Kurmaca Söyleşiler’de sıradaki konuğumuz Kafka’nın Josef K.’sı, kendisiyle kamuoyuna mal olmuş meşhur davası ile ilgili fikir alışverişinde bulunduk. Bugüne kadar tecrübe ettiği trajikomik olayları, davanın seyrine ilişkin önemli bilgileri öğrendik, bazı noktalarda merakımızı giderdik ve yeni soru işaretleri edindik.
Söyleşiyi hazırlarken, Can Yayınları’ndan çıkmış olan Ahmet Cemal çevirisinden yararlandığımı belirtmeliyim. Benim elimdeki kitap, 16. baskı ve 2012 yılına ait. Yazının büyük çoğunluğunu doğrudan veya dolaylı alıntılar oluşturmaktadır. Soru cevap akışına uygun olarak bazı değişiklikler ve eklemeler yaptığımı da ifade etmeliyim. Hatalar ve kusurlar için şimdiden affınıza sığınıyorum.
İyi Okumalar

Orson Welles uyarlaması The Trial’dan
Zor günler geçiriyorsunuz, böyle bir durumdayken bize vakit ayırdığınız, üstelik böyle mahrem bir konuyu konuşmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
Rica ederim. Davamı anlatmanın bazı sakıncaları olduğu gibi, yararları da var. İnsan, bir konunun üzerine çok eğildiği zaman, gözünün önündeki önemli ayrıntıları kaçırabiliyor. Bu noktada güvenebileceğim kişilerle yapılan fikir alışverişlerini mantıklı buluyorum. Ayrıca ne kadar aksini istesem de, davamın artık çoklarınca bilindiğinin farkındayım, bu sebeple gizli şeyler konuşacağımız söylenemez.
Pekala, öncelikle son durumu merak ediyorum, davanızla ilgili yeni bir gelişme oldu mu?
Ne yazık ki bu soruya cevap verebilecek konumda değilim, tutuklama anından bugüne değin kendi yararıma bir şeyler yapmak için çabaladım, çabalıyorum. Ancak yaptıklarımın herhangi bir şeyi değiştirip değiştirmediğinden, hakkımdaki soruşturmada bir ilerleme olup olmadığından haberim yok.
Öyleyse hakkında bilgi sahibi olduğunuz tek şeyden, tutuklamadan bahsedelim olur mu? Nasıl gerçekleşti ve lütfen cüretimi bağışlayın, tutuklama öncesinde sizi bu sonuca götürecek, yasalara aykırı herhangi bir şüpheli fiilde bulundunuz mu?
Hayır, biri bana iftira etmiş olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmamış olmama karşın o sabah tutuklandım. Zile basmıştım, her zaman kahvaltımı getiren kadın yerine odama ince, ama sağlam yapılı, üzerine iyi oturan kullanışlı bir giysi giymiş adam girdi. “Siz kimsiniz?” diye sordum, fakat adam bu sorumu duymazdan gelerek, “Zili siz mi çaldınız?” diye sormakla yetindi. Kahvaltı istediğimi belirttiğimde ise kapının hemen arkasındaki kişiye iletti durumu, arzum komik gelmiş olacak ki gülme seslerini duydum. Yatağımdan fırlayıp pantolonumu giydim, o âna kadar bütün bu olanlardan odayı bana kiralayan Bayan Grubach’ı suçlu buluyordum.
Bayan Grubach’ın oturma odasına girdiğimde ise odamdan çıkmamam gerektiği söylendi, “Gidemezsiniz, çünkü tutuklusunuz.” Nedenini sorduğumda, “Bunu size söylemek bizim görevimiz değil. Odanıza gidin ve bekleyin. Kovuşturma artık başladığına göre, zamanı geldiğinde her şeyi öğreneceksiniz.” diye yanıtladılar.
İlk bakışta kötü bir şaka gibi geliyor, herhangi bir şey yapmadığınızı söylüyorsunuz, size tutuklandığınızı söyleyen kişiler kolluk kuvvetinden değiller, sizi sorgulamıyor, sorgulamak için bir yere götürmüyorlar, kelepçeleme söz konusu değil sadece odanızda kalmanız isteniyor, size tutuklama nedenini de söylemiyorlar.
Benim de şaka olduğunu düşündüğüm bir an vardı, o gün otuzuncu yaş günüm olduğu için bankadaki arkadaşlarımca tasarlanmış olabilirdi. Eğer ortada bir komedi varsa, ben de rol almak istiyordum. Bozmadan devam ettirme düşüncesindeydim. Öte yandan aralarındaki konuşmadan adını öğrendiğim Franz ve diğer yabancı, eşyalarımı depo yerine onlara vermemin iyi olacağını belirtiyor, benim için hazırlanmış kahvaltıyı atıştırıyorlardı. Daha sonrasında, eğer kahvaltı yapmak istiyorsam rüşvet vermem gerektiğini ima edeceklerdi.
Şaka olmadığı varsayımında ise durum cidden vahimdi. Kimdiler? Neden söz ediyorlardı? Hangi resmi makamdandılar? Bir hukuk devletinde yaşıyordum, her yerde barış ve huzur vardı, tüm yasalar yürürlükteydi, kimdi bu durumda evimi basma cüretini gösteren? Bunu anlamak hayli güçtü.
Ne yaptınız peki, hangi çarelere başvurdunuz?
Genel olarak eğilimim her zaman her şeyi olabildiğince oluruna bırakmak, en kötüye ancak en kötü gerçekleştiğinde inanmak, her şey tehdide dönüştüğünde bile gelecek için önlem almamaktı. Fakat orada öyle bir tutumu doğru bulmadım, ancak yapacak fazla bir şey yoktu.
Tutuklama emrini görmek, kimlik belgelerimi göstermek istedim. Ancak bu çabam bana bağırmalarıyla sonuçlandı: “Bir çocuktan beter davranıyorsunuz. Nedir istediğiniz? Bizimle, yani nöbetçilerle kimlik belgeleri ve tutuklama emri konusunda tartışarak büyük davanızın, o kahrolası davanızın sonuçlanmasını çabuklaştırmak mı? Bizler, küçük görevlileriz, sizin olayınızla ilgimiz ise yalnızca günde on saat başınızda nöbet tutmak ve bunun için para almak, o kadar. Biz, hepsi hepsi buyuz işte, ama yine de hizmetinde çalıştığımız yüksek makamların böyle bir tutuklama emrini vermeden önce tutuklamanın nedenleriyle tutuklananın kişiliği konusunda çok ayrıntılı bilgi edindiklerini anlayabilecek durumdayız. Bu konuda yanlışlık söz konusu olamaz. Tanıdığım kadarıyla bizim makam, benim ancak en alt kademelerini tanıdığım makam, örneğin halkın içine karışıp suç aramaz, suç onu kendisine çeker, o zaman ilgili makam da biz nöbetçileri göndermek zorunda kalır. Bu, yasa gereğidir.”
Kanunlarımız arasında böyle bir yasa olduğunu bilmiyordum. Üstelik alt seviyeden memurlar olduklarını iddia eden bu kişilerin, üstlerine yakıştırdıkları bu mutlak doğruluk payı fazlasıyla sorunlu.
Ben de biilmiyorum, bahsettikleri yasanın sadece kafalarındaki bir şey olduğunu düşünüyordum. Bunu ifade ettiğimde ise bilmememin durumumu daha kötü yaptığını söylediler. Kendi yararım için, onları meşgul etmek yerine oturup beklememin daha mantıklı olacağını da eklediler.
Peki sonra ne oldu? Tutuklamayı ne takip etti?
Kahvaltı yerine geçsin diye, küçük bir kadehten konyak içiyordum. Ansızın yan odadan gelen sesle irkildim, “Gözetmen sizi çağırıyor,” dediler. “En sonunda!” diye bağırdım, hemen bitişik odaya koştum. İki nöbetçi tekrar beni odama kovdular. “Delirdiniz mi? Gecelikle mi çıkacaksınız gözetmenin karşısına?” diyerek bağırdılar. Bu kural çok gülünç gelse de, bazı şeyleri çabuklaştırıp kolaylaştırma ihtimali bulunduğundan, arzularına uygun bir şekilde, en iyi takımımı giydim.
Gözetmen beni, yan tarafımdaki diğer yerde, Bayan Bürstner’in odasında bekliyordu. Benim yüzümden, kendisiyle pek az konuşmuşluğum olan Bayan Bürstner’in odasına izinsiz girmiş, düzenini bozmuşlardı. Gözetmenin dışında, Bayan Bürstner’in fotoğraflarını inceleyen üç kişi daha vardı. Bu adamların bankada altımda çalışan memurlar olduğunu sonra öğrenecektim.
Gözetmenle aranızda nasıl bir konuşma geçti? Söz konusu sorunları dile getirebildiniz mi?
İlk olarak bu sabah olup bitenlerin beni çok mu şaşırttığını sordu. “Elbette şaşırdım, ama kesinlikle çok şaşırmış değilim,” dedim. Ben böyle söyleyince çok şaşırmadınız mı diye üsteledi. “Bütün bunlara bir şaka gözüyle baktığımı söylüyor değilim, çünkü düzenlenen bütün bu gösteriler şaka olamayacak kadar ayrıntılı. Ama öte yandan, olay pek önemli de olamaz. Bu sonuca dava edilmiş, dava edilmeme yol açabilecek en küçük bir sonuç düşünememiş olmaklığımdan varıyorum. Fakat bu bir ayrıntı sayılır, asıl soru şu: Bana dava açan kim? Soruşturmayı hangi makam yürütüyor? Sizler memur musunuz? Hiç kimsenin üzerinde üniforma yok.” diyerek aklıma gelen tutarsızlıkları dile getirdim.
Bu soruların yanıtlarını aldıktan sonra bazı noktalar belirginleşmiştir artık sanıyorum.
Hayır, aksine, gözetmen, “Buradaki beyler ve ben sizin olayınızda önemsiz kişileriz, dahası konuya ilişkin hemen hiçbir bilgimiz de yok. Üzerimizde en resmi üniformalar olsa bile durumunuzda bir değişiklik olmazdı. Ayrıca size davalı olup olmadığınızı da söyleyemem, daha doğrusu davalı olup olmadığınızı bilmiyorum. Tutuklandınız, bu doğru, ama bundan fazlasını bilmiyorum,” dedi. Ayrıca suçsuzluğumu bu kadar yüksek sesle dile getirmemin uyandırdığım pek kötü sayılamayacak izlenime zarar verdiğini söyledi.
Anlayamıyorum, suçsuz olduğunuzu söylüyor, kendinizi savunmak istiyorsunuz ancak bu durum aleyhinize sonuç doğururken, takım elbise giyerek gözetmenin karşısına çıkmanız iyi bir izlenim yaratıyor. Bu nasıl bir hukuk devleti? Tutuklusunuz ama tutuklu gibi de değilsiniz, bir soruşturma bir dava olup olmadığı belirsiz. Sanki toplumun arzu ve isteğine uygun olmayan farklı tutum ve davranışlarınızdan dolayı onların gözünde soyut bir şekilde yargılanıyor, fakat resmi işlemlere ve ayrımcılığa tabi tutuluyorsunuz, en önemlisi özgürlüğünüz kısıtlanıyor.
Sizin yaşadığınız şaşkınlıktan daha büyüğünü gözetmen karşısında yaşadım. Çıldıracak gibiydim, ortada somut bir suçlama, suç yoktu. Tanıdıklarımı aramak istediğimde bunun faydasız olacağını söyledi, ısrarcı olduğumda durumum ile ilgili bilgisiz olduklarını yineledi. Uzun bir süre sessizlik oldu, ne yapacağımı bilmiyordum, herhalde olayım kapandı artık tatlıya bağlayalım diyerek elimi uzattım, umutsuz bir çabaydı. Doğal olarak yine olumsuz ve alaycı bir yanıt aldım. Arkasından, “Benim görevim bunu size bildirmekti, bugünlük bu kadarı yeter, sanırım artık bankaya gitmek istersiniz, değil mi?” diyerek beni daha büyük bir hayretin içine sürükledi.
Ancak nasıl olur, tutuklu olduğunuzu söylemişlerdi? Herhangi prosedürel bir işlem gerçekleşmedi, değişiklik olmadı. Belirsizlik durumunu koruyor, öyle değil mi?
Dediğim gibi daha çok şaşırdım, o gün ve sonrasındaki günler bankaya gidip gelmeye, günlük hayatıma devam ettim. Ayrıca bugün dahi tutukluyum fakat sizin karşınızdayım, hakkımda tutuksuz yargılanmak için bir karar alınmadı. Daha doğrusu hakkımda hiçbir karar alınmadı. En azından ben öyle biliyorum.
Hakim karşısına da mı çıkmadınız? Şimdi aklıma geldiği için yeni soruyorum, bütün bunlar olup biterken kendinize bir avukat tutmadınız mı, sizi onunla görüştürmediler mi?
Hakim karşısına çıktım elbette. Avukatı ise bir tanıdığım aracılığıyla sonradan edindim, öncesinde böylesi bir dava için avukat tutabileceğimi düşünmemiştim. Gerçi ne kadar yararı olduğu hakkında şüphelerim var. Kendi davamın sorumluluğunu kendim üstlenmek daha mantıklı geliyor, onu azletmeyi düşünüyorum.
Hakim karşısına çıktım dediniz. Nasıl bir duruşmaydı? Neler konuşuldu?
Bir duruşmadan ziyade küçük bir soruşturmaydı. Bana soruşturmanın pazar günü olacağını bildirdiler, saat söylemedilerse de ben 9’da başlayacakmış gibi kendimi ayarladım, acele ettim. Davamın konuşulacağı yeri bulmakta da epey zorlandım açıkçası, o binanın olması gereken Julius Caddesi’nin iki yanında, neredeyse birbirinin aynı binalar, yoksul insanların oturdukları, yüksek ve kurşuni apartmanlar uzanmaktaydı. Sonunda yeri buldum, avludan içeri girdim ancak üç ayrı merdiven ve diğer bir avlu için geçit vardı. Soruşturma odası bana etraflıca bildirilmemişti ve yerini gösteren herhangi bir ibare yoktu. Avluda çamaşır kurutan, sandık üzerine oturmuş gazete okuyan insanlar, bir el arabasında sallanan, merdiven başlarında oynayan çocuklar vardı, bir adliye sarayından çok, yoksul ailelerin oturduğu düzensiz bir binaydı.
Nöbetçi Willem’in, suçun mahkemeyi kendine çektiği yolundaki sözünü anımsadım, buna göre, soruşturma odası, benim rastgele seçeceğim merdivende bulunması gerekiyordu. Soruşturma odasının yerini soramayacağımdan, kafamda Marangoz Lanz diye birini uydurdum. Bu sayede bana açılan kapılar ardından içerisini görebilecek, aradığım odayı bulabilecektim. Çoğunlukla kapıyı bir kadın açıyor, sorumu duyduktan sonra odanın içinde, yatakta doğrulan birine Lanz’ı soruyordu. Böyle böyle gezerken beşinci kata kadar geldim, sinirlenmiştim. Oradaki ilk kapıyı vurdum, o sırada bir leğende çocuk çamaşırları yıkamakta olan parlak siyah gözlü genç bir kadın, ıslak eliyle evet buyurun diyerek odayı gösterdi bana.
Akıl alır gibi değil, rastgele bir isim uydurup, onu arıyormuş gibi yaparken “Evet, burada,” denilerek soruşturma odasına mı alındınız yani?
Tıpkı anlattığım gibi cereyan etti her şey, küçük bir erkek çocuğunun rehberliğinde bir kalabalığın içerisinde dar bir yoldan geçtim, yol kalabalığı ikiye bölüyordu. Çoğunun üzerinde siyah renkli, eski, uzun, omuzlarından sarkan bayramlık redingotlar vardı. Bu giysilere çok şaşırdım, onlar da olmasa yöresel nitelikte bir siyasi toplantıya geldiğimi düşünecektim.
Salon tıklım tıklımdı, çok alçak bir setin üzerindeki masanın arkasında, setin hemen kenarında oturan kısa boylu, şişman adam bana, tam bir saat beş dakika geciktiğimi söyledi. Adam bana söylenmeye devam ederken aynı anda salondan homurtular yükseliyordu. “Geç kalmış olsam bile şimdi buradayım, dedim,” bir alkış yükseldi salondan. Sorgu yargıcı, “Artık sorgunuzu yapmak zorunda değilim ama bugün kuralın dışına çıkacağım,” diyerek benden öne çıkmamı istedi. Önünde bir okul defterini andıran, karıştırıla karıştırıla biçimini yitirmiş defter vardı. Onu biraz karıştırdıktan sonra “Badanacı mısınız?” diye sordu, büyük bir bankada birinci şef olduğumu belirttim.
Davanın ve söz konusu hukukunun mahiyetini özetler nitelikte bir örnek, sorgu yargıcı sizin kim olduğunuz, ne yaptığınızdan haberdar değil, belli ki doğru düzgün hazırlanmış bir dosya bile yok önünde.
Kesinlikle, ben de bu durumu ifade ettim, acınası bir haldi, sadece ben öyle kabul edersem bu yapılan bir soruşturma olabilirdi. Bu durumun bir tek benim değil, birçoklarının başına geldiğini düşününce onları da savunmak için orada olduğumu söyledim. Salondakiler yine alkışlamaya başladılar, ancak ben alkış almak için konuşmuyordum.
Tutuklamadan itibaren yaşadıklarımı bir bir anlattım, şikayetçi olduğum konuları söyledim ancak salondakiler ve sorgu yargıcı kimi zaman umursamaz çoğu zaman ciddiyetsiz bir tavır takınıyorlardı. Kalabalık arasında neredeyse bir kavga çıktığını da fark edince, “Bitirmek üzereyim,” diyip masaya yumruğumu vurdum, yeniden dikkatlerini bana çeviren beylere, beni dinlemelerini, vaktim olmadığı için birazdan gideceğimi söyledim.
Tam olarak nasıl bir konuşmaydı?
Kelimesi kelimesine hatırlayamasam da aşağı yukarı şöyle bir şeydi: “Bu tutuklamanın ve bugünkü sorgulamanın ardında büyük bir örgüt bulunuyor. Bu, emrinde yalnızca rüşvet alan memurlar, budala gözetmenler ve en iyi olasılıkla, fazla açgözlü olmadıkları söylenebilecek sorgu yargıçları çalıştırmakla kalmayıp, yüksek ve en üst düzeydeki yargıçlarla, uşaklardan, yazıcılardan, jandarmalardan ve cellatlardan oluşan bir örgüt. Peki ya bu örgütün varlık nedeni baylar? Benim gibi suçsuz insanların yargılanması, hakkımızda anlamsız ve sonuçsuz bir soruşturma açılması mı?”
Peki hakimin ve salondakilerin tepkisi ne oldu bu sözlerinize, açık bir şekilde davanızı yürüten (?) yargı kurumunu hedef almışsınız ?
Maalesef sözlerim cırtlak bir bağırtıyla kesildi, sonradan hukuk öğrencisi olduğunu öğreneceğim birisi, beni içeri davet eden kadını köşeye sıkıştırmış, taciz ediyordu. Taciz de denilemez aslında, kadının çok da şikayetçi bir durumu yoktu. Cırtlak bağırtı kadından değil, adamdan gelmişti. Kadın, aralarındaki ilişki benzeri şeye kendisinin ve kocasının bir takım çıkarları uğruna göz yumuyormuş.
Nasıl, bu olay yargı mensupları önünde gerçekleşiyor ve kimsenin bir itirazı, müdahalesi olmuyor, öyle mi?
Evet, üstelik bu öğrenci kadını sorgu yargıcına da götürüyor. Bu durumu da, hiç haber gelmeyince bir hafta sonra aynı yere tekrar gittiğimde öğrendim. Kadının kocası mübaşir, onu uzakta bir işe gönderip, karısıyla vakit geçiriyorlar. Adam da bu olanların farkında.
Davanız baştan sona tuhaf ayrıntılardan, absürt sahnelerden oluşuyor. Hayret içindeyim, ne diyeceğimi bilemiyorum.
Bu dava ile uğraşmak zorunda olduğunuzu düşünün bir de, üzerinizde haksız bir leke var fakat bunu çıkarmak için elinizden hiçbir şey gelmiyor.
Kalem odalarına gittiğimde, benim gibi davalıları görme fırsatım oldu. Başka yerde kendine egemen olmayı becerebilecek ve diğer insanlar karşısında üstünlüğünü koruyabilecek kişiler, alt düzeyde bir memurdan alabilecekleri bir küçük yanıt uğruna acınası hallere bürünüyor, ezilip büzülüyorlardı. Mesela yakın zamanda avukatımın diğer bir müşterisi ile tanıştım: Tüccar Block bir sonuç elde edebilmek için servetini tüketmiş, onurunu ayaklar altına almış olmasına rağmen davasında yıllardır hiçbir gelişme olmamış.
Böyle bir hukuk düzeni içerisinde avukat ne yapabilir merak ediyorum. Kendisini nasıl dava vekili tayin ettiniz ve şimdi neden azletmek istiyorsunuz?
Taşradaki amcam beni ziyarete gelmişti, bu şehirde okuyan kuzenim Erna’dan davamı öğrenmiş. Bunun sadece beni değil, tüm ailemizi ilgilendiren bir durum olmasından ve benim hiçbir şey yapmamamdan yakındı. Davam hakkında konuştuk, davanın görülmeye başlamasından dolayı geç kaldığımı düşünüyordu, beni taşraya, yanlarına çağırdı. Böylece mahkemenin etki alanından uzaklaşıp, önümdeki zor süreç için dinlenecek, güç toplayacaktım. Kabul etmedim. Burada kalmamın, davamı takip etmenin daha yararlı olacağına ikna ettim kendisini, aynı zamanda tavsiyelerine uyacağımı söyledim. İçini rahatlatmak, endişelerini gidermek istiyordum.
Amcam, beni okuldan arkadaşı Avukat Hold’a götürdü. Avukat anlayamadığım bir şekilde davamdan haberdar olmuştu, çok ilgili gözüküyordu. Nereden öğrendiğini sorduğumda ise mesleği gereği mahkeme çevreleri ile sıkı ilişki içinde olduğunu, bundan müşterileri lehine yarar sağladığını söyledi.
Böyle bir hukuk düzeninde, yakınlık ilişkilerini kullanmak çok garip olmasa gerek. Peki avukatınız vekaletinizi aldıktan sonra ne gibi yollara başvurdu? Sizin adınıza ufak da olsa olumlu gelişmeler oldu mu?
Bir şey yaptığını söyleyemem, neredeyse son bir aydır beni yanına çağırmadı. Bir araya geldiğimiz zamanlarda da bana sorular sormak, öğrenmek ve ona göre çarelere başvurmak yerine çocukmuşum gibi gereksiz uyarılarda bulunuyor, aşağılıyor, umutsuz gözüken davaları tümüyle ya da kısmen kazandığından bahsediyor. Oysa benim davam için bugüne kadar bu başarısını öncüleyen hiçbir şey yapmadı. İnanır mısınız, halen daha savunma dilekçesi bile yazmış değil?
Bunu ona söylediğinizde, nasıl yanıtlar alıyordunuz? Sonuçta bir avukatın öncelikli görevi müvekkili adına savunma hazırlamak ve bunu mahkemeye sunmaktır.
Davamın halka açık olmadığını, iddianamenin davalı ve savunanlara kapalı olmasını bahane etti. Üstelik ilk dilekçelerde neye, nasıl itiraz edileceği bilinemezmiş. Hem sanırım savunma yasaca izin verilen bir şey değil, yalnızca hoşgörülen bir yolmuş. Bunun gibi bir sürü şey sıralanıyor önüme, fakat davam için bir gelişme, değişiklik olmuyor.
Bugüne kadar bir gelişme kaydedemişsiniz. En azından sizin bir değişiklikten haberiniz yok. Avukatınızı da azlettiğinizi düşünelim. Neredeyse ilahi mertebeye yükseltilmiş, sorgulanamaz ve bilinemez bu absürt hukuk örgütü karşısında bir başınıza ne yapmayı planlıyorsunuz?
Henüz bilemiyorum. Belki kalem müdürlerine, davanın görüldüğü yere tekrar tekrar gitmeyi denerim. Sorgu yargıcı ve diğer yetkili kişilerle görüşmeye çalışırım. Sonuçta davası için işlerini bırakan insanlar var. Ben de en az onlar kadar uğraş göstermeliyim. Ayrıca bankaya gelen bir müşterim, bir ressamın adresini verdi. Yargıçların portrelerini yapıyormuş. Yargı çevreleri ile çok yakın oldukları için bu gibi davalarda yardımının dokunacağını söylediler. Onunla görüşeceğim.
Anlıyorum, davanızda başarılar dilerim. Umarım bir gün adalet yerini bulur. Üzerinizdeki bu lekeden kurtulursunuz.
Teşekkür ederim. Hoşça kalın.