Bir adam, bahar, Kanlıca’da ılık, latif bir güzellikle tecelli ettiği bir sırada, bir ağacın gölgesinde, sanki uzun yolculuklara çıkmışçasına dalıp giden gözleriyle kendisine bakan yanındakine bir kitap okuyordu: Yoksulluk İçimizde.
İnsanın gözlerini iç alemine çevirmeye davet eden bir kitaptı bu. Uzun, bitimsiz bir yolculuğa. En uzun yol insanın içidir çünkü, Rilke söylemişti.
***
1981 yılında okuyucuyla buluşan Yoksulluk İçimizde araya dünya metaının girmesiyle inkıtaya uğramış bir aşkın etrafında kendilerini keşfedecek olan insanların durumlarını hikâye eder. Evliliğe yaklaşmış olan Süheyla ve Engin, bir gün Engin’in zengin olmak arzusuyla her şeyi bırakıp dünya metaının/eşyanın peşine düşmesiyle ayrılırlar. Bu ayrılık Süheyla’yı derinden sarsar. Süheyla çalıştığı işten ayrılır. Halihazırdaki dünyasından vazgeçişle maneviyata yönelir. Engin ise yoğun uğraşlar sonunda zengin olur. Uzun bir aradan sonra ortak arkadaşları Şükran’ın düğününde karşılaşırlar. Hikâye sürer. Kesintiye uğramış bu aşk, her iki kahramanın üzerinde de derin değişimlerin başlangıcı olur. Değişimin yönü, eşyadan metafiziğe, maddeden manayadır.
Kitabın eski baskılarında yer alan arka kapak yazısı, kitabı anlamlandırmada tamamlayıcı olmanın yanı sıra eserin niyetini de ortaya koyar: ”Bedeni ve maddi hazlara bağlı bir mutluluk düşüncesini büyütüyoruz. Dünya muhabbetini sayısız teferruat ile zenginleştiriyoruz. Nefsin ihtirasları bizi her an değişik parıltılar yayan eşyaya doğru koşturuyor. Bu vahşi koşu modern dünyanın simgesidir. Yoksulluk İçimizde kalbî olanı, aşkı ve öteleri dile getirerek hayatın hakikatine işaret ediyor. İçimizdeki yoksulluğu fark etmek için belki de bir imkândır bu.”
Mustafa Kutlu‘nun bu eseri etkileyiciliğini, hikâyenin, insanın içine işleyen bir dil ve özgün bir anlatım biçimiyle ortaya çıkmasından alır. Kitap, dokuz bölüm ve bu bölümlerde anlatılan hikâyeleri tamamlayan ve açan, klasik kültürümüze ait altı levhayla çerçevelenmiş bir biçimdedir. Eser, Emin Barın’ın bir çiçeği andıran Lafza-i Celal (Levha I) çalışmasıyla açılır. Bu başlangıç, bir gelenek olarak geçmişte eserlerin besmeleyle başlamasını hatırlatır. Ataullah İskenderî’nin Hikmetler adlı kitabından mülhem olarak yazılmış Ahlak Dersi başlığını taşıyan ikinci levha, Mefruşat (Levha III), Eşrefoğlu Rumî‘nin bir şiiri (Levha IV-Aşk), es-Salâtü hayrun mine’n-nevm başlıklı beşinci levha ve sonunda hikayeyi kapatan kıssa olarak Levha-VI, diğer levhaları oluşturur. Bu levhalar yazılan hikayenin mahiyetini görünür kılan, onları netleştiren bir nitelik taşır. Kahramanların içinde bulunduğu durumlar verilirken sık kullanılan bilinç akışı anlatım tarzı, onların iç dünyasını daha müşahhas bir hale getirir.
Prof.Dr. Şerif Aktaş, bu eseri değerlendirdiği bir yazısında ”Tanzimat’la birlikte mimesis’in çarhına takılıp batılı örneklerin peşinden koşan hikaye ve romanımız Mustafa Kutlu‘nun Yoksulluk İçimizde adlı eseriyle mektepten memlekete dönüyor” der. Bu hikayenin şekillenmesinde mimesis’in değil klasik bir yaratma metodu olarak tecridin payına dikkat çeker. ”Mimesis’te harici alemi taklit ve hadiselerle ilgili her türlü teferruata yer verme asıl unsur olarak karşımıza çıkar. ”Tecrid” adı verilen yaratma tarzının özünü varlık ve hadiselerin insan üzerinde bıraktığı intibalar meydana getirir. Ayrıca ”tecrid”de bu özü her türlü teferruattan ayıklama gayreti dikkati çekmektedir.”
Yoksulluk İçimizde hikâyesinde her karakter kendine has şahsiyetinin beraberinde sürdürdükleri hayat tarzı ve birbirleriyle ilişkileri bakımından değişik telakkilerin sembolü olarak da okunabilir. Süheyla, Süheylaları yansıtır. Engin bir birey olmanın yanında bir anlayışın temsilcisidir. Şükran, maddi bir hayata bağlılığı ve daima bunu öncelemesiyle toplumdaki aynı idrake sahip olan kadınlara ayna tutar.
Şükran’ın düğün merasiminde karşılaşan Süheyla ve Engin arasında geçen konuşmalar, artık zengin olan Engin’in, tekrar Süheyla ile hayatını birleştirmek arzusu, Süheyla’nın ”Bugünkü hayatından vazgeç.”, ”Harama batmışsın, mülevves bir ortamda çırpınıp duruyorsun.”, ”Harama batmamış bir beldeye hicret ederiz” telkinlerine çarpar. Engin’deki manevi yolculuk ve değişim ise bu andan sonra başlayacaktır. Engin daha sonra Süheyla’yı tekrar görebilmek için evlerine gittiğinde taşındıklarını öğrenir.
”Günler kısalmış. Bu sulusepken ne zamandır yağıyor? Belli akşam erken iniyor, sokaklar aniden tenhalaşıyor. Bir 22.45 vapurunda rastlıyoruz ona. Bir mezarlık duvarının dibinde bir cami avlusunda. Kravatından ve arabasından kurtulmuş. Rakamlardan kurtulmuş. Dalgın, biraz dağınık sakalları uzamış. Mütemadi yürüyor, çok çeşitli insanlarla konuşuyor, onlara hep aynı şeyi soruyor. Süheyla’yı gördüğünü söyleyenler oluyor. Temiz, mütevazi insanlar. Giderek dergahlardan geçiyor yolu. Buralarda ana-kıza benzeyen o kadar insan var ki. Birbirinden ayırt etmek adeta imkansız. Bazan şaşırıyor. İçlerinden birini Süheyla’ya benzetiyor.(…) Gitmişti ve Engin bu gidişi anlayamamıştı.”
Kitabın Sözün Nihayeti ve Sevdanın Bidayeti adlı son bölümünde Engin’in içinde bulunduğu hâl bu şekilde anlatılır. O, adeta Mecnun misali her yerde Süheyla’yı aramaktadır. Fakat hikâyenin sonunda ne olduğu okuyucunun muhayyilesine havale edilir. Ancak son bölümün mezkur başlığı ve hikâyeyi kapatan Ebu Nuaym’ın Hilye’sinden alınmış son levha ile hikâye bir arada düşünüldüğünde kahramanları bekleyen hayat hakkında kuvvetli ipuçları buluruz.
- Yoksulluk İçimizde – Mustafa Kutlu
- Dergah Yayınları – Öykü
- 104 Sayfa
Yoruma kapalıdır.