Yeğenlerinin karnını doyurmak için hırsızlık yapan Jean Valjean, kızını güzel giydirebilmek ve sağlığını korumak için sefil bir hayatı göze alan Fantine, küçük kızın bakımını üstlenerek annesini yolmaya başlayan pek fedakar Thénardier ailesi, hukukun yalnızca kurallardan ve kuralların harfiyen uygulanmasından ibaret olduğunu varsayan Javert, hiçbir şeyi ve hiç kimsesi olmayan Cosette. Bütün bu insanları ve daha fazlasını bir şekilde birbirine bağlayan yolların başındaki mütevazi Piskopos Charles Myriel, daha sonra Digne ve çevresinde bilinecek namıyla Monsenyör Bienvenu.
Klasikler, çocuklar ve üşengeçler için kısaltılarak, yıl sonu ödevleri için özetlenerek, ekranlarda reyting-gişe kaygısıyla işlenerek, üniversiteye giriş sınavlarında paragraf sorularına ve edebiyat testlerine konu edinilerek herkes için aşina kılınmıştır zaten. Saydığım karakterlerin isimleri, geçmişleri ve hikâyenin gidişatındaki rolleri bilinmektedir. İşte bu yüzden klasikleri yeniden okumak ifadesi, ne yazık ki çoğumuz için eserin asıl uzunluğunu taşıyan kitabı ilk kez eline almak demektir. Bu ifade aynı zamanda bir kabullenemeyiş içerir, Calvino’nun deyişiyle: “Klasikler, insanların, hiçbir zaman ‘Okuyorum’ demedikleri, genellikle ‘Yeniden okuyorum’ dedikleri kitaplardır.” Bu klasiği okumadım demek, herhangi bir soruyu bilmiyorum diyerek yanıtlamak kadar zor geliyordur belki de.
Sefiller’e ilk kez ilkokul öğrencileri için hazırlanan setlerde rastladım, sonra birkaç klasiği birden derleyen bir promosyon ürünü kitapta, daha sonra ise ortak teste tabi tutulacağımız için yayınevi okul tarafından seçilen özetin özeti bir kısaltmada. Nihayet yıllar sonra elime aldığımda kendimce kurguyu, karakterleri ve düğümleri, bir bakıma hikayenin özünü biliyorum diye düşünüyordum ancak yanıldığımı anlamak uzun sürmedi.
Bu Kapı İçeri Girene Bir Adı Olup Olmadığını Sormaz, Bir Acısı Olup Olmadığını Sorar
İletişim baskısı, Baudelaire’in önsözüne yer vermiş: “Sefiller bir merhamet kitabıdır,” diyor Fransız şair, “yoksulların savunusudur.” Valjean adını ve geldiği yeri söylediği halde ona iyi davranan – insanca muamele eden- piskoposa bu hayretini ifade ettiğinde, Monsenyör Bienvenu de, kitabı özetleyen şu cümleyi kuracaktır: “Bu kapı içeri girene bir adı olup olmadığını sormaz, bir acısı olup olmadığını sorar.” Fransa’nın toplumsal ve siyasi olarak oldukça karışık 19.yüzyılının arka fonda olduğu roman, tüm zamanlara seslenerek, yoksul olduğu için ötelenen, umursanmayan sessiz çoğunluğun öyküsünü anlatıyor. Toplumun dert edinmediği kimseleri etraflıca inceleyip, onların önemsenmeyen dertleri üstüne eğiliyor. Konu edilen her bir karakterin geçmişi, davranışlarını belirleyen fiziki ve psikolojik etmenlerle ayrıntılı bir şekilde irdeleniyor.
İki kalın cildin muhtevasını da bu derinlikli inceleme oluşturuyor. Öncelikli olarak, beklenenin – beklediğimin – aksine kitaba Jean Valjean’la başlamıyoruz. Hikâyemizin ana karakteri yerine, Valjean ağırlandığı evden çaldığı gümüş takımları ile yakalanıp getirildiğinde onun suçunu bağışlayan, üstüne takımın eksik parçası iki gümüş şamdanı da hediye eden Digne Piskoposu’nu anlatıyor ilk bölüm. Piskoposun merhametini, verdiği şamdanlarla simgelenen şefkatli tavrını okur için anlaşılır ve doğal kılan geçmişi ve gündelik yaşamıyla sayfaları aralıyoruz. Valjean’ın kürek mahkumluğu süresince içinde biriken öfkeye, kötülüğe ve karanlığa karşı koymasında ilk yardım, ilk umut ışığı piskoposun merhametinde doğuyor. Hugo’nun kitabı hakkındaki yorumuyla, maddeden yola çıkıp sonunda ruha varan serüven için ilk adım böyle atılıyor.

Jean Valjean (Gustave Brion)
Valjean, çaldığı ekmekler için beş yıla mahkum edilmiş, kaçma girişimleriyle cezası 19 yıla katlanmıştır. Ceza hukukunun önemli esaslarından olan cezanın orantılılığı ilkesine tamamen ters bir durumdur bu. Üstelik işlemiş olduğu bu büyük (!) suçtan dolayı devletin ve halkın tavrı da büsbütün değişecektir: Valjean, Jean Valjean bile değildir artık, 24.601 numaradır. Nihayet zindandan çıktığında da hanlarda parasıyla konaklamak istediğinde dahi kabul edilmeyecek, bir köpek kulübesine sığındığında kovulacak, artık bir köpek bile değilim diyecektir. Vicdanı kararacak, kalbi kuruyacak, insanlara karşı daha çok bilenecektir.
Piskoposun bu iyiliği de kötülüğün böylesine çevrelediği ruh için bir dirilme vesilesi olacaktır. Jean Valjean affedildiğinde, yalnız bir karşılık beklenmiştir ondan, artık kötülüğe değil iyiliğe ait olacaktır. Valjean gibi değersizleştirilmiş, ötekileştirilmiş bir başka kişi Fantine’dir. Karnında çocuğuyla terk edildiğinde, mektup bırakan sevgilisi, iyi bir adam olarak iyi kadınlara, topluma ve düzene döneceğini belirtmiş, af değil teşekkür beklemiştir. Fantine, bu kez kızı için daha çok aşağılanmaya başlayacağı, sefaletten sefaletten sürükleneceği bir hayatı seçmek zorunda kalacaktır. Ancak kızı Cosette için de acı beş yaşında başlayacak, emanet edildiği, iyi bakılması için annesinden sürekli para istenen evde hizmetçi olarak çalıştırılacaktır. Hem de en küçük bir mutluluk, bir merhamet kırıntısı minik kıza çok görülecektir.

Cosette (Émile-Antoine Bayard)
Valjean ve Cosette’in yaşadıkları, onları birbirlerine hazırlar gibidir, birinin sevmeyi diğerinin şefkati tecrübe etmesi ancak birlikte mümkün olacaktır. Yazar, her bir karakterin yazgısını bir diğerine bağlamış, çeşitli kesişme noktaları çizmiştir. Anlatılan olayların rastgelelik taşımaması, tasvir edilen keder ve acı kimilerince abartılı bulunabilecektir. Ancak bu kanıda olanların etrafımızda gelişen olaylara bir kez daha dikkatlice bakması yeterli olacaktır sanıyorum. Klasikler, evrensellik ve güncellik taşımalarıyla ayırt edilir, diğerlerinden ayrılıp zaman eleğinden böyle geçmektedirler. Sefiller de en güncel romanlardandır. Yoksulluk ve merhamettir. Ancak yüz sayfada özetlenebilecek kurguyu ve karakterleri ziyadesiyle anlayabilmek, hakkını verebilmek için “yeniden okumak” gerekmektedir. İletişim Yayınları’nın Cenap Karakaya’nın güzide çevirisiyle yayımladığı baskı şahsi tavsiyedir.
İyi Okumalar.
- Victor Hugo – Sefiller
- İletişim Yayınları – Roman (İki Cilt)
- 1606 sayfa
- Çeviren: Cenap Karakaya