Dünyayı daima sıradan insanlardan farklı olarak algılayan filozoflar, düşünceleriyle toplumları yönlendirmiş, bireylerin gündelik hayatın koşturmacasından sıyrılıp yaşama derin bir bakış atmasında etkili olmuşlardır. Bu filozofların en büyüklerinden biri sayılan Platon fikirleriyle günümüzde pek çok kişiyi etkilemektedir. Bu büyük filozofla özdeşleşen “İdealar Dünyası” kuramına ait izlere ise bugün sanatın pek çok dalında rastlayabiliyoruz. Milyonlarca izleyiciye ulaşan “The Truman Show”, “Matrix” ve “Inception” ünlü filozofun idealar dünyasına ve mağara alegorisine göndermelerle dolu en bilinen yapımlar.
Edebiyat dünyasına baktığımızda ise karşımıza Nobel Edebiyat ödülü sahibi Portekizli yazar Jose Saramago çıkıyor. İsmiyle müsemma kitabı “Mağara“, Platon’un idealar dünyasından imbiklenmiş mağara alegorisini temel alıyor. Ancak karşınızda farklı tabakalardan oluşan bir eserle karşılaştığınızı hatırlatmalıyız. Eserde farklı ancak iç içe geçmiş birden fazla izlek ile karşılaşıyorsunuz. Türkiye’de çok bilinen “Körlük”, “Görmek”, “Kabil” gibi kitapların da yazarı olan Saramago tam bir alegori ustası. Tüm yaşamı boyunca hayatın eğriliklerine karşı dik durmayı başaran, doğruları konusunda inatçılığından vazgeçmeyen Saramago’nun bu tavrını kalıplara uymayan üslubunda da rahatlıkla görebiliyorsunuz. Kitaplarında kullandığı farklı anlatım tarzı, nokta ve virgülle geçiştirilen, kimi zaman tamamı bir sayfalık cümleleri ile aynı zamanda sizden tüm dikkatinizi isteyen bir yazar. Çevirisinin zorluğu kadar, kalıp halinde devam eden uzun cümleli bu yapı, Saramago’ya ilk başlayanlar için göz yorucu gelebiliyor. Ancak dikkatinizi sorgusuz sualsiz yazarın satırlarına verdiğinizde sizi sığlıktan derinliğe taşıyan tatlı bir eğime teslim olmuş oluyorsunuz. “Mağara” yazarın bu üslubunun zirve noktalarından biri sayılabilir. Kitabın başında tanıtılan çömlekçi sıradan insanların alelade yaşantısının anlatılacağı izlenimini bırakıyor okuyucuda. Oysa sayfalar ilerledikçe Saramago’nun nasıl büyük bir yazar olduğunu derinlikli cümleleri arasında kayboldukça anlıyorsunuz.
Kitabın baş kahramanları sıradan insanlar. Çömlekçi Cipriano Algor, kızı Marta, Marta’nın kocası Marçal. Ve tabii bu sıradan insanların karşısında dünyanın saflığını yutmaya hazır bir dev olarak kapitalizm ve onun kitaptaki yansıması “Merkez” isimli AVM.
Kitap boyunca gri bir atmosfer yaratmakta başarılı olan bu AVM, esasında gündelik yaşantımızın gerçekleriyle çok da uzak bir manzara sunmuyor bizlere. Her yeri kapalı, merkezi havalandırmaya sahip ve insanları ancak tüketimin bir enstrümanı olarak gören bu tarz AVM’ler büyüğünden küçüğüne her yerde karşımıza çıkıyor artık. Kitapta ise yazarın kısaca “Merkez” olarak isimlendirdiği bu AVM bahsedildiği üzere günümüz kapital düzeninin adeta vücut bulmuş hali.
Satır aralarına pek çok göndermeler gizleyebilen Saramago, romanın baş kahramanı Cipriano Algor ve damadı Marçal Gacho’nun soyadları üzerinden de bu tarzını devam ettiriyor. Ve bizler Algor’un insanın yatağa düşmeden önce bedenini titreten üşüme duygusu; Gacho’nun da öküzlerin boyunduruk vurulan yerlerine verilen ad olduğunu öğreniyoruz. Kitaba daldıkça bu göndermelerin nasıl da kıvamında tutulduğunu hissediyorsunuz.
Çocukluğu yokluklar içinde geçen, küçük kardeşini yoksulluk nedeniyle kaybeden Jose Saramago’nun güzel ambalajlanmış bu yapay ve sığ hayata karşı asi tutumunun kodları da yine sayfalar arasına gizlenmiş. Günümüzde insanlık, piyasa değerlerinin ahlaki değerlerin yerini almaya hazırlandığı önemli bir eşikte. Yaşantımızda artık pek çok şeyin piyasa değeriyle ölçüldüğünü görebiliyoruz. Havaalanlarındaki güvenlik kontrollerinden çabucak geçmek için veya Güney Afrika’da rahatlıkla gergedan avlayabilmek için insanlar tonlarca parayı harcamaktan çekinmiyorlar. Aynı sistem kitap okuması için veya şişmansa zayıflaması için çocuklara para (belki de rüşvet) verilmesini gayet doğal kabul ediyor. Hiç kuşku yok ki AVM’ler bu kapital sistemin kutsal mabetleri. Zigguratları. “Size ihtiyacınız olan herşeyi satabiliriz ama satmamız gereken şeylere ihtiyaç duymanızı tercih ederiz” afişleriyle kendi değirmenine buğday bekleyen Merkez’in, daha doğrusu kapitalizmin yaşantılarımızda yarattığı erozyon Saramago’nun bu derinlikli kitabında çok daha iyi anlaşılabiliyor.
Yoksulluğun pençesinde, evdeki yorganları bile rehine vermek zorunda kalan bir ailede büyüyen Jose Saramago, Sokrates’in “Atina uyuşuk bir at ve ben de bu atı uyandırmaya çalışan at sineğiyim” sözünü hatırlatırcasına, bakışımızı konfora boğulmuş, sisteme ipotekli yaşantıdan idealar dünyasına çevirmemizi ve günden güne ölen insanlığımızı tüm çıplaklığıyla görmemizi istiyor.
- Mağara – Jose Saramago
- Kırmızı Kedi Yayınları – Roman
- 334 sayfa
- Çeviri: Sıla Okur
(Bu yazı Ayraç Dergisinin 86.Sayısında yayınlanmıştır)