Demans, beyinde hasar kaynaklı doğan ve giderek ilerleyen; beynin, fonksiyonlarını yerine getirememesine neden olan hastalıktır. Halk arasında “bunama” olarak bilinir. Alzheimer, demansın en sık görülen türüdür. Demans hastaları hafıza, dikkat toplama, sözcük hatırlama konularında sıkıntı çekerler, problem çözme yetileri giderek azalır. İlerleyen yaşlarda görülme oranı yüksek bir rahatsızlıktır; 65 yaşta %2 ila %4 oranında görülen bir rahatsızlıkken, 80 ve üzeri yaşlarda %20 oranında görülür.
Bunca tıbbi bilgi, birazdan bahsedeceğim kitap için olmazsa olmazdı.
Arno Geiger, bizlere gerçek bir hikâye sunuyor. Demans hastası olan babasının ve babasıyla beraber ailesinin yaşadıklarını, tecrübelerini ve sıkıntılarını bizlere anlatıyor. Bu zorlu yolculuklarında yaşadıkları, hem üzünçlü hem de ders verir nitelikte.
Kitabın açılışında, hastalığın keşfedilme evresi hayli can sıkıcı bir gerçeklikte. Hastanın, hasta olduğunu kabullenme ile kabullenmeme hissiyle, çocuklarının babalarında gerçekleşen değişimi fark edememeleri nedeniyle yaşanan burkulmayı okuyoruz. Seneler seneler evvel fark edilse, daha doğrusu babanın hasta olduğunu sezdiği andan itibaren bunu kabullenip dillendirmesiyle başlayabilecek bir tedavi süreci, belki de kitabın geri kalanında farklı bir hikâye okumamıza vesile olabilirdi. Ama şöyle de düşünebiliriz: İnsan hasta olduğunu kendine yediremeyebilir. Hele ki unutkanlık gibi herkeste çokça görülebilecek olan bir durumun hastalık evresine ulaşmış olduğunun düşünülmesi benliğe kabul ettirilmesi zor bir durum olsa gerek.
Babasının rahatsızlığı ilerledikçe yaşadıklarını detaylandırarak anlatan, bu anlattıklarını incecik çocukluk hatıralarıyla birleştiren Geiger, senelerce küs kaldığı babasıyla yeni ilişkisini, aralarında doğan tazecik bağı ve birbirlerine daha önce neden zaman ayırmadıklarının doğurduğu pişmanlığı, size satır satır içiriyor. Babanızın yaşadığınız evi hatırlamadığını ve her gün yinelenen bir süreçle eve gitmek istediğini söylemesi, içinizi ağrıtırdı eminim. Tüm bunların yanında, hastalığın getirisi olan hatırlamama, birkaç noktada devreye giremiyor anlatıda. Baba, çocuklarının kim olduklarını hatırlamasa bile, onlara karşı duyduğu hissiyat, kalbinden artık işlevini yerine getiremeyen beynine ulaşıyor. Çoğu hastabakıcısıyla geçinemezken çocuklarıyla geçinebilen, inatçılıklarını çocuklarına karşı sürdüremeyen bir baba motifi…
Kitabın bir bölümünde Agust (baba) ve (Arno) oğul arasında geçen şu ufacık diyalog kitabın tüm duygu yoğunluğunu anlamanız için örnek olabilir:
“‘Baba, hayatındaki en mutlu olduğun zaman nasıldı?’
‘Çocuklar küçükken.’
‘Sen ve kardeşlerin?’
‘Hayır, çocuklarım.'”
Kitabın ilerleyen bölümlerinde, hastalığın da ilerlemesiyle beraber baba karakterinin uygun bir bakımevine yerleştirilmesi ve bu evde tecrübe edilenler aktarılıyor. Bu bilgiyi vermekten çekinmiyorum çünkü kitabın final kısmından ziyade başından sonuna kadar anlatılan deneyim, oldukça kıymetli. Her bireyin karşılaşabileceği ya da deneyimleyebileceği bir rahatsızlık olan demansla ilgili yönlendirici anlatım, hastaya karşı tutum, yapılması gerekenler bir kılavuz niteliği de taşımakta. Yine de bu anlattıklarım üzerinden kitabın bir sağlık kitabı olduğu izlenimi doğmasın zihninizde. Karakterleri gerçek olsa da baştan sona bir roman ve baba karakteri, söyledikleri, yaptıkları, hareketleri ve bilhassa geçmişiyle oldukça sağlam bir karakter.
Yaşlı Kralın Sürgünü, üzünç yüklü bir kitap, bunun yanında da oldukça güçlü bir roman.
- Arno Geiger – Yaşlı Kralın Sürgünü
- Erdem Yayınları – Roman
- 134 Sayfa
- Çeviri: Sevgi Tuncay