“Cadı” terimi sinemanın, edebiyatın ve günlük hayatın devamlı gündeminde yer edinen bir kavram. Günlük yaşamda “cadı”, “cadaloz” gibi kullanımları, olumsuz halleriyle sıklıkla duyarız. Cadı temalı sanat anlatımlarında ise, huşu kahkahalı, doğa ile garip bir bağlantı içinde, dolunay zamanlarında ortaya çıkan, süpürgeli bir tuhaf varlık olarak tasvir edilir. Ancak cadılık yine de flu bir alan. Metafizik gerçeklik olarak şeytan tüm kötülükleri üzerinde taşır, melek iyilikle özdeş görülürken, cadı için bu şekilde net bir tanım yapmak oldukça zor. Cadı kimileyin olumlu, düzene uymayan bir karakterken; kimi zaman da kendisinden korkulan, asla sevmeyen ve sevilmeyen, sevgiyi anlamaz, vampir ötesi bir dişi olarak görülür. Ama olumlu haliyle kavranır şekilde cadılara hasredilen bayramlar bile var yine de, üstelik gittikçe de yaklaşan.
“Cadılar bayramı” (Halloween) her sene 31 Ekim’de kutlanan ve pagan ile sonrasında da Hristiyan kökleri bulunmasına karşın, günümüzde dini özelliklerinden tamamen yalıtılmış bir seromoni alanı. Burada genellikle cadılara özgü kıyafetler giyilip, cadıların kendisine has davranış kalıpları sergilenmektedir.
“…cadı kelimesini bugünlerde sıklıkla duyuyoruz, hakaret, sıfat ve onur nişanesi olarak. Cadıyı resmederiz, bir çeşitliliği resmederiz: Sivri uçlu bir şapka takmış, çirkin bir kadın. Kâhin görüleriyle insanları yönlendiren büyücü kadın. Şeytanın gelini. Kutsal kadınlığın tutkunu. Salem köylüsü. Bir şifacı. Baştan çıkaran bir kadın. Kalıntılardan ya da tavuk bacaklarından veya şekerlerden yapılmış kulübedeki orman sakini. Ekoseler ve pentagramlar içindeki 60’lar genci.”
Bu tanımlamalar, kelimeyi daha çok büyülü anlamıyla kullanan Taisia Kitaiskaia tarafından yazılan, Hep Kitap‘tan çıkan “Edebiyatın Cadıları” kitabına ait. Çizimleri Katy Horan tarafından başarıyla gerçekleştirilen kitap, önsözünde Pam Grossman’ın ele aldığı cadı kavramına açıklık getirme gayretiyle başlıyor:
“…Kelimenin kökeni belirsiz. Biraz araştırma size muhtemelen bilge ya da eğilmek veya söğüt anlamlarına gelen, eski Germenik sözcüklerden türediğini görebilirsiniz. Ben bu seçeneklerin hepsini beğeniyorum, hatta hepsini birlikte düşündüğümüzde daha da çok beğeniyorum.”
Önsöz, kitapla bağıntılı olarak ele alınan yazarlarla cadılık tarifinin nasıl ele alındığına da kısmen açıklık getiriyor.
“…Bu isme sözcüklerle büyü yapan bu kadın yazarlardan daha layık kim olabilir? Cadılarla kesinlikle pek çok ortak noktaları var: Çocuklar dışında bir şeyler yaratan kadınlar hala pek çok insan tarafından tehlikeli olarak görülüyor. Ötekileştiriliyor, değersizleştiriliyor ya da tümüyle görmezlikten geliniyor. Sık sık sanat külliyatının dışında tutuluyorlar ama yine de silah haline getiriliyorlar.”
Buradan kitabın cadılarla, yazarları bütünlüklü ele alma amacını anlıyoruz. Mezkur kitaptaki kadın yazarlar, bir yönleri ile edebiyatın çığır açıcıları, korkusuzları ve ölümleri ile bile meydan okumasını bilen kimseler. Emily Bronte örneğin, münzevi İngiliz romancı. Ağaçlara tırmanırken kulağını ağaca yaslıyor ve ağacın ağıtını dinlemeye başlıyor. Dahi kardeşleri olan Charlotte ve Anne ile fantezi dünyalar üretiyor. Otuz yaşında tüberkülozdan ölüyor. Eileen Chang, modern Çin Edebiyatının devi. Geleneklerden kaçmak için cadılığını gösteriyor ve büyü yapıyor. Kilitli odasına ay ışığını çağırıyor. Afyon bağımlısı geleneksel bir babanın büyümesin diye demir ayakkabı giydirilen o narin ayaklarıyla, kayak yapmayı öğreniyor. Çin’de halen çok seviliyor ve Ang Lee gibi yönetmenlerce eserleri filme alınıyor, en bilineni ise benim çok beğendiğim “Love in a Fallen City (Günahkar Bir Şehirde Aşk)”.
Cadılık tahtına en uygun isimlerden birisi çıkıyor sonra ilerleyen sayfalarda: İkonik itirafçı şair Sylvia Plath. Hayatı şiddetli depresyonlarla geçiyor. Cambridge Üniversitesinde şair Ted Hughes ile evleniyor. Hughes evi terk edince iki çocuğu ile baş başa kalıyor. Koca ve baba öfkesi şiddetli zihinsel durumları ve ölüm takıntısından faydalanarak gittikçe iyileşen, korkutucu şiirler kaleme alıyor. Plath otuz yaşındayken kafasını fırına sokarak yaşamına son veriyor. Cadı cesaretini gösteriyor. Sayfalar arasında dolaşırken Antik Yunan lirik şairi Sappho selam veriyor birden. Platon’un “Onuncu Musa” ismini verdiği Sappho. Lir eşliğinde seslendirilen aşk, kadınlık sorunları temalı şiirleri baskıya yenilmiş, geriye sadece cadılıktan türeme bir kaç fragman kalan o büyük şair.
Doğunun prensesi ve her dönemin günceli İranlı muhalif şair Furuğ Ferruhzad ise, cadı halinden sıyrıldığında akasya ağacına dönüşür. Dallarında yıldızlar, ayağının dibindeki gölde bulunan balıklarla aşığının gelmesini bekler. Sonunda rüzgar gelir, dallarının arasında eserek ona sarılır. Ama rüzgar hiç uzun sürmez. Toplumsal normlara hep karşı bu cadı, tutkulu ilişkiler yaşar. İnanır mısınız ölümünü bile yazar. Erken yaşta araba kazasındaki ölümünü “İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına” şiirinde haber verdiğine inanılmaktadır.
Öngörülü İngiliz modernist olarak ele alınan Virgina Woolf ise, bilinç akışı tekniğine uygun yazıyla benzeşik şekilde yazıda karşıdan karşıya geçerken bir bilinç havuzundan diğerine kolaylıkla sıçradığı şeklinde ele alınmış. Virginia’nın vücudu, tek büyük gözü olan, zengin, yapay görme gücüyle gördüğü her şeyi aydınlatan, dipte beslenen balığı ve artıkları güzelliğe ve anlama dönüştüren bir deniz feneri olarak simgelenir. Burada da bedensel yüklerin artık taşınamaz boyutuyla o cadı cesaretinin bir benzerini görürüz. Sussex’te, evinin yakınlarında bulunan nehire, cebine çakıl taşları atarak canına son verir.
Sonra geçmişten, Hint coğrafyasından gelen gizemli, sadık, Hindu aşk şairi Mirabai çıkıyor birden önümüze. Bu cadı, kutsal esrimenin, karanlık olanın ve zilli halhalların dakinisi olarak tanımlanıyor. Saçlarını kesiyor, sonra onu, atılan saç tellerini büyük bir hassasiyetle toplayıp örerken hissediyor. Onun dokunuşuyla kafa derisi yanıyor. Mirabai’nin eşinin ailesi onun anti-geleneksel yapısından nefret ediyorlar. Bir gece Krişnai tapınağına giderek sonsuza dek ortadan kayboluyor. Efsaneye göre de, o gece Krişna’nın imgesiyle birleşerek kılık değiştirip cadılıklarına devam etmektedir.
Yumiko Kurahaşi ise, sürrealist bir cadıdır. Tuhaf öyküleri hayaletler, uçan kafalar, cadı maskeleri ve canavarlıklarla bezelidir. İngiliz polisiye yazarı Agatha Christe ise, bahçe labiretinde akşamüstü çayına sizi davet ettiğinde masanın yanında şayet bir ölü görürseniz, bu Agatha’nın size bir oyunu olabilir. Yaptığı zekice cadılıklarla okuyucunun beklentisinin aksine sonuçlar çıkartacak cinayetler işler eserlerinde. Frankestein’in İngiliz yazarı Mary Shelley canavarların, çocukların, yaşayanların ve ölülerin simyacısı olarak bilinir. Mary, aile fertlerinin büyük kısmını kaybettikten sonra ölüleri bu dünyaya getirme uğraşısıyla bir başka tür cadı olarak çıkar ortaya. Frankenstein aslında popüler ikon olarak görülen bir zombi değildir asla. Hayatın yaratılması ve dışlanmış çocuklara neler olduğuna dair cadıca bir cevaptır hayata.
Bunlar dışında kitapta Octavia Butler, Shirley Jackson, Toni Morrison, Anna Ahmatova, Joy Harjo, Flannery O’Connor, Audre Lorde, Angela Carter, Sandra Cısneros, Charlotte Perkins Gılman, Jamaica Kincaid, Leslie Marmon Silko, Alejandro Pızarnık, Anais Nin, Getrude Stein, Maria Sabina’nın da bir kısım cadılıkları ele alınmış. Kitabın Taısıa Kıtaıskaıa tarafından yapılan çizimleri, anlatım örgüsüne uygun bir şekilde tasarlanmış. Çizimler, hangi cadılıklar yazı konusu edinilmiş ise onu ele alarak illiüstre edilmiş. Okuyucunun anlam dünyası, kuru bir anlatım ve tekniğe bürünmeden sunulmuş. Bize kalan ise nitelikli bu kadın yazarların düzen tüm değer ve anlamlara karşıt cadılıklarını okumak olarak kalır.
O çok seven, cadılıkları kavgalarıyla beslenen, canlarını önemsemeyenlerdir cadılar, Woolf’tur, Mirabai’dir, Ferruhzad ya da diğer bir alanda Rosa Luxemburg’dur cadı olanlar. Diğerleri, o sevgisiz halleriyle, herkesi değersiz görmeleri ile cadılık tanımının çok uzağındadır, anlamından sıyrılmaktır onlarınki. Gerçek cadılık, bu anlamıyla popüler kalıplardan sıyrılarak uzaklaşmadır, kitapta sayılan yazar ve özelilkleridir, çama, serviye, meşeye ya da Bronte gibi cennet ağacı Tuba’ya şarkı söyleyerek güzel dünya düşü kurmaktır. Üstelik cadılığının nişanesi süpürgesinin bulunmasına da gerek yoktur…
- Edebiyatın Cadıları – Taisia Kitaiskaia
- Hep Kitap
- 128 sayfa
- Çeviri: Ayşegül Gürsel Duyan