Geçen günlerde kardeşimle kil hamuru alıp bir şeyler yaratmaya karar verdik. Önce sert olduğunu hissettiren bu hamur elinizin içinde oynadıkça vücut sıcaklığınızla yumuşamaya başlıyor. Yumuşak hamur şimdi ne istersek onu olmaya hazırdı. Bir şeyler yaratmak zor geldi. Çünkü kafamızda tasarladığımız şeyler önümüzdeki şekilsiz kil hamurunda hiç olmayacakmış gibiydi. Ayrıntılarını görmeye başlamıştık kafamızdaki şeylerin ve onlar olmadıkça kil hamurunun tamamen istediğimiz şey olamayacağına karar vermiştik. Kardeşim vazo yapmak için başladı. Sonrasında kurumaya bıraktı. Bizim vazo diye bıraktığımız şey kuruduğunda eğri duran bir şişeden başka bir şeye benzemiyordu. Belki bu da onun kaderiydi.
Matias Faldbakken’in kaleme aldığı Biz Beş Kişiyiz, ağustos ayında Timaş Yayınları tarafından yayımlandı. Editörlüğünü Ayşe Tuba Ayman’ın, çevirisini Mehmet Emin Baş’ın ve kapak tasarımını Ceren Yavuz’un üstlenmiş olduğu Biz Beş Kişiyiz, yazarının değişik düşünce tarzını birebir yansıtmayı başarmış bir Dünya Edebiyatı kitabı olarak yerini almış bulunmakta.
Norveç asıllı yazar Matias Faldbakken, sadece yazar değil ayrıca çok da iyi bir sanatçıdır. Resimleriyle, etrafımızda gördüğümüz nesneleri yeni bir boyuta ve şekle sokarak oluşturduğu yeni eserlerle ilgilenmekte. Bu izlerini önceki kitabı Garson’da oldukça belli etmiş olan Matias Faldbakken, herkesi etkilemeyi başarmış olacak ki Brage Ödülü’nün finaslistleri arasına girmiş. Garson, lüks bir restoranda çalışan garsonu konu almakta. Okur kitabın sayfalarını çevirdiği anda bahsedilen garsonun gözleri olmaya başlıyor. Böylece restoran içerisinde yemek yemeye gelen müşterileri, duvarlardaki sanat eserlerini, yukarı kata konumlandırılmış bir piyanoyu çalan piyanistin çalma listesini görmüş oluyor. Birkaç günlüğüne garson olduğunuz bu kitap da Timaş Yayınları tarafından basılmıştır.
Bu defa kendisini olduğu gibi yansıtmaktan geri durduğunu düşündüğüm Matias Faldbakken, Biz Beş Kişiyiz’de o kadar da açık olmamış. Görünürde genç yaşta birbirlerine âşık olmuş iki gencin sonunda evlendiği ve çocuklarının olduğu bir hikâye gibi gözükse de Matias Faldbakken, bu hikâyeye bir kahraman daha ekliyor: kil hamuru. İki çocuk, bir anne, bir baba ve bir kil hamurundan oluşan beş kişilik ailenin görünürde sıradan bir hikayesi bir anda altüst oluyor.
En iyisi baştan başlayalım.
Başkentin üç saat kuzeyinde bulunan bir köyde yaşayan iki genç: Tormod ve Siv. Lise yıllarında birbirleriyle tanışmış olan bu iki gencin arasındaki aşk kimsenin engelleyemeyeceği boyuttaydı. Kaç kez ayrılmanın eşiğine gelmiş olsalar da birbirlerinden kopamazlar. Daha sonra Tormod, elektronik üzerine eğitim veren bir okulu kazanıp köyden kırk dakika uzaklığa gidince işler hiç de lisede yaşadıkları kadar kolay olmaz. İnsan yaşadıkça bir önceki derdinin ne kadar basit olduğunu anlar ya işte öyle bir andı bu da. Tormod bu okulda Espen adında bir gençle tanışır. Tormod’un zekâsı, çalışkanlığı ve düzeni karşısında Espen dağınık, hayatı yarın yokmuş gibi yaşamaktan keyif alan ve haylaz biriydi. Bu esnada kimin kime benzeyeceğini siz seçersiniz. Eğer Tormod güçlü durup da dersleri için kendisine biraz daha fazla güvenmeyi deneseydi işte o zaman Espen’in haylazlığı hiç de can alıcı gelmezdi. Fakat öyle olmadı. Tormod derslerinde biraz daha yaratıcı olabilmek için özgüvene ihtiyacı vardı. Ya da sadece biraz rahatlamaya… Espen sayesinde tanıştığı şevk tozu ona bu rahatlamayı sağladı. Tormod artık farklı fikirler bulabiliyor, bunları hayata geçirecek güveni sağlayabiliyor ve sonuçlarını rahatlıkla göğüslüyordu. Ta ki şevk tozunun da şevki çıkana kadar… İşler daha da ilerleyip şevk tozunu arttırmaya başladıkları anda Tormod kendisini tanımlayan çalışkanlığı ve düzeni bir kenara bırakarak paspal bir hale bürünür ve ders çalışacak ayık kafayı kafatasının içinde bulamaz. Siv bunlardan habersiz bir kuaförde çırak olarak çalışmaktadır. Ne zaman Tormod’u kendinden geçmiş bir halde kapısında bulur işte o zaman Tormod’u iyileştirmek için canla başla çalışır ve onu bu çukurdan çekip alır.
“Siv, ben kendimin zıt kutbu olmuştum ama artık geri döndüm. Eğer bir daha öyle olursam -yani değişirsem, dönüşürsem- ve şu anda sana söylediklerimden başka bir şey iddia etmeye çalışırsam, beni sakın dinleme. İnanma bana. Gerçek ben işte buyum.” (sayfa 26)
O zamanlarda daha sevecen davranan Siv, evlendikten sonra tıpkı Tormod’un şevk tozunu abarttığı zamanlarda olduğu gibi umursamaz, keyfine düşkün bir insan haline gelir. Kendine ait koltuğunda abur cuburlarıyla beraber filmler izleyerek işten geldikten sonraki zamanını değerlendirir. Aslında düşününce bu bir yandan da yaşamak istediği şeyleri yaşayamadan yapmak zorunda hissettiği şeylerden acısını çıkarma şeklidir belki de. Çünkü Tormod ile evlendikten sonra hemen çocuk sahibi olmak istemez. İlk çocukları Alf doğduktan sonra hamilelikte yaşadığı zorluklardan dolayı bir daha çocuk yapmamakta da kararlıdır. Fakat Tormod günlerce bunun için dil dökünce ona kıyamaz ve ikinci çocukları Helene’ye hamile kalır. İşler böyle olunca Tormod çocuklarla ilgilenir. Siv ise rahatını görmekte bir sakınca bulmaz.
Tormod kendisini çukurdan çekip alan Siv için köyün en iyi bölgesine bir ev inşa eder. Okulu şevk tozu yüzünden uçup giden Tormod baba mesleği olan marangozluk yapmaya başladıktan sonra bir ev yapmak ona hiç zor gelmez. Sadece kendi emeğinin olmasını istediği bu evi tek başına kurar ve Siv’e minnettarlığını bu şekilde gösterir. Evin bir odasını kendisi için atölyeye çevirmeyi de unutmaz. Tormod bu atölyede çalışmaktan çok çocuklarıyla burada bir şeyler yapmaktan keyif alır. Kızı Helene ile kil hamurundan bir şeyler yaratmayı, Alf ile bu kil hamurundan şekillerle bir hikâye kurmayı çok sever. Ne zaman bu kil hamuruna başka şeyler ekleyerek bir değişiklik arayışına girer işte o zaman olanlar olur. Sipariş ettiği hamurların taşınmasında görev alan Espen, koli üzerinde yazılı olan adresten Tormod’a ulaşır ve kendisine harika bir ürün sunacağını söyler. Tek yapacağı bunu kabul etmektir. Tormod zayıf halkasıyla tekrardan karşı karşıya gelmiştir. Sonunda teklifi kabul eder. O gün ise Siv’in evde olmadığı bir gün olur. Espen ve Tormod, şevk tozunun kendilerinde yarattığı o tanıdık hisle kil hamuruna galvaniz çözeltiler, sıcaklık, elektrik, su, macunlar ekleyerek yeni bir oluşum elde ederler. O andaki uyuşukluklarından dolayı neyi ne kadar eklediklerini bilmeseler de iyi bir şey çıkardıklarından eminlerdir. Ya da sadece şevk tozu öyle hissetmelerini istemiştir. İşte ailenin beşinci üyesi böyle bir akşamda doğar.
Yeni oluşturdukları bu hamur şekil alabiliyor, öğretilen şeyleri öğrenebiliyor, tekrardan yapılması istendiğinde yapabiliyordur. Hem de tüm bunları çok hızlı bir şekilde yerine getiriyordur. Bu durum ailenin çok işine yaramıştır. Yumuşak robot olarak tanımladıkları kil hamuru ev yemeklerini yapmaya, sebzeleri doğramaya, bir şeyleri karıştırmaya, temizlik yapmaya ve çivi çakmaya başlar. Bu da Tormod’un işlerini kolaylamasına, Siv’in daha çok film izleyip yatmasına ve çocuklara vakit geçirecekleri bir arkadaşa sahip olmasına vesile olur. Tabii keşke işler bu kadar güzel kalabilseydi.
Yumuşak robot, Tormod’un tabiri ile O, bir gün evden gider ve bütün köye değişik bir şekilde imzasını atar. Siv ve Tormod bu kil hamuru yüzünden ayrılık aşamasına gelmişken tekrar kafa kafaya vererek sorunu çözmeye çalışırlar. Kil hamuru geçirdiği güzel günlerden kendisine özellikler toplamıştır. Bu özellikle aile içerisinde gördüğü duygulardır. Egoyu alır yutar, sevgiyi alır yutar, kıskançlığı alır yutar ve şimdi her bir özelliğini çevreden toplamaya başlamıştır. Kil hamuru kuruyup bize güzel anılarımızı hatırlatacağı yerde yamuk yumuk şekliyle tüm köye korku saçmaktan daha çok keyif alır. Evde gördüğü duygusal eksiklikler kendi içerisinde de oluşmuştur ve bu durum kil hamurunda tamamlanma isteği doğurur.
Yazıya başlarken anlattığım hikâyeye geri dönüyorum. Kardeşim kil hamuru ile baş başa kaldığında “Ben bunu istememiştim”, dedi. “Ama böyle de başka bir şey olmuş.” Bir vazo hayal ederek başladığı yolda bir yamuk şişe ile karşılaşınca bütün hayal kırıklıklarını gizlemeye çalışmıştı. Matias Faldbakken okuduktan sonra ister istemez düşünmeye başladım. Acaba şu anda dolabın üstünde süs olsun diye bıraktığımız boynu bükük şişe kardeşimin de hayal kırıklıklarını toplamış mıdır?
Beklemeyeceğiniz noktalarınıza değinecek olan Biz Beş Kişiyiz, ona ne hissettiğinizi görüp onu saklayacaktır.
“Bu noktada, tüm gizemler aynı kapıya çıkıyor, hepsi çok net: Bizden talep edilen şey bizim özellikle vermeye en gönülsüz olduğumuz şeydir, şöyle bir kendi içinize bakıp asla ve katta feda edemeyeceğiniz şeyi bulmanız yeterli, işte o kadar.” (sayfa 238)
İyi okumalar.
- Matias Faldbakken – Biz Beş Kişiyiz
- Timaş Yayınları – Roman
- Çeviri: Mehmet Emin Baş
- 238 sayfa