“Almanya’da Türk, Türkiye’de Almancı” lafı 1950’lerden itibaren Almanya’nın Türkiye’de işçi almasıyla başlayan ve günümüzde güncelliğini birçok farklı biçimde koruyan sosyolojik bir tanım olarak gözümüzün önünde duruyor. Sadece bu ikilemi dört ya da beş kuşak boyunca yaşayan insanların yaşadıkları kanıksanmış olduğu için biz unutulduğunu düşünüyoruz. Ancak Avrupa’da yükselen aşırı sağ, özellikle Almanya’da konuyla ilgilenen yazarlar, gazeteciler, sosyologlar, psikologlar Nazi ruhunun hayaletinin hâlâ ortada dolaştığının farkındalar.
Bugüne kadar yerli veya yabancı birçok yazar, yönetmen, müzisyen ‘gurbetçilikle’ ilgili önemli işlere imza attı. Genelde Avrupa’da yaşayan Orta Doğuluların, özelde ise Almanya’da yaşayan Türklerin arada kalmışlıklarını, vatansızlıklarını, kimlikler arasında gidip gelmenin getirdiği travma, birçok sanatçının elinde farklı şekillerde vücut buldu. Gazeteci, yazar, çevirmen, spor spikeri Uğur Önver’in yazdığı, Destek Yayınları’ndan çıkan Türk Hitler de, Almanya’da Türk olmayı konu edinen bir roman. Ancak kitap, türdeşlerinin aksine, mevzuya çok farklı bir damardan girerek okuru Almanya’da bir Türk olarak yaşamanın zorluklarına sanat dünyasının içinden bakarak ele alıyor. Manipüle edilerek “ağlak” bir hâle getirilmeye çok müsait olan ve daha önce defalarca bu yönde eserler çıkartan Almanya’da Türk olma meselesinin ilk defa bu kadar farklı işlendiğini söylememiz gerek.
“Doğulu”, daha da “Doğulu”, iyice “Doğulu!”
Kitabın ana karakteri Ercan Karaçaylı, 50 yaşında bir aktör. Futbolcu olacakken bacağından ağır bir sakatlık geçirince hayalleri suya düşmüş ve oyuncu olmaya karar vermiş. Bu işin okulunu –hem de en alasından olan bir okulda- okumuş. 30 yılını tiyatroya vermiş. Oyunculuğun gerçek anlamda sahne icra edildiğine inanan bir idealist. Ancak yine aynı zamanda sahnenin ekmek getirmediğini adı gibi bilecek kadar da mesai harcamış. 30 yıllık meslek hayatında, çorbayı kaynatmak için dizilerde ve sinemada da oynamış. Ama tipinden dolayı ya dönerci olmuş, ya İslamcı bir terörist, Arap ya da Türk işçi rollerine girmiş. Hep arka planda kalmış. Kendini gösterme fırsatı bulduğu sıralarda hem kimliğinden hem de içinde bulunduğu sektörün acımasızlığından dolayı hayatının rolünü bir türlü kapamamış. Bağlı olduğu ajans onu sömürmüş. Yönetmenler Ercan’dan sürekli daha da “doğulu” olmasını istemiş.
Tüm bunlardan bıkıp usanan Ercan, bir yanda iyi bir projede başrol oynamayı beklerken diğer yanda inatla tiyatro yapmayı sürdürerek ayakta kalmaya çalışıyor. Hatta müthiş bir cesaretle Fatih Akın’ın Altın Ayı Ödülü sahibi filmi Duvara Karşı‘yı çok başarılı bir biçimde sahneye uyarlıyor. Hayatının başrolü için oraya buraya saldırmaya devam eden Ercan’ın ayağına bir fırsat geliyor. Daha doğrusu bir fırsat doğuyor ve Ercan bunu kaçırmamak için tamamen kendi çabalarıyla bu fırsatı kuyruğundan yakalıyor.
Hitler’in hayaleti
Bir Hitler filmi çekileceğini duyuyor Ercan. Büyük bütçeli, sağlam prodüksiyonlu ve Almanya’nın son 20 yılda yetiştirdiği en dahi yönetmen olan Florian Henckel von Donnersmarck’ın kamerasından çıkacak bir film. Haberi alır almaz Hitler’i oynamak için ajansının sahibi Julia’yla iletişime geçiyor Ercan ve kesin bir tavırla Hitler’i oynamak istediğini söylüyor. Julia, onun bu isteğini kahkahalarla karşılıyor. Filmin yapımcısı Birgit de aynı tepkiyi veriyor. Üstelik Hitler’i oynayacak oyuncu çoktan belli gibi. Ercan’ın en büyük rakibi Nico, bu işi kafadan almış gibi. Zira Nico da yıllardır bu işin içinde. Çevresi geniş. Birçok büyük işte yer almış. Ama her şeyden önce safkan Alman! Fakat Ercan, Hitler’i oynayarak hem 30 yıllık meslek hayatının golünü atmak istiyor hem de bu zamana kadar yaşadığı tüm aşağılanmışlıklığa da sert bir tokatla karşılık vermeyi planlıyor. Nico’yu bir şekilde saf dışı bırakan Ercan, seçmelere 10 gün kala kendi hayatını bir kenara bırakarak bir Hitler olup çıkıyor. Evde sabahtan gece yarılarına kadar üstünde Hitler’in kıyafetiyle, büyük diktatörün videolarını, konuşmalarını dinleyerek onunla ilgili ne varsa kafasına kazıyor. Evde 10 günlüğüne bir Hitler fırtınası esiyor. Seçmeler için gün gelip çattığında yine Hitler kıyafetiyle mekâna gidiyor ve orada bulunan herkesin ağzını yere düşürecek bir performans sergileyerek kendisine yapılacak geri dönüşü beklemek üzere oradan ayrılıyor. Ben de kitap hakkında kalanları okurun merakına bırakmak için yazıyı burada kesip konuyu toparlamaya girişiyorum…
“Duvara Karşı” bir tesadüf olmasa gerek
Uğur Önver, Türk Hitler‘de işlediği konuya cesurca dalmış. Zira yazının girişinde bahsettiğim gibi Avrupa’da yaşayan Türklerin ve diğer Doğulu halkların gördüğü baskı, Türk Hitler‘in içeriğini fazlasıyla arka plana öteleyen cinsten. Bu yüzden de kitabı okuyan birisinin kafasında Berlin’de çöpçülük yapan bir Türk’ün hikâyesi daha kalıcı olabilir. Bu bir yerde bizim toplumsal hastalığımız aslında. Kim bizi ne kadar çok ezerse, varlığımız o derece önem kazanıyor sanki. Halbuki, Önver’in kitabında okuduğumuz üzere, aktörlük gibi statüsü yüksek bir meslek grubu için de aşırı sağın, Nazizm’in baskısı Almanya’da işçi olarak çalışan bir Türk’e uygulanan baskıdan farklı değil. Yazarın ısrarla altını çizdiği nokta da bu zaten. Bunun dışında, Önver’in, kitaba kattığı argümanları da es geçmemek gerek. Ercan’ın sahneye koyduğu “Duvara Karşı” filminin tiyatrosu bir tesadüf değil elbette. Zira Fatih Akın, Der Goldene Handschuch (Altın Eldiven) ve The Cut (Kesik) filmlerini saymazsak, tüm filmlerinde başta elbette Türkler olmak üzere “gurbetçiliği” işleyen bir yönetmen. Duvara Karşı ise onun yine bu konuyu ele aldığı başyapıtı. Ercan Karaçaylı’nın oynayacağı Hitler filmini, Donnersmarck’ın yönetecek olması da yine öylesine seçilmiş bir isim değil. Toparlayacak olursak; Türk Hitler, kimlik kargaşasını, yıllardır bitmeyen önyargıları, ırkçılığı, şovenizmi bambaşka bir şekilde, bambaşka bir yerden ele alarak ifade eden, bunlarla ilgili tüm klişeleri bir kenara atarak okurun tüm bu meseleler üzerine farklı bir yerden bakmasını sağlayan çok iyi kotarılmış bir roman.

- Türk Hitler – Uğur Önver
- Destek Yayınları – Roman
- 176 sayfa