“Başımıza gelen en iyi şey kendimiziz.” (sayfa 14)
Büyükanne Yağmurda Dans Etti kitabı okurlarının içinde birbirinden farklı hislere kapı açacağı kesin. Bazılarımız büyükanne veya büyükbabalarımızın yaşadığı savaş dönemini dinleyerek büyümüşken bu kitapla onların yaşadıklarını anacağız. Bazılarımız ise kendi anne veya babasının yaşadıklarına küçük bir çocukken şahit olmuş fakat hayal meyal hatırlarken bu kitapla ne kadar zor bir süreçten geçtiğimizi fark edip bulunduğumuz zamana şükretmenin değerini anlayacağız. Yaşanmış hikâyelerin getirisi budur. Çok büyük bir acı, boşluk ve kendini hiçbir yere ait hissedememe duygusu ile çalkalanır. Fakat yazarın dediği gibi: Acı aşktır ve acı ölene değil geride kalana mirastır.
Ketebe Yayınları’nın haziran seçkisine dahil olan Büyükanne Yağmurda Dans Etti, başlığıyla dahi bir hikâyeye başlamış gibi hissettiriyor adeta. Trude Teige’nin kaleme aldığı Büyükanne Yağmurda Dans Etti kitabının Norveççe aslından çevirisini tiyatro oyuncusu, gazeteci ve değerli yazar Ayşe Erbulak üstlenmiştir.
Juni, bir gece vakti büyükanne ve büyükbabasının adadaki evlerine giderken adadaki tanıdığı Alfred ile karşılaşır. Ayaküstü sohbet ederlerken Alfred eve kadar Juni’ye eşlik eder. Juni, büyükbabasının ölümünden sonra kendine gelemeyen büyükannesini de bir yağmur dansında kaybetmiştir. Kendisinin annesi olan kızları Lilla’yı da kaybedince Juni artık mutlu olmadığını fark ettiği, şiddet gösteren eşini bir anda ortada bırakarak adaya gitme kararı alır. İşte o kararı uyguladığı günün akşamı eski dostu Alfred’i görünce bir an olsun sanki hiç kimseyi kaybetmemiş gibi hisseder.
Annesi Lilla, kızı Juni’yi tek başına büyütmüş ve babası hakkında hiçbir şey söylememiştir. Juni, adaya geldiği andan itibaren tüm bu bilinmezliklerle dünyada tek başına kalmış olduğunu sanır. Bir yandan eşinden de saklanma ihtiyacı hisseden Juni, büyükkanne ve büyükbabasının bıraktığı bu evde onlarla anılarını yeniden canlandırır. Büyükannesi oldukça neşeli ve eşi Kongrad’a aşık bir ressamdır. Büyükbabası ise sahiplenen ve eşi Tekla’dan gözlerini alamayan bir denizcidir. Birlikte çok özgün ritüelleri vardır. En bariz örneklerinden biri kitaba da adını veren yağmurda dans etmeleridir. Büyükanne her yağmur yağdığında bahçeye çıkmak ister ve eşine “Hadi gel, yağmura çıkalım ve alkışları kabul edelim.” der.
Juni duvardaki aile fotoğraflarına bakarken anılara daldığı vakit büyükannesinin eşyalarının olduğu bir kutuya denk gelir. Gençliklerine ait olduğu belli olan fotoğrafta büyükannesi mavi gözlü bir delikanlıyla yan yanadır. Bu bir Alman askeridir. Fotoğrafın arkasındaki tarih ile annesinin doğum tarihini ve dedesi Kongrad ile evliliklerini düşündüğü vakit binlerce soru işareti ile bir başına kalır. Annesi Lilla, Kongrad ve Tekla’nın evliliklerinden önce Alman askeriyle evliliklerinden de bir yıl sonra dünyaya gelmiştir. İnsan kötü şeyler yaşadığı vakit bunu yaşayanın sadece kendisi olduğunu zanneder. Fakat bir başka yaşayanla karşılaştığında yalnız olmadığını hisseder. Acının yutkundukça boğazı yakan hissiyatı hiçbir zaman geçmese de bu acının bir başkasına da etki ettiğini düşünüyor olmak kendi zayıflığımızı düşünmekten daha iyi hissettirir. İşte bu olaydan sonra Juni de babasını bilmeden büyüyen kişinin yalnız kendisi olmadığını fark eder. Bunlardan biri ile karşılaşmıştır. Demek ki annesi Lilla da babası olmayan bir adamla büyümüş ve kendi babasını hiç görmemiştir.
Alman askerine ne olduğunu, Norveçli bir ailenin kızı olan Tekla’nın bir Alman askeriyle nasıl evlenebildiğini ve yaşanılanları merak eden Juni bir yandan da hamile olduğunu öğrenir. Kocasının kendisiyle tanışmasından kısa süre sonra kıskançlık bahanesi altında gösterdiği hareketlerden memnun değilken kendi çocuğunun da ona benzeme ihtimaline karşılık onu doğurmak istemez. İnsanların eşlerini seçerken doğacak çocuklarını düşünmeleri gerektiğini fark eden Juni, seçilen eşleri çocukların karakterlerini düşünerek seçilmeleri gerektiğini söyler. Bu bakış açısı kitap içerisinde beni çok etkiledi. Duygusal anların hiçbirinde mantığımızı harekete geçiremediğimizi bilsem de bu durum ikisinin uyumlu çalışmasının gelecekte ne kadar etkili olabileceğini gösteriyor.
Nazilerin yaşattığı korkunç acılara yer veren Trude Teige, el konulan evlerin, eşyaların yanında defalarca ve farklı askerler tarafından tecavüze uğrayan kadınların doğurduğu çocukları da anlatıyor. Böyle bir tecavüzün mağduru büyükanne Tekla’nın belki de o Rus askerlerinden birinin kendisine bıraktığı bir acı olduğunu düşündüğü kızı Lilla için arada kalmışlığı o kadar iyi anlatılmış ki yüreği parçalanmadan bu masadan kalkan olmayacak. Tekla’nın sesi kulaklarda yankılanıyor. “Suçlu sen değilsin, sen masumsun.”
Tekla aşkı için genç yaşta kurulu düzeninden ve ailesinden vazgeçer. Yollara, kamplara, mahremiyetin olmadığı alanlarda herkesin önünde işeyebilmenin utancına, temizliğin veya bir temiz suyun özlemine karşı güçlü durmaya çalışırken tek dayanağı dört duvarı yıkıp bir direğe tutunduğu kocası Otto olmuştur. Daha sonrasında Rus askerlerinin acımasız saldırılarının altından kalkmaya çalışırken acısı başka bir acıyı doğurur. Tekla acısının adını Lilla koyar. Onu bir yağmur dansı altında doğurma kararı almıştır. Hayatını düzene koyduktan ve Kongrad ile evlendikten sonra mahremiyetine büyük önem göstermeye, özellikle resim çizerken sükunete dikkat eder. Kongrad kendisi için acısı durmaksızın acıları doğururken gelen yaz yağmuru gibidir. Kendisinden sonra kızına miras bıraktığı kaderi, daha sonrasında torunu Juni’ye miras kalır. Fakat acının mirası yanında aşkı da getirir. Çünkü, acı aşktır. Juni de acıyı devraldıktan sonra kendisine yeni bir yol çizmenin gücünü ve karnındaki çocuğu doğurma isteğini içinde bulur. Bununla birlikte aşkı da… Çünkü bunlar da mirastır kendisine. Genç büyükbabası Otto’nun büyükannesi Tekla’ya dediği gibi: Eğil ama asla bükülme.
- Trude Teige – Büyükanne Yağmurda Dans Etti
- Ketebe Yayınları – Roman
- Çeviri: Ayşe Erbulak
- 296 sayfa