Bu yazı daha önce Şimendifer Edebiyat’ta başladığım Kurmaca Söyleşiler’in üçüncüsüdür. Bu defa konuğumuz Peyami Safa’nın Yalnızız adlı romanındaki Samim karakteridir. Samim’le kurmaca bir söyleşi yaparak; kitap ve kitabın içerisinde bahsedilen ütopya Simeranya’yı tanıtmak, okuyanlar için de bir güzel hatırlatma yapmak amaçlanmıştır. Röportajın büyük bir kısmı kitaptan doğrudan alıntılar içerir. Bergson ve Sezgicilik üzerine yapılan bahislerde Beşir Ayvazoğlu’nun kıymetli biyografisi Peyami‘den yararlanılmıştır.
Söyleşideki soru cevap akışına uygunluk açısından alıntılanan metinde bazı değişiklikler yapıldığını da belirtmek isterim. Ayrıca hikâyenin seyrine dair önemli bilgilerin aktarılmamasında özen gösterildi ve en güzel cümleler geride bırakıldı. Hatalar ve kusurlar için affınıza sığınıyorum.
İyi okumalar.
Öncelikle davetimizi geri çevirmeyip bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Nasılsınız, iyi misiniz ?
İyiyim, teşekkür ederim. Sizler de iyisiniz umarım. Herkesin malumudur, Simeranya benim için ziyadesiyle mühim bir mevzudur. Bu mesele hakkında fikir münakaşasında bulunmak, bazı tafsilatlara girmek benim için de pek faidelidir.
Samim Bey, Simeranya’yı konuşacağız elbet ama önce Peyami Safa’dan bahsetmek istiyorum. Kendisiyle nasıl tanıştınız?
Sizlerin bugün Cumhuriyet aydını diye tanıttığı bir cemiyete mensup Peyami Safa, bu cemiyetin diğer mensupları gibi birçok fikri katı bir şekilde savunmuş ve zamanla bunlardan yine kendisi vazgeçmiş. Bir zaman sonra da maddeyle yetinemiyor, maddenin ardındaki aramaya koyuluyor. Bizim tanışmamız da bu vesileyle gerçekleşti diyebilirim, bu arayış bizi bir araya getirdi.
Efendim, şöyle de bir durum var: O vakitlerde pek çok aydınımız benzer bir arayış içerisindeler, mesela bir zaman Peyami Safa’ya en yakın isim olarak ilk akla gelen Necip Fazıl. Sizce bu arayışın o devirde gerçekleşmesinin sebebi nedir?
Önce şunu söylemek gerek, bu arayış da Avrupa’da cereyan hadiselerin yansımalarını taşır. Necip Fazıl bey iyi bir örnek, o da bir vakit sonra maddeyi bırakıp dine adıyor kendini. Birazdan ayrıntısına gireceğiz, Simeranya’da hiçbir mesele tek bir yönden irdelenmez, her nev-i zuhur sosyal, ekonomik, psikolojik birçok sebebe dayanır. İki cihan harbi arasında dünyanın birçok yerinde benzer buhranlar yaşanıyor. Bunun altında yatan bir sebep Pozitivizm’in 1. Cihan Harbini kaybetmesidir.
Pozitivizm’in 1. Cihan Harbini kaybetmesi derken neyi kast ediyoruz?
Her şeyden önce, böyle bir arayışa giren insanlar Pozitivistlerdi. Bu yüzden ısrarla maddeyi vurguluyorum. Cumhuriyet aydınının çoğu pozitivisttir, maddeye ve neden sonuç ilişkisine sıkı sıkıya bağlıydılar. Peyami Safa’nın hamisi Dr. Abdullah Cevdet de ülkemizde bu ideolojinin öncülerindendir biliyorsunuz. Peki Pozitivizm 1. Cihan Harbini nasıl kaybetti? Batı cemiyetinde Aydınlanma ile birlikte artık sürekli bir iyiye gidişin olduğu fikri hakimdi. Batı zamanı gelince Doğu’yu da aydınlatmalıydı, savaşın sebeplerinden biri de budur. Ama öyle olmadı. Savaşın fevkalade fena sonuçları Avrupa’da, herkesin gözü önünde cereyan etti Oradaki aydınlar bu şoku uzun süre atlatamadılar, fark ettiler ki iyiye giden bir şey yok. Medeniyet diye övündükleri sistem, karşılarına savaş ve yıkım olarak çıkmıştı. İşte bu medeniyetin temelindeki Pozitivizm’i o zaman sorgulanmaya başladı. Bu aydınların bir kısmı Pozitivizm’den vazgeçtiler veya daha aşırı bir yol seçtiler: Materyalizm. Bir kısmı da intiharı seçtiler. İşte bu vakitler Bergson’un ve görüşlerinin adını duyurduğu yıllardır.
Bergson ve sezgicilik. Siz ve Peyami Safa’nın buluşma noktası diyebilir miyiz?
Elbette. Bergson bize şunu hatırlattı: Görünenin ardında bir görünmeyen var. His diye bir şey var, sezgilerimiz var, olağanüstü olaylar olmaya devam ediyor. Madde ve bizim ona dair bilgimiz bu dünyadaki her şeyi açıklamaya yetmiyor. Bergson bütün bu sonuçlara aklı kullanarak ulaşıyor ve şunu söylüyor: Aklın ulaşabileceği en yüksek mertebe, acziyetini kabul etmektir.
Yalnızız sayesinde bu konu hakkındaki fikirlerinizi epey detaylı öğrenebiliyoruz. Artık yavaş yavaş esas mevzumuza gelelim. Tabi bu sırada ailenizden de bahis açmak isterim. Kardeşiniz Besim Beyin de kendine has bir dünya görüşü var. Bir yerde şunu söylüyor: İnsanı yalnız bir illet öldürür, o da sıkıntı.
Kardeşim Besimle tabiatımız çok farklı, bunu siz de fark etmişsinizdir. Hedonist bir yaşam tarzına sahip, yanlış anlamayın onu kötülemiyorum. Mefharet, ben ve Besim üçümüz de birer mirasyedi sayılırız, bir maişet derdimiz yok. Ben kendimi düşünmeye verirken, Besim yemeğe vermiş. Ama bu sıkıntı meselesinde hakkı var. Her sıkıntı bir isyan hazırlığıdır. Ruhta başlayan bu hazırlık vücudun hastalanması şeklinde organik bir isyana çevrilir. İşte Simeranya’da tedavinin hareket noktası da budur. Her hastalık evvela ruhta başlayıp sonra vücuda tesir etmiş bir isyandır. Simeranya’da her türlü hastalığın amilini evvela hastanın hayatında ve ruhunda ararlar. Ümitsiz bir aşk, çok sevilen birinin ölümü, vicdan azabı… Ve bu ağır ıstırap yükünü kaldıramayan ruhun sıkıntısı ve isyan. İşte o zaman, hastayı kaderinin aksiliklerine intibak ettirecek bir ruh tedavisi başlar ve mucizesini verir.
Bu ruh tedavisinden kastımız nedir?
Simeranya’da herkes, hayatın çaresizlikleri önünde sinirlenmemeyi, isyan etmemeyi öğrenir. Bütün ailelerde ve müesseselerde her gün yapılan ruh sporu budur. Kendine göre ayinleri var. Öyle ki bütün Simeranya’da derin bir sükun ve tevekkül havası var. Bu sebeple herkes, bir isyan halinde bu isyanla mücadeleyi kendi başına gerçekleştirebilir.
Hazır aklımdayken şunu da sormak istiyorum. Besim beyin bir manada hedonist olduğunu siz söylediniz. Siz ise başka duyarlıklara sahipsiniz. Fıtraten bir farklılık söz konusu.
Sözü nereye getirmek istediğinizin farkındayım. Kaderin bir garip tecellisi diyebilir miyiz bilmiyorum, ailemiz bana Samim, kardeşime Besim ismini uygun görmüş. Açık bir şekilde Besim beslenmeye, yemek yemeye aşık bir insan. Birçok defa talaş kebabına ilan-ı aşk etmiştir. Benim için ise her şeyden önce samimiyet gelir.
Yani isimleriniz ve fıtratınız arasında bir bağ söz konusu.
Kuşkusuz. Bu inkar edilemez. İnsanın varlığı ve fıtratı birçok sebepten müteşekkildir. Elbette bize verilen ismin de üzerimizde mühim bir tesiri vardır. Bugün bunu maddi sebepler içerisinde açıklayamıyor oluşumuz bu hakikati göz ardı etmemize imkan tanımaz.
Benim için her şeyden önce samimiyet gelir diye ifade ettiniz. Sizin hususi hayatınızı irdelemek değil niyetim, ancak notlarınızda geçiyor ve sizin için samimiyetin önemine dair önemli bir örnek zannediyorum: Meral hanımla aranızda yeşil renk üzerinden bir tartışma geçiyor.
Hayır bir tartışma değil ama bir şüphe diyelim, ya da Besim’in ifadesiyle sıkıntı. Sonra kendisiyle bu meseleyi aramızda konuştuk ve hallettik. Beni o gün rahatsız eden düşünce: Meral bir defasında yeşile bayılırım demişken, diğerinde beğendiği bir arabanın rengi için keşke yeşil olmasa da mor olsa demişti.
Siz de bu durumdan üç ihtimalli bir sonuca vardınız.
Evet. Ya sekiz ay evvel yalan söylemişti: His birliği aldanışı vermek için. Ya da sonrakinde: his kopuşu azabı vermek için. Yahut da hakikaten değişmişti. Birinci ve ikinci ihtimal: Fettanlık. Üçüncü ihtimal: İsyan.
Samim Bey bizim teferruat deyip geçeceğimiz hadiseler üzerinde fazlasıyla meşgul olduğunuz apaçık. Belki de sizden sonrakilerin en büyük eksikliği bu hassasiyeti koruyamamak. Ya da bu aşkın türlü hilelerinden biridir diyebilir miyiz? Yine notlarınızda geçiyor: Kendisine aşktan başka bir gaye arayan aşkın kendi kendine yetersizliği. Bizlere aşka dair diyecekleriniz nelerdir?
Aşk bir muamma, sadece sezebiliyoruz. Fakat bazı kuralları anlayabilmek mümkün. Mesela aşk kendi başına bir mücadeledir, aşkın içine başka mücadeleler girdi mi aşk bitmiştir. Bu bir hudut ihlali olarak da nitelendirilebilir. Yine Goethe’nin bir şiirinde geçer, tam olarak hatırlayamasam da şu minvaldedir: Aşka ait her mesele, yalnız onunla, onun içinde hallolur. Aşk kendisine dışarıda ne hedef, ne vasıta arar. Dışarıdan himayeye de ihtiyacı yoktur. Bir sömürge değil, muazzam bir imparatorluktur o.
Dediğiniz gibi aşkın türlü desiseleri vardır, bazen de bıçaklar saplar bize yaralar. Zekamın istikametinden gururuma saplandığı bu bıçakların acısı birçok geceler beni uyutmamıştır.
Yine Besim Bey’le bir konuşmanız oluyor. Platonik aşka inanıyor musunuz?
Evet. Ne cinsiyete, ne menfaate, ne de gurura bağlanması mümkün olmayan bir aşka inanıyorum.
Pekala, Dip Zıtlık diye bir şeyden bahsediyorsunuz, biraz açabilir miyiz?
Mantıktaki zıtlık prensibi bilinir. Bir şey aynı zamanda hem var hem de yok olamaz. Doğru-yanlış, aydınlık-karanlık, haz-keder…arasındaki zıtlıklar da bilinir. Bu zıtların var olmak için, birbirlerine muhtaç oldukları anlaşılmıştır. Ruhsal yaşamda, bilhassa düşünce yaşamında, bu zıtların diyalektik bir hareketle kaynaşarak bir senteze kavuştukları Platon’dan Hegel’e kadar gelen bir tarih içinde gittikçe daha fazla aydınlanmış bir fikirdir. Her hazzın kedere ve her kederin hazza gidişi veya istekle veya isteksiz arasında gidiş geliş böyle bir iç diyalektik hareketinin sonucudur.
Bunların arasında devamlı çatışmadan doğan bütün zıtlıkların sebep olduğu felaket ve kederlerin hepsi ‘olmak dramı’ adını alır. İnsandaki varlaşma hamlesi, ölüm korkusu ve nefretiyle birlikte sonsuzluk özleyişini vücuda getirir; yoklaşma hamlesi ihtiyarlığa ve ölüme götürür. Bu Simeranya’da, insana gelen değil, insanın ona gittiği bir sonuç gibi görülür. Yani yoklaşma pasif değil, varlaşma gibi aktiftir.
Olmak Dramı, bunu örneklendirebilir miyiz?
Kardeşim Mefharet gibi galeyanlı tiplerde bu açıktır. Kardeşim endişe ile beslenen bir ruha sahip olduğu için üzüntüye ne kadar muhtaç olduğunu bilirim. Feveranlı ruhlarda iç mücadele zevkinin şüphe, korku, hınç, öfke ve kuruntu gibi düşman hisleri kendi dinamizminin gıdalarını aradığını ve bulamayınca, ansızın bomboş kalan ruhun dayanılmaz bir sıkıntı içinde kıvrandığını görebiliriz. Başının belasını arıyor der halk. Her insan arar bunu farkında değildir. Sanatkarlar hissederler. Fuzuli’yi hatırlayın: Yani ki çok belalara müptela kıl beni. Hamid de Makber’in önsözünde, “Kederimin artması için sevinmek isterim” der. Aynı şeydir, sevincinin artması için kedere ihtiyacı var demektir.
Bu örnekle beraber Olmak Dramı daha anlaşılır oldu. Hatta bugünkü neslin birçoğunun bu feveranlı ruha örnek hasletler taşıdığını görebiliyorum. Çok yerinde bir tanımlama. Pekala şimdiye kadar aşktan, sıkıntıdan bahsettik. Simeranya’ya da bu konular açısından değindik. Şimdi ben iki konuda Simeranya’daki yaklaşımı merak ediyorum: Birincisi eğitim, ikincisi ekonomik sistem.
Müsaade ederseniz, önce eğitimden bahsedelim. Bence, bütün mesele, insanın umumi kültürünü ve meslek bilgilerini ihtiyaçlarına ve istidadına göre hazırlamasının yolunun kendisine göstermek ve vasıtalarını vermektir. Müfredat programlarının ezici yükü altında bunalan şimdiki mekteplerde her çocuğun ayrı ihtiyaç ve istidadı hesaba katılamaz. Talebe derse çalışmaktan ve imtihana hazırlanmaktan şahsi araştırmalara da vakit ve enerji bulamıyor. Halis kültürü de, meslek bilgisini de bu şahsi araştırmalar verir. Simeranya’da istidadları tayin eden mükemmel testler vardır. Tahsil küçük yaştan itibaren başlar ve zorlama yoktur.
Bizim bugünkü yapboz tahtamızdan fersah fersah ötede bir tahsil düzeninden bahsediyorsunuz. Peki ekonomik sistem nasıl Simeranya’da?
Devlet ‘kazanç ayarlaması’ yasasını büyük bir titizlikle uygulatır. Görevi budur. İhtilafları kazanç mahkemeleri halleder. Sosyal sigorta, işçiyi ömrünün sonuna kadar aksiliklere karşı güven altına almıştır. İşsizlik yoktur. Sermaye sahibi tarafından istismar edilmek de yoktur. Fakat herkesin kendi liyakatine göre mülkiyeti vardır. Fakir bugünkü dünyamızda olduğu kadar fakir değildir; zengin de prensler sınıfının şımarık çocuğu değildir. Kazanç farkları ayarlanmış ve azalmıştır.
Samim Bey, son olarak şunu sorayım: Notlarınızda Simeranya’ya olan yolculuğunuzda size eşlik eden kılavuzun giysileri ayrıntılı bir şekilde yer alıyor. Nasıl giyiniyorlar Simeranya’da, fark nedir?
Boyunlarından ayak bileklerine kadar deri gibi yapışık, ipekten daha ince, şeffaf ve mavi elbise giyerler.
Ancak bu bütün vücudun sergilenmesi demektir?
Evet öyle ancak şu var: Orada insanlar arzu ve isteklerini kontrol altına almışlardır, buradaki şartlar altında düşünmemek gerekir.
Samim Bey, elbette Simeranya ile ilgili konuşulacak çok husus var, bunun için birkaç saat de yeterli olmuyor. Notlarınızı yayımlamak, bastırmak gibi bir düşünceniz var mı?
Evet, Simeranya adından bir kitap çıkarmayı düşünüyorum. Onu parça parça ilhamlar ve düşünceler halinden kurtarıp bir plana göre yazmak daha iyi olacak. Böyle bir kitap sayılı birkaç adamı düşündürebilirse hedefine varır. Simeranya’yı iki yüzden fazla bastırmayarak her meseleyi dünya perspektifinde görebilen kimselere hediye etmek mümkündür.
Samim Bey vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Aslında soracak daha çok şey vardı, ancak zaman da kısıtlıydı. Daha İspirtizma deneyleri ile ilgili fikirlerinizi de soracaktım.
Hayri İrdal beyden de bir randevu aldığınızı işittim, eminin o bu konuya daha vakıftır, size arzu ettiğiniz malumatı verecektir.
Dediğiniz gibi olsun efendim, tekrar teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim, esen kalın.
Rasih Aslantürk