“Söz, akşamüstleri insanı ısıran tatarcıktan başka bir şey değildir. Sözler insana, tatarcıklar gibi eziyet eder, mezarına değin kovalarlar onu. Ama mezardan öteye de gidemezler… Şimdi sözlerin insanı artık ısıramayacağı yeri geçtim, hava duru, söylenecek bir söz yok, kendi derimin içinde yapayalnızım; kendi derimin içinde, yani olanca mülkümün sınırları arasında…”
Ölümüyle uyanışını yaşayan veyahut kendi dirilişine şahit olan bir adamın aklında geziniyordu bu zehirli sarmaşık. Toprağa her adım atışıyla insanlar arasında ancak ruhu evvela insandan da öte yerlerde gezinen bir gezginin hikâyesi Ölen Adam. D.H. Lawrence’ın bu az bilinen kitabını her okuyuşta içselleştirmemek elde değil. Ölmüş adamın dünyasına hapsolmak da değil bu. İsa’nın başka bir İsa olarak doğmasının ardında yatan gerçekle yüz yüze gelmek, nefes alışverişlerde boşluğun yarattığı tarazlanmayı kanıksamak…
Ölen Adam ile birlikte ‘söz’lerin peşinde yorulmadan, inatla ve anlatımın verdiği dirim gücüyle ilerlemek bir vazifedir artık. Sözler ki Ölen Adam’ın cübbesinin tozunda saklanmış. Tozları naif elleriyle silkeleyen, böylece yola koyulmanın verdiği huzuru altın bir sandıkta bize sunan Bilge Karasu’nun çevirisi minnetimize minnet katıyor. Çevirinin zenginliği ve öykünün sadeliği bu kitaba bağlanmanın birçok nedenlerinden biri aslında. Ölen adam, ölmüş adam, İsa… Dünyadaki biteviye çaresizliğe ve boyun eğilmiş hüzne kapalı gözlerin manasını çözmeye çalışan yabancı… Bu kitap Ölen Adam’ın kanaatkârlığının dokunmasını istediğim insanlara verdiğim armağanların başında gelmektedir. Okunsun, ‘söz’leri bilinsin diye…
‘’Görünmeyen isteğin mavi sellerinden, görünmeyen, engin güç denizinden köpük dorukları gibi geliyorlardı; renkli, ele gelir, hemen uçup yiten bir halde geliyorlardı, bununla birlikte gelişlerinde ölümsüzdüler, ölmüş olan adam, ölmemiş olan nesnelerin, varoluşun içine büyük atılışlarını seyrediyordu ama var olmak, olmak için duydukları ürpertili isteği görmüyordu artık. Bunun yerine, var olan bütün öteki nesnelere, çınlayan, çınlayan, atak meydan okuyuşlarını işitiyordu.’’