göndermişti. Kullandığı renkler, çizgisinin nahifliği beni çok etkiledi. “Budur!” Dedik ve Çağrı Odabaşı ile yola çıktık. İyi ki de çıkmışız. Çağrı, Zulu’yu hayal ettiğimden daha güzel bir noktaya taşıdı.
-Serinin devamı gelecek mi?
Benim merkezimde çocuklar var. Buna onlar karar verecek. Onlar ne isterse o olacak.
-Pandemiyi fırsat bilip yeni hikayeler çalışma fırsatın oldu mu peki?
Sanırım pandeminin en tuhaf yanı, bizleri yalnızlaştırması oldu. Bu aslında üreten insan için olumlu bir durum. Yazar dediğiniz kişi de, profesyonel yalnızdır aslında. Bu profesyonel yalnızlık, üretime çok açık bir durum. Beni de sürekli üretmeye yöneltiyor. Yani evet, bol bol yeni hikâye çalışma fırsatım oldu.
-Peki, okurken de yazarken de “çocuk edebiyatı” konusunda en hassas olduğun noktalar neler?
Çocuklara ihanet etmeyen, çocukların boyları yetişkinlerden biraz daha kısa diye sürekli onlara öğüt vermeye çalışmayan, en önemlisi de çocukların birey olduğunu unutmayan kitapları tercih ediyorum. Hayal gücünün sınırsızlığı, yakalanan konuların sıra dışılığı ve kullanılan dilin temizliği de önem verdiğim kriterler. Mesela Neil Gaiman çok sevdiğim yazarlardan biridir. Gaiman’ın ‘Babam Süt Peşinde’ diye bir kitabı vardır. Kahkahalarla okursunuz. Neil Gaiman’ın sınır tanımaz yaratıcılığına ve güçlü kalemine hayran kalırsınız. Aynı şekilde ‘Babamı İki Japon Balığı ile Değiş Tokuş Ettiğim Gün’ isimli ödüllü bir kitabı daha vardır. Mesajı çocuklara değil, babalara verir.
-Son olarak Madagaskar macerasına atılacak olan ilk çocuk okurlarına ne söylemek istersin?
Onların hep gülmesini temenni ediyorum. Bu macera, çocukların kahkahalara boğulması için yazıldı. Keyifle okusunlar. Ve hepsine sevgilerimi gönderiyorum.