Dünyada olduğu gibi ülkemizde de seri kitaplarıyla tanınan ve sevilen Thomas Taylor’ın Genç Timaş etiketi ve Barış Purut çevirisiyle okuruna ulaşan “Tuhaf Deniz Kasabası” serisinin son kitabı Festergrimm’den söz edeceğim size. Başlarken bu yazıyı mümkün olduğu kadar kısa tutmaya söz veremiyor ama niyet ediyorum…
İngiliz yazar Taylor, ülkemizde çok satan kitapları Malamander, Gargantis ve Shadowghast’ten sonra Tuhaf Deniz Kasabası’nın dördüncü kitabı Festergrimm ile tekrar Türkçemizde. Aslında onu Harry Potter ve Felsefe Taşı’nın kapak resimlerinin çiziminden tanıyoruz. Şimdilerde hem genç hem de yetişkin okurları için fantastik kurgular yazan ve hep yazar olmak isteyen Taylor’ın çizimlerindeki başarısıyla birlikte yazar olmasının hep gecikmiş olduğunu okuyoruz özgeçmişinden. Aile mesleği olan denizcilik yerine illüstrasyonlar çizmeyi tercih ederek sanat okuluna gidiyor. Ardından da hikâyelerini yazmaya başlıyor. “Özellikle fırtınadan sonra deniz kenarlarına vuran eşyalar üzerine kurduğu hayalleri yazma isteği bize bu dört kitabı ulaştırdı,” demek, Taylor için iddialı olmayacak diye düşünüyorum. Onda biraz da kendimi görüp heyecanlanıyorum sanırım.
Festergrimm için Frankestain’ın yansıması diyebiliriz. Şöyle düşünelim, hikâye boyunca sarkacın ucundaki madalyonun diğer suretinden Frankestein’ı okumak mümkün. Çünkü Frankestein’a bol bol selam gönderiliyor. Mary Shelley ve Taylor’ın ruhu bir yerlerde buluşuyor. Festergrimm, serinin dördüncü kitabı ve karakterlerinin artık bir “tanıdığımız”, bazılarının “arkadaşımız” olduğunu görüyoruz. “İçimizden biri” hissiyatı romanda iyiden kötüye tüm karakterden belleğimize sızıyor. Aslında en başından kitabın içimde bıraktığı hissi şöyle aktarabilirim: İyi ile kötünün savaşı! Güçlünün daha çok güçlü, iyinin küçük ama değerli olduğunu ortaya koyan macera, gerilim ve gizem dolu fantastik bir kitap Festergrimm.
Bu kez Tuhaf Deniz Kasabası’nın geçmişinin macera dolu, yer yer gizemli hikâyesini okuyoruz. Hikâye, kasabanın gözü kör olasıca şanssızlığı, zeki ve acımasız düşman Sebastian Yılanbalık karakterinin, soğuk ve fırtınalı bir günde, ölümden dönmüşçesine kasabaya dönüşüyle başlıyor. İyinin kötüyle savaşı da işte burada, en başında başlıyor. Her daim Yılanbalık’a karşı savaşını kazanmış olan maceraperest ikili Herbie Limon ve dostu Violet, haliyle bu dönüşle tedirgin olup, onun kötü niyetinden şüpheye düşüyor ve gardını alıyor. Bu arada bir limon kasası içinde kasaba sahiline vurduğu söylenen Herbie Limon, Nautilus Oteli’nin Kayıp Eşya Sorumlusu ve otelin sahibi Leydi Kraken’in çağrısıyla bu dönüşü haber veriyor.
“Festergrimm’in robotu bir kez kurulduktan sonra durdurulamıyordu.” (Sayfa 79)
(Bu kitap hafızama birçok kitabı taşıdı. Burada da Özdemir İnce’den şu sözü anımsıyorum)
“Saat durmuş, durmayan saat yoktur.”
Yılanbalık’ın bu gizemli gelişinin alametifarikası ise uzun süredir kapalı olan ve bölgede yaşayanların çoktan varlığını dahi unuttuğu balmumu müzesini açmak. Kraken da bundan haberdar olduğunu söylüyor ve bu durumu “hayırlı iş” olarak değerlendiriyor. Peki, sorarım size sevgili okur, hep kötü olmuş bir insana “hayırlı işinde” ne kadar güvenirdiniz? İşte diğer kahramanlarımız Doktor Deryadeniz, Kaptan Pimm, Fosil Hanım, Bay Yumuşakça ve daha nicesi ona güvenemiyor ve herkesi alıyor bir telaş. Bu arada Violet, korkusuzluğuyla nam salan gerçek ve güvenilir bir arkadaş; kitapçı dükkânının kedisi Erwin’le birlikte bu zamana kadar kasabanın dalgaların altında gizlenen, sahillere vuran ve kilitli kapılar arsında yatan tüm sırlarını ortaya çıkarıyorlar. Bu olayda da yaptıkları araştırma onları, kasabanın sırlarla dolu efsanevi geçmişine götürdüğünde, yine haklı olduklarını anlıyorlar. Ve Yılanbalık, ortaya çıkarmak için her şeyi göze aldığı sırra ulaşan anahtarın Limon’da olduğuna inanıyor. Tüm “kötülük” düşüncesi bir yana, söz konusu Tuhaf Balmumu Heykelleri Müzesi, kasabada yaşayan herkesin geçmişinden hatırlamak istemeyeceği izler taşıyor. İşte bu izler, Herbie Limon ve Violet’in de takibiyle hepimizi zamanında bir robot kâbusunun yaşandığı gerçeğiyle yüzleştiriyor.
“Peh!” dedi Bay Yumuşakça. “Sizin gibi iyilik timsali muhallebi çocuklarının sorunu da bu işte. Bir karşılığı olmadığında bile iyilik yapıyorsunuz. Ama o hayvan sana teşekkür etmeyecek, kızım. Karşılıksız iyilik yaptığında yaralı kalbine eşlik edecek bir de yaralı elin olur, olacağı o işte.” (Sayfa 16)
Artık hikâyenin bir parçasıyız ve yönümüzün nereye varacağını okuyarak görüyoruz. Sonunda o günleri hatırlamak bir yana, kahramanlarımızı ve dolayısıyla bizi de ilgilendiren yazılmış bir kitabı öğreniyoruz. Böylece her adım bir başka adımı doğuruyor ve hikâyeye geçmişten yeni bilgiler ekleniyor. Peki, bu sırada kasabalıların ve belki de bizim tepkimiz ne mi oluyor? “Görmedim, duymadım, bilmiyorum,” demek için korkunç bir ihtiyaç duyuyor ama kendimize bu kadarını yediremiyoruz. Sonra da Limon ve Violet’e çoktan unutulmuşu (!) ortaya döktüğü için kızmaya başlıyoruz. Festregrimm, insana insanın lanetini anlatıyor bir yandan. İnsan, “insan olmakla” yüzleşiyor bir yerde. Bu, iyi ve kötünün savaşı olmaktan çıkıp insanın kendi iç savaşına dönüşüyor belki de. A bu arada, Frankestein’a dönersek, Taylor, Mary Shelley’e kalpten gelen sevgisini tam olarak balmumu heykellerinin gizeminin çözülmeye başlamasıyla gönderiyor. Robot kâbusu, Frankestein’ın bir parçası oluveriyor. Festergrimm’de her bir karaktere dokunduğumuzu hissederken Taylor’un doğru mesleği seçtiğini de düşünmeden edemiyoruz.
“Doktor Deryadeniz “Kes şunu, Sebastian!” diye buyurdu ve Yılanbalık’ın ona anlık bir öfkeyle bakmasına neden oldu. Hiçbir şey değişmemiş gibi davranamazsın. Kaybedilen güven, kazanılması en zor güvendir ve bizimkini yeniden kazanmak istiyorsan, buna Violet ve Herbie’den uzak durmakla başlayabilirsin.” (Sayfa 53)
Şunu söylemeliyim. Ben Taylor’u okumaya Festergrimm ile başlamış oldum. Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, öncesindeki üç kitabı okumamış olmanın eksikliğini hissetmeden hikâyenin tamamını anlayabiliyorsunuz. Dilerseniz siz de benim gibi sondan başa dönebilirsiniz. Ya da sadece Festergrimm’i okuyup sürükleneceksiniz, diyeceğim ama sanmıyorum, merak böyle bir şey sonuçta. İnsanı en başa döndürmeyi pek sever…
Bir dostum “İyi yazarlar, okurunu başka bir yazara gönderen yazarlardır,” der hep. Thomas Taylor da bu iyi yazarlardan bence, çünkü kahramanlarını bir kitapçı dükkânına toplayıp, ellerine çok güzel kitaplar veriyor. Hatta bununla da kalmayıp kitap içinde yazılan başka bir kitap da okuyoruz, bu Tuhaflıklar Kasabası’nın tarihinde geçen tuhaf olaylara dair. Kitap başlarken bunun da sinyali veriliyor aslında: “Bu kitap Deniz Maymunu tarafından … için seçilmiştir,” diyor. Bence çok çekici. Kahramanlarımızdan birinin yazar olması da ayrıca güzel. Bazen okumaktan not almaya dahi başımı kaldırmadığım maceralarla dolu kitapları başka seviyorum. Başa dönüyorum ama bir yandan da ben şimdiden serinin beşinci kitabını bekliyorum…
BİR NOEL ŞARKISI,” DEDİ WENDY kitabın adını yüksek sesle okuyarak, “Yazan Charles Dickens. (Sayfa 62)
“Denizmaymunu, dükkanımın kalbidir,” diye ısrar etti Jenny, “ve onun seçimlerine güveniyorum. Bir Noel Şarkısı herkesin ikinci bir şansı hak ettiği üzerine yazılmış kitapların muhtemelen en ünlüsüdür, o yüzden belki de… belki de Sebastian kendini gerçekten affettirebilir.” (Sayfa 64)

- Festergrimm – Thomas Taylor
- Genç Timaş – Roman
- 320 sayfa
- Çeviri: Barış Purut