“Güç yozlaşma eğilimindedir ve mutlak güç kesinlikle yozlaştırır.” (John Dalberg-Acton)
Bir okul!
Sınıftaki kahramanımız Bren ve Shaun!
Sınıfa yeni gelen öğrenci Cary!
Ödev Hayvan Çiftliği!
Daha önce yine Genç Timaş etiketiyle çıkan Çöpçüler ve Anı Hırsızı kitaplarıyla tanıdığımız Darren Simpson’un üçüncü kitabı Öteorman’la karşınızdayım. Yazarın bu kitabını da yine Esma Fethiye Güçlü Türkçesiyle okuyoruz. “Cesaret, dostluk ve kendi sesini bulma hakkındaki bu unutulmaz roman, eşsiz bir dünya ve sınırsız hayal gücü vadediyor.”
Kahramanımız Bren, dünyası olan evde aynı odayı paylaştığı, beraber büyüdüğü, kurduğu hayallerde ve birlikte oynadıkları oyunlarda hep mühendis olmak isteyen ablasını bir trafik kazasında kaybediyor. Bir çocuğun dünyasında çok ağır bir yara açan bu yitişin üzerinden bir yıl geçse de Bren, ablasının yokluğuna duyduğu acıdan bir adım öteye gidemiyor ve çocuk aklı kendine yeni bir dünya yaratma yolunu seçiyor. Onunla kurduğu hayaller aklından hiç çıkmayınca ve ailesi de onun yeterince yanında olamayınca, bu durum onu daha derin bir yalnızlığa sürüklüyor…
Bren’in korkularıyla yüzleştiği roman on günlük bir sürede geçiyor. Yirmi yedi bölüme ayrılmış roman, son sayfadaki sözle de güzel bir şekilde bağlanıyor: “… Cesaret sessiz de olabilir.” (Sayfa 271)
“Bren başını kaldırdı. Evie’nin yüzünde sert bir ifade vardı. Bren annesini gerçek dünyada bile ne kadar özlediğini fark edince içinde başka bir acı daha duydu. Evie öldükten sonra annesi kendini işine vermişti. Her zaman meşguldü. Dikkati dağınıktı. Babası evde olabilirdi ama aslında o da orada değildi. Aklı başka yerlerdeydi. Soğuk, kaygılı ve kırılgandı” (Sayfa 209)
Hikâyeye ‘dan diye’ girdim, değil mi? Ama sanırım Bren’in bu yalnız dünyası ve az sonra anlatacaklarım beni de sarstı. Bir de kitapta şöyle diyor, yeri gelmişken ona da sığınmak istiyorum: “Hayal gücü kabına sığmayan özgür bir şeydir.” (Sayfa 73) Neyse şimdi dağılmayayım hemen. İnsanın dünyasından çok özel bir varlığının eksilmesi, o sevgiyi akıtacak başka bir kanalın olmayışı, beklediği demek istemiyorum çünkü o bir çocuk, olması gereken desteğin gelemeyişi… Bunlar çok derin bir yas sürecinin parçaları ve evet, dedim ya o bir çocuk.
Bren, yasına ablasından kalan antika saatini yanından hiç ayırmayarak sarılıyor. Ablasıyla oynadığı oyunlardan esinlendiği ve adına “Öteorman” dediği, içinde ablasının yaşadığına inandığı hayali bir dünya kuruyor. Okurken Bren’in dünyasına ortak oluyor ve hayal ile gerçek arasında bocalayan bu dünyaya inanıyoruz. Çünkü biliyorum, hepimizin tuttuğu, acısı hiç dinmeyen bir yas mutlaka var.
Bren, fırsat buldukça Öteorman’a yani ablasına dönüyor. Bu gidişler aslında biraz da içine kapanmalar olarak dikkat çekiyor.
“Arkadaşlarıyla birlikte olmayı seviyordu ama Evie’nin ölümünden sonra hepsi tuhaf davranmaya başlamıştı. Aslında nazik davranıyor, onu önemsiyorlardı. Yine de ona biraz acıyorlardı sanki. Bu durum, Bren’in moralini bozuyor, ona kendini zayıf ve huzursuz hissettiriyordu. Bu yüzden yalnız vakit geçirmeye çalışıyor, evden hiç çıkmıyor ya da müzik odasına kapanıyordu” (Sayfa 66)
“Cary başını sağa sola salladı. “Sana neyin iyi olmadığını söyleyeyim: Sırf insanlar konuşmaktan korktuğu için Shaun gibi tiplerin yaptıkları kötü şeylerden öylece sıyrılması.” (Sayfa 125)
Bir yasın içinde debelenen kahramanımız, okulda da canını sıkan bir çocukla baş etmeye çalışıyor. Akran zorbalığı her çocuğun derdi ve büyürken bir gerçeği olmaya devam ediyor. Hayat bu, senaryosu hep kötü gitmez ya, işte bu sırada, Çinli olduğu için ötekileştirilen Cary geliyor. Cary, ona korkularıyla yüzleşmesi gerektiğini gösteren o usta öğreticisi oluveriyor. Öyle olur bazen, öğreticinin yaşının illa büyük olması gerekmez. Şöyle de düşünebiliriz; Bren, ailesinden öğrenmesi gerekeni arkadaşından öğreniyor. Aslında öyle değil sanırım. Geldiğim bunca yol ve okuduğum onca kitap bana bir şey öğrettiyse, o da her şeyin gerçekten bir zamanı olduğu ve sen hazır olmadan o yardımın sana gelmeyeceği. Bren, ailesinden alması gereken desteği tam anlamıyla alamadı ve yalnızlaştı. Ama aile de kızını kaybetmiş, onun yasını tutuyor ve belli ki bu sessizlik evin duvarlarında yeteri kadar çınlayamıyordu. Zamanı geldiğinde de Cary, Bren’in öğreticisi oldu. Süreç ne kadar sancılı olsa da aslında hikâye bu kadar basit. Hem sonra etrafımızda yer alan ve hayatı zindan eden her şeyle yüzleşmemiz gerektiği bize, önce ailemiz sonra da yakın arkadaşlarımız tarafından verilmiyor mu? Yani görüyoruz ki, yazar aslında bütün bir romanı korkuyla yüzleşmek ve bir de yabancılaşma temaları üzerine kuruyor.
“Kendini ezdiriyorsun, insancık. Dünyaların birinde efendisin, diğerinde pısırık.” (Sayfa 76)
Yazar, kitaba dair en bağlayıcı sözü, aslında romanın başlangıcına yerleştirmiş ve dönüp dönüp ona tekrar bakmamız için anlatmış hikâyesini. Yolun sonuna geldiğinizde buna daha da emin oluyorsunuz. Öğretmen, öğrencilerine düşünür John Dalberg-Acton’a ait olan, “Güç yozlaşma eğilimindedir ve mutlak güç kesinlikle yozlaştırır,” sözünü, George Orwell’in çok önemli kitabı Hayvan Çifliği’yle ilişkilendirmeleri üzerinden bir ödev veriyor. Hikâye bir de burada bir kez daha düğümlenip sonra çözüme doğru yol alıyor. “Belli ki Simpson, günümüz dünyasındaki iktidarın tek elde toplanması sorunsalına dikkat çekmek istedi bu sözle,” diye düşünüyorum. Belki de Bren’in öğretmeni bu ödevi, günümüz insanlığına verdi. Bilmem ki, belki de ben öyle anladım…
Burada bitireyim dedim ama aklıma geldi, döndüm. Bence Simpson, romanı yazarken aklında Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’i de vardı. Buraya kadar geldiyseniz, siz ne dersiniz?
- Öteorman – Darren Simpson
- Genç Timaş – Roman
- 272 sayfa
- Çeviri: Esma Fethiye Güçlü