İnci Gibi Dişler (White Teeth), Zadie Smith tarafından yazılmış çok kültürlülük, köktendincilik, etnik kökenler, kuşaklar arası çatışma ve İngilizlik konularına yer veren post-kolonyal bir milenyum romanıdır. Zadie Smith romanında Iqbal, Jones ve Chalfen aileleri üzerinden sömürge ülkelerden İngiltere’ye göçenlerin kimlik ve aidiyet sorunu başta olmak üzere bir çok konuyu ele almıştır. Zadie Smith de Londra’nın kuzeybatısında işçi sınıfının olduğu yerde Jamaikalı bir anne ve İngiliz bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiştir, bu noktada ikinci kuşağa ait olan yazar gerçek olaylardan yola çıkarak gözlemlediği şeyleri romana yansıtmış ve bunları ironik bir şekilde ele almıştır.
Göç dalgası 1948 yılında İngiltere’nin öncesinde coğrafi keşifler ile uygarlaşma vaadi altında sömürgesine aldığı daha sonrasında bağımsızlıklarını kazanarak İngiliz Milletler Topluluğu üyesi ülkelerin vatandaşlarına İngiliz vatandaşlığı hakkı verilmesiyle başladı. Emperyal bir gücün simgesi olan Londra bu göçe merkezlik yapmıştır ve göçmenlerin yerleşmesi ile karmaşık , çok kültürlü bir hal almıştır. Birinci kuşak göçmenler kendi kültürlerini de yanlarında getirmelerinin yanı sıra İngiliz toplumunda yer edinmeye çalışmış ve İngiliz toplumunda yer edinmeyle kökenleri arasında bir çatışma yaşamıştır. Köklerine bağlı olmakla beraber İngilizleşmeye başlayan göçmenler aidiyet problemi yaşayarak kimliklerini sorgulamışlar ve kendilerine yabancılaşmışlardır. Melezlik (hybrid) kavramı her şekilde karşımıza çıkar; dil, din, kültür ve isimlere yansır (Abdül-Mickey vb.) Romanda neredeyse her karakterde bu sorun görülse de en çok Bangladeşli Samad Iqbal’in sancılarını görmek mümkündür. Samad Iqbal kendini etnik, kültürel, ekonomik ve sosyal anlamda öteki ve dışlanmış hisseder. Samad Iqbal kendini bir Müslüman ve geleneklerine bağlı bir insan olarak tanımlasa da toplumda kabul görmek ve kendisini kanıtlamak için İngiliz ordusunda savaştığını büyük bir gururla her fırsatta anlatır, Kraliçe İngilizcesi konuşmaya çalışır, İngiliz sofra adabına uyarak İngilizler gibi bir yaşamı benimser. Bu bağlamda Marx’ın yabancılaşma kuramını postmodern bir uyarlamayla ele alırsak, karakterlerde iki boyutlu yabancılaşma görmek mümkündür. Toplumda her bakımdan kabul göremeyen Samad Iqbal iki boyutlu yabancılaşma sonucunda kendine kaçış mekanizmaları oluşturur, örneğin önemli biri olduğunu kabul ettirebilmek için O’Connell’da büyük babası olan ayaklanma lideri Pande’nin resmini astırmak için büyük bir çabaya girer. Ayrıca kendi ülkesinde bir bilim adamı ve bir asker olmasına rağmen İngiltere’de bir garson olarak çalışması ile sosyal statüsü büyük ölçüde değişen Iqbal, bunu kitapta açık bir şekilde dile getirir.
Ben bir garson değilim bir zamanlar bir öğrenci, bir bilim insanı , bir askerdim. Karımın adı Alsana, Doğu Londra’da oturuyoruz ama Kuzey’e taşınmak isterdik. Ben bir Müslümanım ama Allah beni terk etti ya da ben Allah’ı terk ettim, emin değilim. Archıe adında bir dostum var, başkaları da var. Kırk dokuz yaşındayım ama sokakta bazen kadınlar hâlâ dönüp bana bakar.
Iqbal’in İngiltere’ye ilk geldiğinde oturduğu banka kanlarıyla yazdığı “IQBAL” ise asimilasyon ve görünmezlik korkusunu yansıtır. Daha sonra Batı’nın ahlaksızlığından ve çocuklarını olumsuz yönde etkilediğinden dem vurmasına rağmen kendisini geleneksel ve dinine bağlı bir adam kimliği ile Iqbal, karısını çocuklarının öğretmeni olan beyaz bir İngiliz kadınla aldatır. Hiçbir şekilde ideal bir karakter değildir; ideal bir Müslüman, siyah ya da beyaz değil arada kalmış geçişken bir karakterdir tıpkı romandaki diğer melez karakterler gibi. Birinci kuşağın yaşadığı sorun büyük ölçüde akıllarının kökenlerinde ve geldikleri yerde olmasından kaynaklanır ancak ikinci ve üçüncü jenerasyona geldiğimizde aidiyet alt üst olmuştur. Beyaz bir İngiliz olan Archie ile Jamaika kökenli Clara’nın kızı olan Irie’de ve Samad Iqbal ve Alsana Begüm’ün oğulları Millat ve Magid’de kimlik arayışları ve kafa karışıklıkları görürüz. Millat ve Magid karakterleri ikiz olmalarına rağmen birbirlerine tam zıt karakterlerdir ve farklı kaçış mekanizmaları oluştururlar. Magid çocukluğundan itibaren kendini bir İngiliz gibi hisseder, İngilizceyi bir İngiliz’den daha iyi konuşur ve batının çalışmalarına, bilime kendini adar. Magid çocukluğunda kimlik sorununu o kadar içselleştirir ki arkadaşlarına kendini Mark Smith olarak tanıtır. Millat ise aksi bir şekilde kökendincilik ile kökenini benimser, kitapta bu karakter “Aslında Millat’ın memlekete gitmesine gerek yoktu. O zaten bir ayağı Bengal’de, diğeri Willseden’de, şizofrenik bir duruşa sahipti. Zihninde orada olduğu kadar da buradaydı.” olarak özetlenir. Millat KEVIN’a (Muzaffer Islam Devletinin Koruyucuları) dahil olur bu topluluğun amaçları arasında; Batı’nın zehrinden arınmak ve dünya zevklerinden vazgeçmek olsa da ironik bir şekilde topluluğun kısaltması batılı bir adı oluşturur, üyeler de aslında kitapta başka bir karakter olan Şiva’nın ağzından da duyduğumuz gibi bu topluluğu daha fazla beyaz kadınla birlikte olabilmek için kullanır. Irie ise bedeninden, saçlarından ve melezliğinden adeta utanır ve İngiliz olmak ister ; kendine ideal bir beden portresi çizer, afro saçlarını dümdüz yaparak kabul görmeye çalışır. Bu noktada Chalfen ailesi ona Millat’a örnek olur. Chalfen ailesiyle tanışmaları ve gözlemleri çok önemlidir çünkü Chalfen ailesinin sosyal , ekonomik ve kültürel konumu onları çok etkiler. İlk başta hepsi beyazdır, birbirlerine isimleri ile hitap ederler ve herkesin evde söz hakkı vardır. Çocukları üstün olduklarına inanarak büyütülmüştür. Irie’yi en çok sosyal statüleri etkilerken, Millat’ın ilgisini de orta sınıf olmaları ile çekerler dolayısıyla Irie ve Millat’ın onların ailesine girişi adeta göçmenlerin İngiltere’ye girişini andırır. Ayrıca Marcus Chalfen Irie ve Millat’ı evlerinde belli ücretlerde güven ve eğitim vaadiyle çalıştırırlar bu da micro İngiltere görüntüsünü destekler.
Bana bak; Haftada iki kere gelip bu dosyalama felaketini düzeltebilirsen, sana haftada on beş pound öderim. Hem yeni bir şeyler öğrenirsin, hem de bana yardım etmiş olursun. Ne dersin?
Bu kolonyal düşünce Alsana tarafından da dillendirilir: “İngilizler , hem malınızı çalıp hem de aynı zamanda sizi eğitmeye kalkan yegane insanlardır.” Daha sonra Chalfenlerin de saf İngiliz olmadığını öğreniriz, onlar da Almanya ve Polonya’dan göçmüştür ve asıl isimleri Chalfenovski’dir. Dolayısıyla açık bir şekilde İngilizlik kavramı ve saf ırk sorgulanır. Alsana bu konuya da değinir: Ne kadar gerilere, gerilere ve gerilere gidersen git, dünyada tek bir saf insan, tek bir saf din bulmak, doğru Hoover torbasını bulmaktan çok daha zordur… Hangi İngiliz gerçekten İngiliz? Bu bir peri masalı!”
Son olarak “Happy Multicultural Land” ve raslantısallıktan (eliminating the random) söz etmek gerekirse, ilk olarak yazarın birinci ağızdan bir arada mutlu bir şekilde yaşama fikrine bir ütopya olarak baktığını görüyoruz. Geçmişi geçmişte bırakmanın çok zor ve bir hayal olduğunu da karakterlerden görmek mümkündür. İngilizlerin ırkçılık söylemleri de direkt olarak kitapta verilmiştir, Enoch Powell “Rivers of Blood” konuşmasında göçmenlerin topluma entegre olma konusunda direnmeleri sonucunda akan kanlar göreceğiz demesi ile toplumu açıkça şiddete yönelttiğini göstermiştir. Norman Tebbit’in de ırkçı “Kriket Testi” önerisiyle göçmenlerin gerçekten İngiltere’nin yanında olup olmadığını teste sokması eleştirilmiş, kitapta yer bulmuştur. Raslantısallık teması ise kendini fare deneyinde “Geleceğin Faresi” olarak göstermiştir. Genetik olarak insanoğlunun ıslahı ve istenmeyen genin kontrol altına alınması ile Nazi devletini hatırlatır ve romanda bir çok topluluk projeye karşı çıkar; raslantısallığın ortadan kaldırılıp kontrolün insan eline geçmesini desteklemez. Bu örneği Samad Iqbal’in oğlu Magid’in hayatını kontrol etmeye çalışıp onu Bangladeş’e yollaması ile görürüz ancak bu plan ters teper ve Magid döndüğünde “İngilizlerden daha İngiliz” olarak tanınır, hatta geleneklerine bağlı olması beklenirken babasının karşısında domuz eti yemesi de ironiktir. Dolayısıyla birinci kuşaktan sonra gelen nesiller büyük farklılık gösterir ve İngiltere toplumunda kendi yarattıkları kimlikler ile yaşarlar ve hâlâ kendilerini bu topluma kabul ettirmekte güçlük çektikleri de bir gerçektir. Zadie Smith romanında bu sorunsalları ustaca dile getirmiş ve her açıdan yansıtmıştır.
- İnci Gibi Dişler – Zadie Smith
- Everest Yayınları – Roman
- 610 sayfa
- Çeviri: Mefkure Bayatlı
Kaynakça
Academia.edu – Sömürgecilik Sonrası Britanya Romanında İki Boyutlu Yabancılaşma Süreci
Zadie Smith – Vikipedi