Birgül Özcan’ın ilk kitabı olan Ev Anası, kalıplara sıkıştırdığımız kadın ve anne kavramlarını bir nebzede olsa yıkan, güya “modern” toplumda “Çocuk da yaparım kariyer de!” mantığını eleştiren, anneliğin cennetin ayaklarına olduğu değil de, bir annenin hayatını ve cinnetlerini öz önüne seren ilk kitabıyla karşımızda. Akiller Apartmanı yöneticisi Nur’un gözünden anlatılan romanda yazar kendi hayatını, annesini, komşularını, kocasını ve ev hanımlığını anlatmaktadır. Roman yedi bölümden oluşmaktadır. Her Türk kadınına işlenmiş ideal ev anası portresini gözler önüne seren Özcan, bu hikâyeyi, habitatı ev olanlara, herkes giderken kalıp konanlara, kalmanın bilgisine aşina, gitmeninkine yabancı olanlara, kitaplarla arası iyi, haritalarla ve dünya küreleriyle bozuk olanlara… Pazar poşeti taşıyıp da bavul taşımamışlara, uçaklara kafasını kaldırıp öylece bakanlara, uçağın deşip yardığı buluttaki çizgilere yara izleri gibi bakıp mahzunlaşanlara çünkü en yakından saldıranın hep en uzaklar olduğunu bilenlere. “Su çok güzel gelsene” diye çağrıldığında “Sen gir, ben beklerim” diyenlere. Ekleyenlere, ekleye ekleye kendinden azalanlara, tomurcuklu çay sevenlere. Yazları ütü yapmaktan, kışları nevresimlere yorgan geçirmekten mevsimlere, teldeki çamaşır yüzünden yağmurlarla arası bozulanlara… Şöyle, ağız dolusu “La dölce vita!” diyemeyen ama inatla Vita kutularına sardunya ekenlere, en az bir kez yemeğin altını, birkaç kez balataları ve nihayet gemileri yakmış bütün kadınlara, en çok da Sihem’e, anneme!” yazdım demiştir.
Evin bütün sorumluğu üzerimdeyken okudum kitabı. Bir yandan yemek yaptım, bir yandan temizlik diğer yandan da evin asayişini sağladım. Hey maşallah, ben de ev anası olmuşum sadece çocuğum yok, diye düşündüm. Her sayfayı çevirişimde içimden, sanki evdeki beni, evdeki annemi anlatmış demekten kendimi alamadım çoğu zaman. Her Ev Anası gibi benim de bazen birikmiş bulaşığa bakıp kirli tabaklarla sirtaki yapasım geliyor, tuvaleti, banyoyu ovarken çamaşır suyu şişesini kafama dikesim geliyor, evde çürümekten içim şişiyor, sanki her yer lavanta kokulu yüzey temizleyici koksa dünyada kötülük kalmayacak gibi şeyler düşündüğüm oluyor, güne katılıp yemediğim kadar kısır, patates salatası ve kadayıflı muhallebi kalmıyor. Sayısız Türk kahvesi ve tomurcuklu çay içip beni cehenneme götürecek kadar çok dedikodu yaptığım da oluyor.
Velhasıl kelam ilk romanı keyifli olan Birgül Özcan’ı içten dili ve akıcılığıyla sevdim. Sevmediğim tarafları ise Ev Anası durumundan çok fazla şikayetçi olmasına rağmen değiştirebilecek hiçbir şey yapmaması, Akiller Apartmanı yöneticisi Nur’un apartmanın panosuna astığı hikâyelerden birisinde Virginia Woolf’a saldırdığını söylediği “Kendine Ait Bir Koca” hikâyesinde Virginia Woolf’u eleştirmeden önce kendisinin de hikâyede söylediği gibi kitabını okumadan eleştirmeye kalkması bana saçma geldi. Bir diğer taraf ise “Hemcinslerime (K)açık Mektup” adlı hikâyesinde ise “Doğru düzgün insan büyütemeyen anaların eseri bu adamlar” demiş hemcinsim ve çoğu yerde hemcinslerini suçlamış. Kadınlık olgusunu eleştirirken, kadınları tamamen suçlu tutmak ne kadar doğru, bir çocuğu sadece anne mi yetiştiriyor, babanın çocuğu üzerindeki etkisini niye yok saymış (sayıyoruz) anlamış değilim. Bu konularda yazarı eksik buldum. Bir şeyler yazmanın zorluğunu bildiğimden emeğine sağlık diyorum. Okumak, incelemek, eleştirmek sana kalmış sevgili okur, sevgiyle.
Birgül Özcan hakkında,
1984 yılında İzmir’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Radyo-Sinema TV Yayıncılığı Bölümü’nü bitirdi. Reklam ajansları ve dergilerde metin yazarlığı, editörlük yaptı. Ev hanımlığı sektöründe tam zamanlı ev anası olarak hizmet vermektedir. Ev Anası, yazarın ilk kitabıdır. (Sayfa sayısı 115, Sel Yayıncılık. (Fotoğraf http://www.selyayincilik.com/ ‘dan alınmıştır.)