Tipi
Bu yazım ve bundan sonraki birkaç belki onlarcası Puşkin üzerine olacaktır. Sağlıklı seçimin yazar okumaları olduğunu düşünürüm hep. Bir yazarın ulaşılabilecek bütün yazınlarını tamamlamadan bir diğerine geçmemek. Ama aynı konu üzerine okumalar yaptığım dönemler de oldu. Bu kez konu bütünlüğü otururken yazarından yoksun yazılarla boğuşma izlenimi doğmaya başlıyor. Eğer bir konu üzerine araştırma yapıyor iseniz, o zaman farklı.
Konumuza dönelim.
Bu kez Puşkin’in öykülerinden ”Tipi” üzerine birkaç kelam edeyim. Kaderin, sade ve sakin bir şekilde işlendiği bir eser olmuş ”Tipi”. Bir an iki sevgilinin yazdığı mektuplarda buluyorsunuz kendinizi. Bir bakmışsınız yemek masasında saatler sonrasının kaçış planlarının olasılıkları arasında gidip geliyorsunuz. Saniyeler geçiyor tipi ortasında kalıp yolunuzu kaybediyorsunuz. An be an, ilmek ilmek dokunuyor gözlerinizin önünde hikaye.
Hikâye 1811 sonlarında başlar. Kahramanımız Marya, konukseverliği ile ün yapmış bir ailedendir. Okumaya düşkün olan Marya, kitaplardaki aşklardan nasibini alır ve yaşadıkları yere izinli olarak gelen bir teğmene aşık olur. Aile ekonomik durumundan dolayı kızı teğmene vermeye yanaşmazlar. Ve genç çift kaçış için planlar yaparlar. Gece yarısı Marya, Teğmenin göndereceği arabacıyla birlikte şehrin dışındaki kiliseye gelecek ve orada Teğmen ile buluşacaktır. Teğmen de diğer bağlantılarını sağlayıp kiliseye gelecektir.Fakat plan istedikleri gibi işlemez. Bir tipi bastırır aniden. Hikâyenin bu kısmında teğmen tipiden dolayı yolunu kaybeder. Bir yolunu bulup döndüğünde gün ışımıştır. Kilisede kimsecikleri bulamaz. Kız da tipinin ve akşam yaşadıklarının neticesinde hastalanır. Ailesi, kızlarına Teğmen’le evlenmesine müsaade etmedikleri için hastalandığını düşünerekten Teğmene, evliliğe müsaade ettiklerine dair bir mektup yollarlar. Teğmen artık istemediğini ve o defteri kapattığını yazar cevaben. Savaş patlak verir, Teğmen savaşa gider ve ölür. Fakat birkaç yıl sonra savaş bitmiştir. Savaş başarısı elde etmiş askerler şehirlere dönerler. Marya’nın bulunduğu şehre de bir subay gelir. Aşk hikâyesi kaldığı yerden tekrar başlar. Yeni subayımız Marya’ya, Marya da Subaya aşıktır. En sonunda konuşmaya karar verirler. Subay aşkını ilan eder fakat önlerinde bir engelin olduğunu da ekler sözlerine. Marya söylemesi için ısrar edince, evli olduğunu söyler ve hadiseyi anlatmaya başlar. Dört yıl önce bir gece yolculuk yaparken, tipiden kaçıp bir kiliseye denk geldiklerini, orada birkaç arabanın ve ağlayarak bekleyen bir gelinin olduğunu gördüğünü anlatır. Kapıda onu görenlerin onu damat sanıp gelinin yanına getirdiklerini, onun da eğlence olur diye cevap vermediğini, itiraz da etmediğini söyler. Derken nikahlarının kıyıldığını, gelini öpebileceği söylendiğinde gelinin duvağını açtığını ve yalnızca ‘bu o değil.’ deyip bayıldığını anlatır. O zaman her şey netleşmiştir. Yıllar önce Marya’nın Teğmeni beklediği kiliseye Subay gelmiş ve bu oyun, oldu bittiye gelmiştir. Bu hadisenin üzerine Marya günlerce kriz geçirmiş, yataktan kalkamamıştır. Sadece “Aman tanrım. O sen misin? Beni tanımadın mı?” diyebilir.
Hikâyede ve genel manada Puşkin okuyucuya sorular sorup, bazı düşüncelere sevk etme yolunu tercih ediyor. İşte toplumcu-gerçekçi yönünün olduğunu bana düşündüren nokta bu ve benzeri noktalar. Toplumsal olayları, tarihsel akışı içerisinde ele alıyor. Ve okuyucusuna sorular sorarak bir tür, “Sen burada başı boş gezmek için bulunmuyorsun. Benim sınırlarım içerisinde bulunuyorsan benim kurallarıma göre yönelecek ve hareket edeceksin.” söylemi ediniyor. Yine de takdir okuyucuların…
Tavsiye edilir.
- Puşkin, Aleksandr, “Bütün Öyküler, Bütün Romanlar”
- Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012
- Çev. Ataol Behramoğlu
- 560 Sayfa