Tolstoy’a atfedilen ve bir hikâyenin muhteşem olmasına giden yolu özetleyen bir tanımla başlamak istiyorum.
“Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.”
Sözü kim söylemiş olursa olsun, bu çıkarım bizi bir yazarın temel sorularından birkaçına götürür: Neyi (hangi olayı/olayları, hangi durumu/durumları) anlatacağım? Nasıl anlatacağım? Hikâyeyi kurgularken, metni yazmaya niyetlenen yazarın cevabını bulması gereken sorulardan bence en temelleri bunlardır. Olayları ve durumları anlamadan anlatmak yine bence mümkün değildir. Çok temel ve basit gibi duran bu iki soru, aslında sorunların en büyüklerini oluşturur. Yazarın en zorlandığı ve karar verirken en çok zamanını tüketen sorulardır da. Yine bence. Yazmak eylemi içindeki yazarın kendine vereceği cevaplar, serüvenin gidişatını çoğunlukla belirler ancak önceden verilen cevaplar zaman içerisinde değişebilir. Bu süreç tüm aşamalarıyla değişkendir. Umulduğu kadar tekdüze değildir. Yolda bile değişir, dönüşür, başkalaşır. Metinle beraber, yazarı da bu yolculukta farklılaşır. Cevabını bildiğiniz sandığınız sorularınız, yol esnasında sizi eğitir ve yontar. Yazmak, biraz da yazarın kendini keşfidir.
Mesut Barış Övün’ün ilk kitabı ve romanı Salınımlar, yazmaya niyetlendiğim her kitap fikri öncesinde saplandığım bu monoloğa yeniden düşürdü beni. Anlatılacak hikâyenin kapsamı ve niteliğinin, hem yazar hem de okur gözünde ne denli önemli olduğunu yeniden keşfettirdi. Bir kitaptan beklentimizin ne olduğunu da yeniden düşündüm. Birçok açıdan daha önce sorduğum sorularla beraber başka başka sorular sormamı da sağladı. Bir romandan ya da bir öykü toplamından beklediğimiz, biraz da bu değil midir zaten? Okuduklarımızla kendimizi yeniden veya yeni baştan kurcalamamızı sağlıyorsa, sizi düşünmeye itiyorsa, başka metinlerle veyahut başka türden sanat eserleriyle yol düşümlerine neden oluyorsa, bir yazar amacına ulaşmış sayılmaz mı?
Özünde çok temel bir hikâye var Salınımlar’da. 80’lerin sonu 90’ların başı (belki de 2000’lerin başı) olduğunu düşündüğüm bir zaman diliminde, anlatıcı karakterimiz bir kasabaya gelir. Doğansu, bir tatil kasabasıdır ve Murat, üniversite arkadaşının sahibi olduğu ufak otelde kalmaya, sonrasında da oluşan şartlar nedeniyle çalışmaya başlar. Üniversite arkadaşı Begüm’ün hayatına baktığında kendi konumunu sorgular bulur. Onun hayatındaki konumunun aniden değişimi ve ilişkilerinin birden sınıfsal bir boyuta geçmesi hikâyeyi kırar. Bununla beraber üniversite başlayana kadar geçmesi gereken yaz ayları vardır: Üniversite uzadığı için paraya ihtiyaç duyar, zaten bu kasabaya gelmesinin sebebi de aniden bir gecede çalıştığı geçici otel işinden kovulmasıdır. Bir de tabii ki hüzünlü bir aşk hikâyesi ilişir metne. Begüm’ün kız kardeşi Sunay’la yavaş yavaş yakınlaşır Murat…
Bir yaz boyunca bu otel etrafında ülkenin, kasabanın ve insanların yaşadıklarını karakterler üzerinden dinleriz. Dinlediklerimiz sadece o zamana ait gibidir. Dinlediklerimiz sadece o zamana ait değil gibidir. Ülkenin siyasi iklimi, ekonomik koşulları, halkın seçimleri ve kavramlara bakışları tanıdıktır. Kuşakların olanlara ve olaylara, hayata ve zamana, sebeplere ve sonuçlara bakışları tanıdıktır.
Mesut Barış Övün, Salınımlar’da yarım kalan kırık bir aşk hikâyesi anlatıyor gibi görünür. Fakat yaptığı tek başına bu değildir. Murat’ın hikâyesinde her şey onun hayatında bir fondur. Gelecek kaygısı, ekonomik kriz, siyasi sorunlar, insanlar hakkında düşünceleri, insanların onun hakkındaki düşünceleri, olanlar, olmayanlar, olaylar… O üç ay boyunca yaşanan her şey akar gider. Murat’ın etrafını saran her şey, yaşamının bir parçasıdır. Sıradandır, hayatın akışındandır. Tıpkı bizim kendi hayatımıza baktığımızda, etrafımızdaki her türlü soyut ve somut durumlara karşı takındığımız tavırlar gibi. Aldığımız kararlara bir şeyler sebep olur. Farkında olduğumuz ya da bilinçaltımızın tetikledikleri kararlarımızı etkiler. Murat’ın Sunay’ın öpücüğündense bakışında takılı kalması bunun bir göstergesidir. Hayatımızda buna benzer şeyler yaşarız. Bunlara takılır kalırız. Murat hayatın içinden birisidir ve yazar bunu romanında çok güzel işlemiştir. Kitabı bitirdiğimizde önce karakteri, sonra kendimizi sorgularız. Ne kadar insani. Ne kadar hayatın tam orta yerinden bir metin deriz. Halbuki hiç öyle değildir. Hangisi olduğunu bilmediğimiz bir senenin yaz aylarında geçer roman. Onmamış bir aşkın hüznüyle seneler sonra yazılmıştır. Ancak sadece bu aşkı anlatmaz. İnsan olmanın hallerini, fizik kanunlarına tabi olduğumuz gerçeğiyle anlatır. Bir kahraman bir kasabaya girer, bir şeyler olur, bir şeyler hep olur, onun ve etrafındakilerin hayatı değişir. Olan budur.
Salınımlar, seneler sonrasından bu günlere baktığımızda, “insanlar nasıl bu romanın kıymetini bilememiş” diyeceğimiz gizli kalmış bir metin gibi. Bugünlere seneler sonrasından bakmadan, günümüzde bu metnin kıymetini bilmeniz dileğiyle. İyi niyetle öneririm.
Kitabı okurken Ömer Kavur’un Kırık Bir Aşk Hikâyesi filminin müziği kitaba fon müziği oluverdi. Müziği açıp dinlemedim üstelik.
- Salınımlar – Mesut Barış Övün
- Alakarga Yayınları – Roman
- 152 sayfa