(De ki İşte, İle, Uzak, Hani, Tümceler)
Nasıl desem, nasıl anlatsam size Oruç Aruoba’yı?
Şöyle başlayayım o zaman sevgili okur; yeri geldiğinde dağınık ruhuma ilaç mı olmadı, her cümlesinde beni allak bullak edip çaresizliğimi mi hatırlatmadı, saklamaya çalıştığım duygularımı gizemli kelimeleriyle ele mi vermedi, hayatımı sorgulatıp bana yeni fırsatlar mı sunmadı? Daha neler neler…
Oruç Aruoba kitapları ile ilk defa lise yıllarında tanışmıştım. Lakin o sıralar bu kadar etkilememişti beni. Bunun nedeni daha bir çok şeyin farkında olmamamdı. Hayata atılmaya ve kendi ayaklarımın üzerinde durmaya başladığım zaman onun cümlelerini daha anlar olmuştum. Çünkü hatalarım arttıkça tecrübelerim de artıyordu. Zaten bu kısımda Oruç Aruoba devreye giriyor sevgili okur. Yazdığı şeyler o kadar “siz” ki; siz bile inanamıyorsunuz. Her cümlesi suratınıza suratınıza çarpıyor. Hatta onu okurken çoğu kez durup kendi kendime şunu demişimdir: “Nasıl olurda beni bu kadar anlatabilir?” Zaten bir yazar böyle olmamalı mı? Okurun hayatından bir şeyler yazmalı ki onu kendine çeksin,üzerinde düşünmesini sağlasın. İşte böyle bir yazar Oruç Aruoba.
Okuduğum edebiyat dergisinde bir yazar röportajında şu cümleleri kullanmıştı: “Bir yazar önce kendi kapısının önünü anlatmalı, en iyi bildiğini en iyi tanıdığını.” Onun cümleleri de çoğumuzun kapısının önü. Bu yüzdendir ki onun verdiği tadı çoğu yazardan alamam. Ayrıca felsefeci olmasının verdiği düşünür yapısıyla da her daim düşündürür okurunu. Bunu hep hissedersiniz kitaplarında. Analitik şiir ruhunu fazlasıyla görürsünüz.
Evet sevgili okur, bir başucu kitabınız olsun istiyorsanız Oruç Aruoba’ya da yer verin, yer verin ki kendinizi tanıyın, etrafınızı tanıyın, en uzak yakını ve en yakın uzağı tanıyın…
(De ki İşte)
*Her yaşanan geçicidir; her yaşayan ölümlü… Ölüm de, öyleyse, yaşayanın geçiciliğidir. Ama demek ki ancak yaşamış olan ölebilir: Öyleyse ölen yaşamış olandır, yaşayan da ölecek olan; yani öyleyse, işte, ölüm yaşamdır. Yaşanan ne denli ölümse, ölümde o denli yaşamdır.
*Yaşamında şunları da yaşayabileceksin:
1) Birisini, ona söyleyecek bir şey bulamadığın için, aramak…
2) Birisini, onu artık görmeyeceğini söylemek için beklemek…
3) Birisini, onu görmemeye dayanamadığın için terk etmek…
Neler yaşamayacaksın ki!..*Yaşamın, beklediğinin gelmemesi-ki, işte: senin de, gelmeyeceğini bildiğini beklemen olacak.
*Her şeyden önce unutmamalısın ki, yaşam zordur: “yaşamak” ise kolaydır; sana istemeden, verilmiştir; sana verilen kadarı da koşulsuz, öylesine senindir-kolayca, hafifçe…
Ama yaşam hazır verilemez sana-
sana hazır verilen her “yaşama biçimi” de, sana aykırıdır; seni aykırı, çarpık hale sokar; ona uyarsan.
Yaşam, senin,
verilmeden yapmayı öğrenmen gereken bir şeydir: senin, kendi başına, arayıp, bulup, kurmak zorunda olduğun bir şey…
Bu da işte zordur.
Üstelik, neyi arayacağın; neyi araman gerektiği; neyi bulursan ‘doğru’yu bulmuş olacağın; neyi nereye kadar kurabileceğin -bütün bunlar konusunda da hiçbir ipucu verilmeyecek sana:
bu konuda sana verilmeye çalışılacak
bütün ‘telkin’ler, yol göstermeler de, daha başından, aykırı, yanlış
olacak.
*Beni alıp huzuru bilen güneşin en güzel batışını seyretmeye götür buralardan… Beni alıp güneşe götür ki son bir kez daha yanayım… (İle)
(Uzak)
*Özlem, özlenene ulaşamadıkça, özleyenin heryerini
kaplar — kendisini bile; artık, kendisinden, kendi
varlığından, kendi varoluşundan bile,
kuşkuludur —Özlem, kendisini bile özler hâle gelebilir…
— Özlemin özlediği —belki de—
kendisidir—*Nasıl, gelmeyeceğini bildiğini beklemen
“bilgelik sevgin” ise, geleceğini bildiğini beklemen
de, sevginin kendisidir—
İşte—*Özlem, örneğin, işitmeyeceğini bildiğin birisine —
yalnızca ona; ama, kendi kendine— “Neredesin?”
diye seslenmendir.
(Tümceler)
*Haydi -gelme artık bu gece; bırak, yanlış çıksın beklentim –
ki, bileyim, sen o’sun: o, beklediğim…
Bekliyorum -gelme; ki bileyim.
Gelme!*Felsefe yapmak, kişinin, gelmeyeceğini bildiği birisini beklemesine benzetilebilir.
(Hani)
*Sana aldırmaz; öyle hemen de çıkıp gelmez sana, sen onu ne denli bekliyor olsan da.
*İnsan gerçeği, yapılmışsa, gerçektir.
İnsan gerçeği, yapılmış gerçekliktir.
Birşey, gerçeklik olarak yapılıyorsa, o, insan gerçeğidir.
İnsan, kendi gerçekliğini kendisi yapan gerçektir.