Bir gün başımıza bir şey gelir ve evden çıkarız. Dışarıda nelerle karşılaşabileceğimizi, dünyanın bizi nasıl değiştirebileceğini düşünmeyiz. Çağrıya kulak verir ve çok uzaklara sürükleniriz. Günü gelince maceranın sona ereceğini, evimize döneceğimizi de biliriz. Fakat eve döndüğümüzde hiçbir şey bıraktığımız gibi olmayabilir. Evimiz artık bildiğimiz ev değildir. Burası artık bildiğimiz dünyanın sonudur. En azından Andreas Doppler için öyle.
Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda kahramanın macerasını üç evreye ayırıyor. Ayrılma, erginlenme ve dönüş. “Bir kahraman olağan dünyadan çıkıp doğaüstü tuhaflıklar bölgesine doğru ilerler. Burada masalsı güçlerle karşılaşır ve kesin bir zafer kazanılır. Kahraman bu gizemli maceradan benzerleri üzerinde üstünlük sağlayan bir güçle geri döner” (Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, İthaki Yayınları, Sayfa 35). Maceranın mutlak noktası evdir. Kahraman kendini gerçekleştirmek için evden çıkmak ve kendini gerçekleştirdikten sonra eve dönmek zorundadır.
Norveçli yazar Erlend Loe, 2018 yılında Yapı Kredi Yayınları’ndan Dilek Başak çevirisiyle dilimize kazandırılan Bildiğimiz Dünyanın Sonu’nda kendini gerçekleştirip eve dönen, macerasını tamamlayan karakteri Andreas Doppler’ı sona ermiş olan bir maceranın sonrası ile yüz yüze getiriyor. Sonsuza kadar mutlu yaşadılar klişesinin perde arkası. Evet, herkes kahraman olabilir. Peki, sonsuza kadar öyle kalabilir mi?
Erlend Loe’nin Doppler isimli romanında evini, eşini, çocuklarını, geride bırakarak avladığı geyiğin yavrusu Bongo ile Norveç ormanlarında uzun bir yolculuğa çıkan Andreas Doppler, yaban hayatına doyduğunu düşünüyor ve hikâyesinin devam ettiği roman Bildiğimiz Dünyanın Sonu’nda evine geri dönüyor. Eve döndüğünde ise onu bir sürpriz bekliyor. Geride bıraktığı hayatı onun yerine bir başka adam yaşıyor. Macerasının sonuna geldiğini düşünen kahraman, kendini hiç beklemediği bir anda yepyeni bir maceranın eşiğinde buluyor. Andreas Doppler, ilk romanda içinde bulunduğu gelişmiş kent yaşamı ile savaşırken şimdi ise kötülediği yaşamı yeniden kazanabilmek için savaş veriyor.
Huzursuz bir karakter Doppler. Evden uzaklaşmaya çalışırken insanların onu bir türlü yalnız bırakmamalarından şikâyet ediyor, eve dönmek istediğinde ise aile içindeki yerinin çoktan kapılmış olmasından huzursuzluk duyuyor. Aslında huzursuzluğunun sebebi toplum içinde veya toplumdan izole bir yaşam sürmek istemesi değil, Doppler’ın huzursuzluğu gelişmiş medeni yaşamdan kaynaklanıyor. Kapitalizmin hüküm sürdüğü dünyaya bir türlü alışmayan ve bu şekil devam eden yaşama boyun eğmekte zorlanan Doppler, doğaya kaçtığında bu savaşı tek başına vermeye çalışırken eve döndüğünde ise etrafındaki insanları bu savaşa dâhil etmek istiyor.
Normal hayata adapte olmakta zorluk çeken Doppler, yeniden bir işe girip çalışmayı reddediyor. Günlerinin büyük bir bölümünü televizyon izleyerek ya da internette dolaşarak geçiriyor. Doppler’ın çektiği huzursuzluğun iyice belli olduğu yer ise burası. Macerası sona erdikten sonra eve dönen kahraman evin, toplumun, dünyanın dayattığı günlük uyuşturucular karşısında kendinden geçiyor. Yine de hâlâ toplumun içinde bulunduğu dünya ile savaşmaya çalışıyor çünkü evden uzaklaşırken hayalini kurduğu ve uğrunda savaş verdiği ideal dünya fikrinden vazgeçmek istemiyor. Dünyada yaşananları kıyamet alameti olarak değerlendiriyor. Televizyon, internet, alışveriş gibi uyuşturuculara kapılıp giden toplum ona göre bildiğimiz dünyanın sonunu getiriyor.
Bildiğimiz Dünyanın Sonu yazarın Doppler romanındaki baş karakter olan Andreas Doppler’ın hikâyesinin devamı olsa da bu roman ilk romanda olduğu gibi birinci ağızdan değil üçüncü ağızdan anlatılıyor. Bu durum baş karakteri benimseyebilme konusunda ilk romandaki başarıyı yakalayamıyor. Ayrıca bu romanın ilk romana göre daha hacimli olması hikâyenin bazı yerlerinde düşüş yaşanmasını neden oluyor.
Erlend Loe, Andreas Doppler karakteriyle bizlere evin neresi olduğunu yeniden sorgulatıyor. Gelişmiş kentler bizim evimiz mi yoksa asıl evimiz terk ettiğimiz doğa mı? Televizyon, internet gibi hayatımızın neredeyse temel parçası haline gelen unsurlara sahiden ihtiyaç duyuyor muyuz yoksa bunlar bizim gündelik uyuşturucularımız mı?
Erlend Loe, Andeas Doppler’ın hikâyesini anlattığı romanlarında tam olarak yaşadığımız çağın eleştirisini yapıyor. İdeal toplumun nitelikleri yeniden tartışılıyor ve bu romanlara bakarsak bildiğimiz dünyanın sonu zannettiğimiz kadar uzakta olmayabilir.
- Bildiğimiz Dünyanın Sonu – Erlend Loe
- Roman – Yapı Kredi Yayınları
- 224 sayfa
- Çeviri: Dilek Başak