Hayatını bir memur olarak sürdüren memur Yakov Petroviç Golyadkin’nin ilk bakıldığında standart bir hayatı vardır. Her gün aynı rutinleri tekrarlayarak iş gider, köşesine çekilir ve olabildiğince az insanla konuşarak sadece işiyle ilgilenir. İşte olmak yani insanlarla bir arada olmak, bundan daha fazla anlam ifade eder. Onlarca insanın aynı yere kapatılıp bir sorumluluk yığını içinde kendi kişilikleriyle var olabilmesi bile savaşı ortaya çıkarır. Bu soğuk savaş, kişinin kendi benliğiyle var olma savaşıdır. Nerede olursanız olsun insanlar birbirinden apayrı karakterleriyle “işte buradayım ve böyleyim” diye kendilerini anlatmaya çalışacak, birbirleri üzerinde tahakküm kurmaya ve başkalarına kendi doğrularını kabul ettirmeye çalışacaklardır. Bu kimi zaman alenen olur kimi zaman da gizliden fısıltılarla, iğnelemelerle veya toplum baskısı denilen görünmez presle. İş ortamı söz konusu olduğunda ise hırs ve yükselme arzusu durumu daha karışık hale getirir. “Ben akıllı ve farklıyım” olgusu böyle olsun ya da olmasın sürekli vurgulanmalı, patronların her dediği onaylanmalıdır. En önemlisi de her türden duygusallık gizlenmelidir. Çünkü duyguları belli etmek, sadece zayıf insanların işidir. Tüm kararlarımızı mantık çerçevesinde vermemiz beklenir. Oysa hayatımızı belirleyen şey duygularımız ve duygularımıza karşı takındığımız tavırdır. İyi iş, iyi kazanç gibi kavramların içine bakıldığında da mutlu yaşama arzusu vardır ve bu tamamen duygusal bir anlama tekabül eder. Bulunduğumuz yüzyılda da suratımızda bir gülen emojiyle gezmemiz beklenir. 21. Yüzyılın dünyasında da başarının tanımını da büyük oranda duyguyla bağlantısızlık karşılar.
Bay Golyadkin bunlardan şikayetini “Maskeyi sadece maskeli balolarda takarım, insanların arasında dolaşırken değil” sözleriyle dile getirir. İşte tam da yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı kahramanımız Goldaykin uyum sağlama konusunda sorunlar yaşar. İki yüzlülüğe, dalkavukluğa, imalı sözlere olan nefretini sık sık fakat sessizce getirirken bunu değiştirmek adına hiçbir şey yapmaz. Uşağı Petruşka’yı bile rahatsız olduğu herhangi bir konuda uyaramaz. Onda yanlış olanları görecek bakış açısı vardır; fakat bunu uygulayacak güçten yoksundur. Kendisi gibi var olabilmeyi sesini çıkartarak beceremediğinden giderek yiten akıl sağlığı ona “İkinci Golyadkin”i yaratır. İkinci Golyadkin,tıpkı kahramanımız gibi görünür. Fiziksel olarak kendisine öyle benzer ki, onu ilk gördüğünde dehşete kapılır.Bir süre bu benzerlik onun canını sıkar hatta kendisinden habersiz onlaraca sene yaşamış olan gerçek bir ikizi olup olmadığını bile sorgulamaya başlar. Aralarındaki iletişim ise, İkinci Golyadkin’in kahramanımızdan yardım elini istemesiyle başlar. Bir gece onu evinden misafir eden Golyadkin, aslında düşmanına evine açtığını kısa süre sonra anlayacaktır.İkizi gibi görünen bu adam kahramanımızla aynı yerde çalışmaya başlar.Tam da onun aksine, patronlarının etrafında dört döner, şen kahkahalar atar, kısa sürede iş dışı toplantıların bile nükte dolu ve aranan kişisi haline gelmiştir bile. Bundan sonra Bay Goldaykin, gerçek bir var olma mücadelesine girer gibi görünür kitapta. İkizi onun işini elinden alır, iftiralar atar ve Bay Golyadkin her seferinde çileden çıkarcasına onu bulmaya gider. Onu bu kez mahvedeceğine, artık yettiğine dair bir sürü sözler söyler durur.Karşısına çıktığındaysa süt dökmüş kediye döner hatta hitabında “beyefendi” kelimesini bile kullanır. Hep eleştirdiği dalkavukluğu korkusundan kendisi yapmaktadır.
Belki de Dostoyevski İkinci Goldaykin’i ortaya koyarak kahramanımızın olmak isteyip de kişiliğine, disiplinine ayrı düştüğü için ayrı olamadığı kişiyi göstermek istemiştir bize. Bunu bize olması gereken rol model olarak sunmaz. Daha çok yine de yanlışlığını ama tutunuşunu ortaya koymuştur bu ikizin. Çünkü ne olursa olsun bu ikiz,Bay Goldaykin’in yapamadığını yapıp kendisini tüm sosyal çevresine fazlasıyla kabul ettirebilmiştir.
Son olarak bence burada iki türlü öteki ayrımı yapabiliriz. Biri farklılığını hiç gösteremediği için yok olup giden, diğeriyse insanlara varlığını duyurarak, bundan utanmayarak bağıra çağıra ortada olan bir öteki. Sessiz bir öteki kendini ne başka bir bireye ne de herhangi bir toplumsal gruba kabul ettirebilir. Uyum sağlayabilmenin yolu, uyumsuzluğunu kabul ettirmekten geçer. Bu da düşüncenin ataletinden kurtulup daha “sesli bir öteki” olmayı zorunku kılar. Tüm güçlü ve iyi kalpler savaşmakla var olabilirler. Öteki olmaya devam etsek de sesimizi yükselterek, uyumsuzluğumuzu serbest bırakarak var olabiliriz.
Kitaptan duygusallık üzerine bir alıntı: “Ama günümüz sanayi çağında romantik duygular pek hoş karşılanmıyor hanımefendi, Jean Jack Rousseau’nun zamanı geçti.”
- Öteki – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
- Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – Roman
- Çeviri: Tansu Akgün
- 192 sayfa