*Bir başka kurmaca röportajla karşınızdayız. Bu ayın konuğu Alper Canıgüz’ün meşhur dedektifi Alper Kamu. Beş yaşındaki Alper’le kurmaca bir röportaj yaparak; yaşamla ve büyüklerin dünyası ile alay etmek, kitapları tanıtmak ( Oğullar ve Rencide Ruhlar, Alper Kamu- Cehennem Çiçeği) ve okuyanlar için de, bir hatırlatma yapmak amaçlanmıştır.
Röportajın büyük bir kısmı kitaptan doğrudan alıntılar içerir, bunlar italik olarak yazılmıştır. Bazı yerlerde soru cevap akışına uygunluk açısından bazı değişiklikler yapıldığını da belirtmek isterim. Ayrıca hikayenin seyrine dair önemli bilgiler aktarılmamasında özen gösterildi ve en güzel cümleler geride bırakıldı. Hatalar ve kusurlar için affınıza sığınıyorum. İyi okumalar.
Alper Bey, davetimi kabul edip buraya geldiğiniz için teşekkür ederim.
Rica ederim. Kitaplığınız güzelmiş, ancak Orhan Pamuk’ta ne buluyorsunuz anlamadım. O fil dişi kulesinden zırvalamaya devam ediyor. Bir de Peyami Safa var tabi, bir yazarın bu kadar çok kitabını okumamış olduğunuzu umut ediyorum. Açın biraz felsefe okuyun, psikoloji, psikiyatri okuyun. Bir yazarın etrafında bu kadar dolaşmayın. Kadın düşkününün teki zaten.
Neden böyle dediniz?
Nasıl öldüğünü biliyorsunuzdur, alışkanlıkları malum, annemin gibilerin tabiriyle bir dostunun evinde. Eşinin o gece Peyami’ye “Git, bir daha gelemezsin inşallah,” diye beddua ettiği söyleniyor.
Bedduaya inanıyor musunuz? Ya da şöyle sorayım, sizce böyle metafiziksel şeyler mümkün ve tanrı var mı?
Emin değilim. Babamın hem aşk hem tanrı için söylediği bir şey var: “İnanıyorsan var olup olmaması pek önemli değildir. Ayrıca en büyük inkarcının da en büyük inançlının da içinde bir nebze kuşku vardır. Ve elbette ki, aşk da tanrı da ölümsüzdür.” Babamın söylediği, benim de nadiren ikna olduğum bir düşünce. Bence tanrı varsa o karanlıktır, size şah damarınızdan daha yakın, her yerde olan ve gören, her zaman sizi sarmalayan başka ne olabilirdi ki?
Hızlıca felsefeye girdiniz. Ben daha yavaş alırdık diye düşünüyordum. Daha çocuksunuz, hadi felsefeyi, psikolojiyi anladık diyelim, psikiyatri kitabı okumak nedir?
Teyzemin oğlu psikiyatr.. Arada onlara gittiğimizde kitaplarını karıştırıyorum. Hem birinci elden tecrübem de var psikiyatrik vakalarda.
Sizin gibi kaç çocuk vardır ki? En azından ben görmedim.
O kadar da büyütülecek bir şey değil. Okuma yazmayı evde babam öğretti. Ben de o günden beri elime ne geçerse okuyorum işte. Kardeşim yok, arkadaşlarım budala ve annem de kaçık. Siz olsanız ne yapardınız?
Okula gitmeden önce okuma yazmayı öğrenen bir sürü çocuk var. Hiçbiri boş zamanlarında psikiyatri kitapları okumuyor.
Pekala. İşin aslı şu: Bebekken radyoaktif bir entelektüel tarafından ısırılmışım. Sonra da bu hale gelmişim işte.
(Gülüşmeler) Sizin bu keskin zekanızla başa çıkmak zor. Anaokuluna gidiyor musunuz?
Okul bana uygun bir yer değil, dikiş tutturamadım. Sizli bizli de konuşmayalım lütfen, beni onure ettiniz teşekkür ederim ama büyüklerin dünyasındaki laf kalabalıklarından, nezaket gösterilerinden hazzetmem. Lafı gevelemeden, doğrudan konuşmayı severim.
Tamam dediğin gibi olsun, okul eğitimine önem vermiyor musun?
Eğitim denen şeyi ne zannediyorsun? Okulda insanın asıl öğrenmesi gereken, anlatılan dersler değil ders anlatılırken susulması gerektiğidir.
Ne diyeyim yine haklısın. Peki kimleri okumayı seviyorsun?
Marx, Nietzcshe, Zweig.
Bu okudukların çok ağır yazarlar değil mi?
Neyi ağır? Marx’ı ele alalım, bambaşka bir şeyden bahsetmiyor ki. Geçen mahalleden bir arkadaşım şöyle dedi: “Benim adım Kerim, bugün buldum bugün yerim, yarına Allah kerim.” Hey gidi koca Marx kalk mezarından da gör bak bakalım diyalektik nasıl olurmuş! Kısaca, bunları anlamak değil, anlayamamak tuhaf. Sana da yardımcı olabilirim.
(Gülüşmeler) Annen baban seninle nasıl idare ediyor?
Dediğim gibi annem bir kaçık, idare ettiği de söylenemez. Beni biraz babam anlıyor, o da alkolik olmak yolunda emin adımlarla ilerliyor, neredeyse her gece arkadaşlarla kafayı bulup öyle eve geliyor. Onlar işteyken de bir bakıcım var: Hatice abla, babasının tüfeğiyle beşik kertmesini omuzundan vurmuş. Yani asıl soru şu olmalıydı: Ben onlarla nasıl idare ediyorum?
Düzeltiyorum, sen onlarla nasıl idare ediyorsun? Büyüklerin dünyasını, hayatı anlayabiliyor musun?
Çok okuyorum, bazen babamın rakı şişelerinin sonunu dipliyorum. Onların dünyası derken? Hepimiz aynı b*ktan yerde yaşıyoruz. Hayatı da anlıyorum, sadece kabullenemiyorum.
Böyle kaba ifadeler kullanmazsan sevinirim. Senin gibi bir çocuğa yakışmıyor, hem içki içmek için yaşın fazla küçük değil mi? Hepimiz aynı dünyada yaşıyoruz tamam ama en azından çocukların dünyasında farklılıklar var, onlar daha masum bir hayat yaşıyorlar? Öyle değil mi?
Dünyayı anlayabilecek yaştayım, yeterli değil mi? Çocuklara bakıp da saflık, masumiyet ve güzellik edebiyatı yapanın aklına şaşarım. Ben bizimkilere bakınca, insanoğlunun en alçakça eğilimlerinin en çıplak halinden başka bir şey göremiyorum.
Sizinkiler?
Mahalleden arkadaşlar. Mesela Kansız Celal ve abisi. İlişkileri mutlak bir güvensizlik üzerine kurulu. Her ikisinin de her an birbirlerine her türlü p*ştluğu yapmaları meşru. Darılmaca gücenmece yok. Nietzsche’nin üst insanını andıran bir durumları var.
Arkadaşların da senin gibi desene.
Onlar sadece dangalak, ama gözlem yapmak için iyi örnekler. Benim arkadaşlarım babam, Onur Çalışkan, Hatice Ablam.
Onur Çalışkan’ı ben biliyorum fakat okurlarımız da bilsin diye soruyorum, kimdir?
Bizim orada bir komiser yardımcısı.
Bir komiser yardımcısıyla nasıl ahbaplık ediyorsun ki?
Bazı davalarda yardımcı oluyorum.
Nasıl davalar?
Cinayet. Bakmayın bana öyle, şaşırmanA gerek yok. Ben de bir dedektif sayılırım biliyorsun, telefonda bana böyle hitap ettiğin için buradayım. Bu kadar uzun durup vaktimi sizle harcamazdım ya, köfte patates yaptırmışsınız, kalkamadım. Ha bir de gözüm kitaplığınıza takılıyor sürekli. Tebrik ediyorum, dersinize çalışmışsınız.
Teşekkür ederim, yine doğrudan konuşuyorsun. Ben de doğrudan konuşayım. Beş yaşındasın ve dedektifsin. Arkadaşının deyimiyle bu fazla hayretimucip. Katilleri buluyorsun, davaları çözüyorsun, savcılarla polislerle sürekli temas halindesin. İzin ver, şu klasik soruyu sorayım: Adalete inanıyor musun?
İnanıp inanmamak değil de şundan kuşkum yok: Adaleti bu dünyada arayan bulsa bulsa belasını bulur. Benim de başım beladan kurtulmuyor, kaç kere ölüm tehlikesi atlattım bir ben bilirim. Gerçi ben de bir kaç kez denemeyi düşünmedim değil. Tabi bunlar aramızda kalsın, annemle babamın haberi yok. Babam biraz anlayışla karşılar belki ama annem ortalığı yıkar, ağlar kendini paralar.
Neyi denemek istedin ? İntihar etmeyi mi? Ama sen daha küçük bir çocuksun, daha neler olacak hayatında. Seni seven, değer veren insanlar var, mutlu olmaya bak.
Bırakınız Rasih bey! Siz de biliyorsunuz, vakit mutlu hikayeler için çok geç.
(Alper Kamu, bu usturuplu lafı söyledikten sonra kapıyı çarpı gitti, ben bırakayım diye arkasından yetişsem de kabul etmedi. Arkadaşından ödünç aldığı akülü araba Düldül’le gelmiş, ona atlayıp ayrıldı.)
Râsih Aslantürk