Önsöz ya da sonsöz okumayı sever misiniz, bilmiyorum. Genellikle, kitaplardaki bu bölümlerin metin haricinde tutulduğunu, atlandığını ve okunmadığını düşünürüm. Ki bu bölümler, kitabın yazarına ya da yazılmış olan metnin içeriğine dair aydınlatıcı, düşündürücü, bağlayıcı ve yönlendirici açıklamaları içermesi nedeniyle, bence aslolan metin kadar önemli bölümlerdir. Velhasıl, sizleri bilmem ama ben önsözleri, sonsözleri okumayı severim. Edebiyat biraz da sabır demektir. Okurken ve yazarken sabretmek. Sabretmeyi sevebilmek.
Yakın zaman içerisinde okumayı bitirdiğim Cladiuo Morandini’nin Taşlar isimli romanında yer alan sonsöz bölümü, kitabı sabırla okuyup da kafanızın içerisinde kendiliğinden oluşan o sorular yumağına cevap niteliği taşımaktaydı.
Sonsöz şöyle başlıyor, olduğu gibi alıntılıyorum:
“Eylül 1908’de Gressoney Vadisi’nde, Issime yakınlarındaki bir kulübede taşlar oluşmaya başladı. Birdenbire ortaya çıkarak etraftaki insanların üzerine saldırdılar. Bir yığın taş yere düşüyor, daha doğrusu havada uçuyordu. Sonraki günlerde bu olay o kadar arttı ki insanlar ellerinde sepetlerle gelip taşları dışarı atmak zorunda kaldı.”
Yaklaşık 200 sayfa boyunca, İtalya’nın küçük köylerinden birinde, geçmişten günümüze yaşanmış olan enteresanlığıyla oldukça dikkat çekici bir konu etrafında dönen bu romanı okurken, anlatıcımızın, daha doğrusu bu yeti yazarla doğrudan ilintili, kullanmış olduğu oldukça ikna edici olaylar ve üslup nedeniyle aklınızda şu sorular doğuyor: Bu olay gerçekten yaşanmış olabilir mi? Karakterler gerçekten yaşadı, bu doğaüstü olayları yaşadılar ve bazıları gerçekten öldü mü?
Abartmış olduğumu düşünebilirsiniz, ki bu gayet doğaldır. Çoğu metin, bizi inandıcı ve ikna edici olması nedeniyle sevilir. Okursunuz, etkilenirsiniz ve gerçekten böyle bir şey yaşanmış olduğunu düşünerek bazen sevinir, bazen de dehşete düşersiniz. Ama aslında hem sıradan hem de sıradışı olma olasılığı yüksek bir olayın, bunca detayıyla ve etraflıca anlatıldığını okuyunca, ne hissedeceğinizi bilemiyorsunuz.
Sostigno isimli köy, içerisinde bulunduğu coğrafi koşullar nedeniyle oldukça hareketli bir doğal yapıya sahiptir. Öyle ki, jeologlar, toprak bilimciler burada özel incelemeler yapıyorlar. Hareketlilik o kadar yoğun ki, dereler sürekli yatak değiştiriyor, sular bir çekilip bir yükseliyor. Toprak kum gibi hareket ediyor. Bir süre sonra, köy gerçek manada yaşanmaz hale geliyor ve yaz aylarını geçirmek üzere yüksek rakımlarda bir köye gidiyorlar. Fakat aynı hareketlilik bu köyde de onların peşini bırakmıyor. Hele sonradan köye gelip yerleşen ve emeklilik hayatının keyfini sürmek isteyen Saponaro çiftinin başına gelenler…
Biri öğretmen biri de bahçe işleriyle uğraşmakta olan Saponaro çifti, yeni alışmaya başladıkları köy hayatı esnasında, bir gün oturma odalarında kendiliğinden oluşan taş keşfeder. O taşın nasıl oraya geldiğini tüm aramalarına ve münakaşalarına rağmen bulamazlar. Ertesi gün de aynı şekilde odada başka bir taş bulunca, korkmaya başlarlar. Bir süre sonra, odada taş sayısı o kadar fazlalaşır ve taşların hareketlenmeye başlamasıyla çiftimizin başına öyle şeyler gelir ki… Romanın üzerine kurulu olduğu Saponaro çiftinin yaşadığı olaylar, içerisinde toplum eleştirisinin de sık sık işlendiği, hikâyelerden oluşuyor. Doğada hareketsiz olarak yer alan taşların, bir şekilde hareket etmeye başlayarak insanlardan öç alır gibi onları hayatlarından bezdirmesi, söz geçirmesi, korkutması, isteklerini kabul ettirmesi ve insanların bu olaylar karşısında ne yapacaklarını bilememesi, metin içerisinde olabildiğince eğlenceli ve keyifli anılarmış gibi anlatılsa da, içerdiği karamsarlık ve kabullenilmişliğin okura geçmesi okurunu huzursuz etmeye yetiyor. Tüm bu olayların nihayetinde, yani yerel gazetelerden, araştırmacılardan, ziyaretçilerden, turistlerden, ölümlerden, geçen yıllardan, yaşlanan insanlardan, büyüyen çocuklardan, geride kalan anılar ve olaylardan sonra, her şeyiyle artık kabul ettikleri bu yaşamın sonunda, yazarımız sonsözde bize böyle bir şeyin yaşanmış olabileceğini ima etmesi bile, yaşamış olduğunuz huzursuzluğu arttırıyor.
Morandini’yi, Kar, Köpek Ayak ile tanımıştım. Yine Timaş etiketiyle çıkan o kitap da, oldukça ilgi çekici konusuyla beni sarıp sarmalamıştı. Taşlar konu itibariyle daha yoğun bir kitap. İçeriği tezatlıklarla kurulmuş, olay örgüsü başarılı bir şekilde oluşturulmuş bir roman.
Kitabı okurken, aslında çok ufak bazı olayların öylesine uzun uzadıya ve detaylıca anlatıldığını fark edeceksiniz. Bu ne kadar hoşunuza gidecek bilmiyorum ama Morandini’nin bunu yapmayı, yazmayı, anlatmayı sevdiğini benimde hoşuma giden şu satırlardan anlıyoruz:
Birkaç dakika geçmeden aklım başka yerlere takılır, beni bekleyen çayırları, birlikte oyun oynamak istediğim köpekleri, dünyaya gelmek üzere olan buzağıları, sırf oyun olsun diye birbiriyle tokuşmalarına izin verdiğimiz keçileri, deredeki -ya da nehirdeki- balıkları düşünmeye başlardım. (Tamam, Agnese’nin bana öğrettiği bir şey olabilir: O bana, hiç acele etmeden ve bir şeyler ispatlamaya çalışmadan güzelce anlatılan hikâyelerin ne kadar keyifli olduğunu öğretti.
syf. 197
Okurken sıkılmayacağınız, dili ve üslubuyla sizi boğmayacak, bunca rahat okumanın yanı sıra, okurken şaşıracağınız, düşüneceğiniz, sorgulayacağınız, çoğunlukla anlamayacağınız, anlayacağınız, zıtlıklar içerisinde kalacağınız ama seveceğiniz bir roman olacak Taşlar. İyi niyetle öneriyorum efendim.
Dipnot: Morandini ile yapılmış güzel bir söyleşiyi de şuraya bırakayım:
https://t24.com.tr/k24/yazi/claudio-morandini,1594