“Sabahın sahibi vardır.
Gün daima bulutta kalmaz.
Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri.”
Nazım Hikmet Ran’ın dizeleriyle başlamak istedim yazıya. Bir umut doğsun, söylenecek sözlerimize kılavuz olsun diyeydi.
Mücadelenin rotasında doğan bir dergi var elimde. Mayıs ayına güzellik kattı ve güneşli günleri yeniden getirecek akademisyenlerle tanıştırdı bizleri. Daha ne olsun. Bu hususta birçok akademisyenlerin düşünceleriyle hemhal olduk. “Bahara bir dilim mavi var. / Son çeyrek biraz hüzünlü olur. / Olsun / Tersine akan trenlere raylarında / Çok umuttan gemi yüzdürdüm ben.” demişti Turgut Uyar. Tersine akan tren raylarında umuttan gemi yüzdürmeye devam edeceğimizin bir fotoğrafıdır Paz Edebiyat Dergisi.
Biz de bu fotoğrafa biraz daha yakından baktık ve OHAL döneminde KHK ile ihraç edilen akademisyenlerden yalnızca biri olan Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünden Gökhan Yavuz Demir ile PAZ Edebiyat Dergisi üzerine konuştuk. Kendisi aynı zamanda Anlamak İçin Yaşamak , Borges’in Dediği Gibi, Sosyal Bir Fenomen Olarak Dilin Belirsizliği kitaplarının da yazarıdır.
Güzellik, iyilik ve barış getirsin PAZ Edebiyat Dergisi öncelikle. Birinci sayısıyla okurlara merhaba diyen derginin aşamalarını anlatır mısınız? Nasıl bir fikirle ortaya çıktı PAZ?
Öncelikle güzel temennileriniz için yürekten teşekkürler. PAZ zaten asıl işi yazmak ve düşünmek olan farklı meslek ve yaşlardan bir grup dostun işbirliğiyle doğdu. Bu dostların bazıları daimi olarak PAZ serüveninde yer alacakken bazıları da fasılalarla da olsa bizimle olmaya devam edecekler. Birbirimizi hiç yüz yüze tanımadığımız insanlarla beraber akıbeti belirsiz bir yolculuğa çıktık. Tek derdimiz söyleyecek bir sözümüz ve bu söze özenimiz olması. Mesele şimdi PAZ’ın sesine muhatap kulaklar bulabilmesinde. Okurumuzu hayal kırıklığına uğratmayacak içerikte bir dergi çıkarmak temel fikrimiz. Mevcut edebiyat dergilerinin nasıl kendilerine ait bir renkleri, sesleri ve tarzları varsa, ilk sayıdan itibaren okur da PAZ’ın özgün ve biricik sesini tanıyacak ve sevecek diye düşünüyoruz. Aslında PAZ bir yayınevi olacaktı ki hâlâ bu fikrimizden vazgeçmedik, sadece dergi yayınevini biraz önceledi ve öteledi. Zaten kitaplar ve yazılar yazan, tercümeler yapan bir grup yakın dost ve entelektüel yoldaş, kendi karakterlerimizin ve dostluğumuzun sirayet ettiği bir dergi çıkarmanın ilginç olabileceğini düşündük. Sağ olsunlar, dergide yazılarını gördüğünüz onlarca dostumuz da bu çağrımızı cevapsız bırakmadılar. Ve biz cebinde para olmayan, işsiz güçsüz bir kaç dost; imece usulü bir dergi çıkardık. Okurlar da bize omuz verirlerse, PAZ, edebiyat tarihimizin sayfalarında imece usulü doğan ve yaşayan bir dergi olarak hak ettiği yeri kazanacaktır. PAZ bu anlamda dostluğun huzuruna ve dinginliğine sahip, haz ve keyif vaad eden mütevazı ama cüretkâr bir dergi. Hikâyesinin detayları ise ilk sayının “Başlarken” yazısında meraklılarını bekliyor.
Derginin kapağında da gözümüze çarpıyor hemen Don Kişot. Çizimi de eşiniz Filiz Mungan’a ait. Yel değirmenlerine karşı Don Kişot muyuz halen?
Don Kişot, yahut Fransızca değil de İspanyolca orijinal telaffuzuyla Don Quijote dört yüzyıldır modern hayatın yanılgıları ve illüzyonları karşısında yalnız kalan, dayak yiyen veya alaya alınan her bir kahramanın ve her bir bireyin ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Aslında Edmond Dantés de Örümcek Adam da, Zorro da Frodo da, Nietzche’nin üst-insanı da Kahraman Şerif de Don Quijote’nin üzerine inşa edilmiş ve ilhamını ondan almış karakterlerdir. Bu manada Don Quijote bütün kahramanların prototipi veya bütün kahramanların kahramanıdır. Çünkü günümüz dünyasında prensipleri savunan veya prensipleri olan her sıradan insan bir yel değirmeninin kolları tarafından savrulup atılmaya mahkûmdur. Dört yüzyıldır saldır saldır bitiremediğimiz o kadar çok yel değirmeni var ki! Bu nedenle çağımız acilen kendi Don Quijotelerini arıyor. Yel değirmenleri karşısında yalnız ve umutsuz kalmamak için Dob Quijotelere ihtiyacımız var.
“Paz” İspanyolcada ‘barış’ demekmiş. Dergi sayesinde ben de yeni öğreniyorum açıkçası. Derginin ruhunu yansıtan, ifade eden en iyi sözcük budur sanırım?
Evet. PAZ, İspanyolcada barış ve huzur anlamına geliyor. Tanpınar’ın meşhur romanı Huzur, meselâ İspanyolcaya Paz olarak tercüme edildi. Bir de Nobel ödüllü meşhur Meksikalı şair Octavio Paz’ın soyadıydı. Politik kavgaların ve çekişmelerin arasında, ölmenin ve öldürülmenin yüceltildiği bir dünyada, elbette huzuru ve barışı arayanlar, bu aradıklarını ancak edebiyatta bulabileceklerdir. Unutmayalım ki edebiyat bize daha iyi bir dünya vaadettiği için değil, sadece içinde yaşadığımız rezilliğin yegâne ve tek dünya olmadığını gösterdiği için muhteşem bir sanattır. Bunun için PAZ dünyayı değiştirmek gibi altından kalkamayacağı bir iddiaya değil de daha mütevazı ve o yüzden de daha imkânsız bir meydan okumaya soyunuyor: hepimizin kendi zihinlerinin işleyişini değiştirmeye. Kendi zihnî dönüşümünü gerçekleştiremeyen hiç kimse bu dünyada bir çakıl taşının yerini bile değiştiremeyecektir. Evet, ezber bozmak gibi bir niyetimiz var. Ezberleri ve kerameti kendinden menkul klişeleri PAZ sayfalarında asla göremeyeceksiniz. Wilde’ın dediği gibi eylemin adı bizi yanıltır, oysa eylem düşünmektir. PAZ bağıran değil düşünen bir dergi olduğu için adıyla müsemma bir dergi olmayı da başarabilecek. Şimdi PAZ zamanıdır.
PAZ Edebiyat Dergisi’nin heybesinde kimler vardır?
Kimler yok ki? Ve daha kimler kimler olmayacak ki? Daimi kadroda benimle birlikte Ertuğrul Uzun, Kasım Akbaş, Filiz Mungan, Ali Lidar, Nazlı Karabıyıkoğlu, Toprak Işık, Sevim Gözay, Selim Bektaş, Emek Erez, Yavuz Çobanoğlu, Mehmet Sait Taşkıran, Yunus Anıl Yılmaz, Süveyda vb. isimler var. İlk sayıda bizimle birlikte olan ve muhtemelen fasılalarla ilerideki sayılarda yine aramızda görebileceğimizi umduğumuz Tanıl Bora, Hakan Akdoğan, İbrahim Şahin, A. Ömer Türkeş, Vivet Kanetti, Armağan Ekici, Kemal Varol, Haydar Ergülen, Alper Beşe gibi dostlarımız var. İkinci sayıyı hazırladığımız bugünlerdeyse sadece sürprizlerimizin olduğunu söyleyebilirim.
Zorlukların, baskıların karşısında yeniden küllerinden doğan insanların bir meyvesi olarak görüyorum PAZ’ı. Ne dersiniz? Önümüzdeki günlerde neler katacaktır biz okurlarına?
Edebiyat okurlarına ne katıyorsa PAZ da o kadarını katabilecektir. Daha fazlasını değil. Ve umarım daha azını da değil. O da şu: Okurlarımız PAZ’ı okuduklarında, dergiyi almak ve okumak için harcadıkları vakte de nakte de pişman olmayacaklar. Görselleriyle, tasarımıyla, türler arası dengeyi gözetmesiyle PAZ okuyan her okur bu dünyanın kirinden pasından ve ahmaklıklarından birkaç saatliğine arınacak ve kendi damak tadına hitap eden yazarının kelimelerinde kendi iç dünyasına dönüp, kendisiyle baş başa kalma fırsatı bulacaktır. Bu, yani dünyanın gürültüsü içinde yitip giden kendi sesini duymak hem çok az hem de çok fazla bir şeydir. PAZ ile okurun dünyası zenginleşecek ve okurlarımız bizim sayfalarımız üzerinden hem dünya hem de Türk edebiyatından daha önce bilmedikleri yazar ve kitaplarla tanışma şansına erişeceklerdir. Elbette PAZ okuyarak hayatın anlamını bulmayacaksınız; ama bu arada hayatınızı daha anlamlı kılabilecek fikirler, yazarlar, kitaplar, hikâyeler ve metaforlar zihninize düşebilir.
Merkezden değil de çevreden çıkan bir dergiyiz. Sadece bu bile PAZ’ın ne yapmaya çalıştığını anlatmak ve anlamak için yeterli. Merkezin perspektifi ve problemleriyle çevrenin bakış açısı ve dertleri hiçbir zaman aynı değildir. Merkezde değiliz. Hatta bir merkezimiz bile yok. Merkezin imkânlarından ve ilişkilerinden yoksunuz. Bu bizi ilişkileri ve söylemleri tekrar ederek meşrulaştırmaktan da özgürleştiriyor. Bu anlamda korumamız gereken ilişkilerimizi zedelemek gibi bir kaygımız da yok. Bu bizi daha özgür kılıyor. İlk defa PAZ ile tanıyacağınız o kadar çok isim olacak ki sayfalarımızda. Kerem Alihan, H. Gökçe Zabunoğlu, İbrahim Demir, Süveyda, Kinik Prens, Yiğit Curyan… Merkezde seslerinin asla yankılanmayacağı yahut da çok uzun bir süre gür çıkma ihtimali olmayan fakat yazabilmek gibi bir hüneri de olan her kaleme sayfalarımızda yer vereceğiz. PAZ ne bir şöhretler karması ne de amatör yazı heveslilerinin aralarında topladıkları parayla edebiyat yayıncılığına soyundukları bir dergi. Sayfalarımızda hem ustalar hem de genç kalemler olacak. PAZ okurundan başka kimseye eyvallahı olmayan bir edebiyat dergisidir.
Anadolu’dan çıkan bir kültür, sanat ve edebiyat dergisi olan Edebiyat Nöbeti’nden selamlar getirdim. Derginin bir emekçisi olarak edebiyat ve dayanışma anlamında neler eklemek istersiniz?
Az önce de söylediğim gibi kültür merkezi İstanbul olan bir ülke gerçekliğinde Anadolu’da dergi çıkarmak güç; avantajları ve dezavantajları var. İktidar ilişkilerine dâhil olmamanın kulağa hoş gelen özgürlüğü kadar kahırlı belaları da vardır, görünmemek gibi meselâ. Görünür, yani ulaşılır olmamak günümüzde bir derginin aşması gereken en büyük güçlük. Okuruna ulaşmak isteyen her edebiyat dergisinin kat etmesi gereken bir mesafe var; Edebiyat Nöbeti de kardeşi PAZ gibi muhtemelen bu mesafeyi aşabilecek güçlü ciğerlere sahiptir. Unutmayalım ki bizler rakip değil, ortak dertleri ve hedefleri olan ve bu hedeflere kendi seçtiği yoldan ulaşmayı deneyen kardeş dergileriz. PAZ ve Edebiyat Nöbeti; Lévi-Strauss’un o çok sevdiği Kızılderili mitlerindeki gibi gün doğmadan biri kuzeye diğeri güneye doğru yola düşen iki kız kardeşi hatırlatıyor bana. Bu yolculuğumuzda asla yalnız olmadığımızı bileceğiz. Ve karşılaştığımız ilk büyük güçlükte de pes etmek yerine dayanışacağız. Böyle görünür olup, böylece çevrenin dinamizmiyle merkezin hantal ve obez ilişkilerini yeniden harekete geçireceğiz. Bu nedenle Eskişehir-Bursa merkezli PAZ’ın da siz Samsun’daki kız kardeşimiz Edebiyat Nöbeti’ne selamları var.
Son olarak, PAZ Edebiyat Dergisi’nin dışında nelerle uğraşıyor Gökhan Yavuz Demir? Başka çalışmalarınız var mıdır acaba?
PAZ Edebiyat dışında Gökhan Yavuz Demir hayatta kalmaya çalışıyor. Hayatta kalmaya çalışırken de internet sitelerine küçük telifler karşılığında yazmak, halen bitiremediği Umberto Eco’nun Yorumun Sınırları’nın tercümesine devam etmek, Mungan Art’da halen sürdürdüğü ve yakında Moda Sahne’de de başlayacağı kanon ve edebiyat ve felsefe atölyelerinde ders anlatmak ve üç-beş kuruşa redaksiyon yapmanın dışında çok da bir şey yapamıyor. Bunlar hakikaten çok vakit alıyor ve beni uzun soluklu bir projenin peşine düşmekten de alıkoyuyor. Ama eşim Filiz Mungan ile birlikte çocuk kitapları yapmak gibi projelerimiz var. Elbette biraz hayatım düzene girdiğinde roman yazmak hâlâ ilk hedefim. Çok sancılı bir taşınma sürecini daha yeni atlattım. On gündür hiçbir şey yapamadım ama şimdi bütün bu ufak tefek ve dağınık işlerin arasında, hazirandan sonra kendi kahramanlarımı ve kahramanın ne olduğunu anlatan bir deneme kitabı yazmaya çok niyetliyim, hatta notlar bile almaya başladım. Hayatta kalırsam bütün bunları vakti geldikçe göreceksiniz zaten.
Röportaj için teşekkür ederim.
Estağfurullah. PAZ’ı ve kendimi ifade etme imkânını verdiğiniz için asıl ben teşekkür ederim.
Meltem Dağcı
Edebiyat Nöbeti Dergisi
Yoruma kapalıdır.