Felsefe Tarihinde Bir Eşik ve Son Durak: Immaunel Kant
Düşünce tarihi, şayet “arkhe”, yani varlığın başlangıcının kökeninin neden oluştuğu tartışması bir kenara bırakılırsa, Sokrates ile başlayan disipliner yapısı itibariyle dönüp dolaşıp bir yerden sonra hep bir tekrara saplanıyor: Dön dolaş Kant! Bunun böyle olmasının nedenleri var kuşkusuz. Zira Kant, felsefi düşüncenin o zaman değin ve halen de aşılmaz bir kalesi gibi duruyor yerli yerinde. Herşey aslında Sokrates’in Atina şehir devletinin ahlâkını bozduğu iddiası ile zehirlenerek ölüm cezasına çarptırılması ile başladı. Sonrasında Platon için bu durum bir drama dönüştü. Ne oluyordu bu ahlâkı bozma iddiası? Zira kişiden kişiye değişen, rölative bir ahlâk anlayışı, bir vakit sonra ahlâkın ve ceza mekanizmasının keyfi uygulanımı tehlikesini içinde barındırıyordu. O nedenle evrensel bir ahlâk paradigmasına ihtiyaç vardı. İşte, idealar dünyası aslında bir bakıma bu evrensellik iddiasının bir sonucuydu. Aristoteles, hareketin kökenini Tanrısal bir boyuta getirme ve merkezi, dünyaya aldırarak kuralları biraz da belirginleştiren bir felsefi hareketi yarattı. Ara duraklarda Descartes ve Spinoza gibi büyük felsefi düşünürler bir yana bırakılırsa, Nicolaus Copernicus’un bilimde, merkez konumlandırmasını dünya’dan güneş sistemine alması yahut diğer deyişle bilimde bir devrim yapması ile geleneksel görüşlerde artık ciddi sarsıntılar ortaya çıkmaya başladı. İşte uzun yıllar sonra Kant, Copernicus’un bilimsel devriminden hareketle felsefe’de de geleneksel düşünceyi yıkıma uğratan, evrensel ahlâk pensiplerini oluşturmaya gayret etti. Kategorik imperatif yaklaşımı ile artık ahlâk ve metafizik tüm öğeler aklın merkezine alındı. Görevler, kategorik hale geldi. “Her zaman doğruyu söylemelisin”, “asla birisini öldürmemelisin” gibi koşulsuz görevler, hipotetik olarak adlandırılan koşullu önermeleri dışladı. Eylemler akli olduğu için, herkes için rasyonel olan maksime göre eylemek biçimine sokuldu. Transandantal düşüncenin gereği olarak, aklın süzgecinden geçmeyen idealar dünyası benzeri tüm “kendiliğinden şey” kavramları aklın merkezine sokuldu. Ahlâk da artık iyi ya da kötü olmasına bakılmaksızın aklın prensiplerinden hareketle belirleniyordu. Kant’ın bu büyük öngörüleri “Aydınlanma Nedir?” makalesi ile geniş kitlelelere de ulaştı. Kant, düşüncelerinin görkemi nedeniyle kişisel olarak yaşantısı gölgede kalan düşünürlerden. Ülkemizde düşünür ve sanatçıların iç dünyasını tüm yönleri ile ele alan biyografik çalışmalar maalesef çok az. Bunun kuşkusuz çok nedenleri var. Ancak Kant’ın, yazar Manfred Kuehn tarafından yazılan ve İş Bankası Yayınları’ndan çıkan oylumlu bir biyografi kitabı bulunmakta. Burada, sadakat, cömertlik, adalet ve nezaket erdemlerine sahip olduğu için çok sevilmiş Könisbergli düşünürün, Amerikan ve Fansız Devrimleri bağlamıyla, fikirlerinin oluşumu serüveni başarılı bir şekilde ele alınmakta…
Kant: Rutinlerle Yüklü Disiplinli Yaşam..
Ketebe Yayınları‘ndan çıkan Thomas de Quinsey imzalı “Immanuel Kant’ın Son Günleri” kitabı ise, düşünürün ölümüne yakın bir kesiti ele alarak, aslında fikirleri ile yaşantısının ne kadar da uyumlu olduğunu göstermesi bakımından çok önemli bir çalışma. Kant ile ölümüne değin yakın dostluk kuran Thomas de Quinsey, ülke okuyucuları için yabancı bir yazar değil. “Bir İngiliz Afyon Tiryakisinin İtirafları”, “İngiliz Posta Arabası” ve “Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet” kitapları beğenilen çalışmaları olarak sayılabilir. Çevirisi Emre Bekman tarafından başarılı bir şekilde yapılan “Immanuel Kant’ın Son Günleri” eserinde, yazar, Kant’ı sadece bir büyük dost olarak değil, dünyanın en etkili filozofu olarak selamlamaktan geri kalmıyor ve bu övgüyü kitabın birçok yerine koymaktan da sakınmıyor:
“…Büyük bir topluluğa ulaşarak insanların fikirlerini etkisi altına aldığı iddia edilen Aristo’yu saymazsak, etki alanı açısından, Kant’ın dolaylı yoldan değiştirdiği eserleri ve kendisi hakkında ya da kendisine karşıt olarak yazılan kitapların sayısına bakarsak, onun gibi başka bir felsefeci dünyaya gelmemiştir.”
Kant, 22 Nisan 1724 yılında, o dönemlerde elli bin insana ev sahipliği yapan Prusya’nın Königsberg kentinde aşağı tabakadan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Kendi ahlâki gelişiminde erken yaşta kaybettiği annesinin etkileri bulunur. Kant, hayatının sonuna kadar annesinden büyük bir sevecenlikle, onun annelik görevlerini kusursuz şekilde yerine getirişini överek bahsetmiştir. Kant, yakın dostlarının tanıklığıyla anlıyoruz ki, son yıllarında çok değer verdiği akli melekelerinin ızdırabı ve kafası ile midesine vuran iki rahatsızlığının acısıyla boğuşmaktadır. Ancak az önce de belirttiğimiz gibi, benzer şekilde acı çekenlerde sıklıkla görüleceği gibi aksine son anına kadar iyi kalpliliğini ve zihninin asaletini yitirmemiştir. Kant, kuramsallaştırdığı fikirlerini hayatının her zerresine uyumlu bir yaşantı olarak sergilmiştir. Devam eden ve asla taviz verilmez kurallar içinde yaşamıştır. Bu disiplinini hiç bozmaz. İnsanların saatlerini onun evden çıkışına göre ayarladığı anlatıda olduğu gibi, asla sürprizlere açık bir yaşantısı yoktu. Hep aynı saatlerdedir rutinleri; kalkma, masa başına geçme, uzun süre okuma ve yazma eylemleri…Yemekleri bile, içeriğiyle ve zamanı itibariyle belirli bir standart dışında olmaz. Aynı saatte yatılır ve kendisine bakan bakıcısından hep aynı saatte kendisini kaldırmasını ister. Duraksamaya yer veren hiçbir öğe hayatının bir parçası olmaz. Buna evlilik de dahildir… Ancak bu aynı zamanda profesör de olan büyük düşünürün hiçbir dostunun olmadığı çıkarsamasına bizi götürmemeli. Zaman zaman evinde cömertliğinin tezahürleri olan büyük sofralar kurulur ve dostlarını buraya davet eder. Ancak prensipler burada da konuşur. Örneğin asla konuk gecikmemelidir.
“…Kant’ın gecikmeler karşısında duyduğu öfkenin bir mazereti vardı: Sabahın ilk saatlerinden itibaren kendini tamamiyle işine vererek akşama hiçbir şey yememesi. Bu yüzdendir ki hayatının son dönemlerinde çektiği açlıktan çok alışkanlığının ya da duyduğu mide rahatsızlığının verdiği huzursuzlukla son davetlinin gelmesini de bekleyemez olmuştu.”
Kant’ın nitelikli düşünce dünyası, ister istemez son günlerindeki dost ağırlamalarında sohbetin içeriğini bile belirli bir standartın altına düşürmeyi mümkün kılmazdı.
“…Sohbetlerde ani kesilmelere ve ortamın hareketliliğinin durulmasına hiç müsamaha göstermezdi… Kant, kendi bilgi birikimi ve gözlemci ilgisiyle konuşmaya asla hazırlıksız yakalanmazdı.” Sohbet konuları oldukça çeşitlilik gösterirdi: Doğal felsefe, kimya, hava olayları, doğa tarihi ve hepsinden öte siyaset alanlarıydı. Ancak bunda da Kant, “…kendisine has değişmeyen şüpheci bir yaklaşımla zamanı ya da yeri belirsiz olan herhangi bir haberi tartışmaya değer görmezdi.” Kant, son dönemlerinde hastalık acısı çeken dostlarına oldukça ihtimam gösterirdi. Şayet tehlike kapıdaysa durmak bilmeyen bir gerginliğin içine düşer, sürekli bir araştırma yapar, krizi sabırla beklemeye koyulur, hatta istisna olsa da işini aksatabilirdi. Ancak hasta vefat ederse, umursamazlık seviyesinde itidalini geri de kazanırdı.” Kant, son dönemine değin hep mütevazi yaşadı, zorluklara henüz küçüklükteki ailevi imkansızlıklardan hazırlıklı olduğundan, hayatında kendisini zevke kaptırmamıştı asla. En soğuk havada bile kendi ateşi ile yorganın içindeki ilk soğuğu kırması, beş dakikasını almazdı. Yaz ya da kış demeden yardımcısı Lampe, nöbetteki bir asker edası ile Kant’ı uyandırmaya saat 5’e 5 kala mutlaka giderdi. “…Kant, emri yerine getiren bir asker gibi bu komuta hiç vakit geçirmeden uyar ve nadiren de olsa uykusuz geçirdiği gecenin sabahı da dahil olmak üzere hiçbir şart altında kendisine mola vermezdi.” Dedik ya, rutinini asla bozmazdı. “…saat 7 sularında okuma odasına çekilir ve sonrasında yazma masasına geçerdi. Saat 12’yi tam olarak çeyrek geçe sandalyesinden kalkar ve aşçısına seslenirdi: Saat 12:15 oldu.” Ancak bir taraftan da 80’ine kadar sağlıklı yaşayan Kant’ın ölüme giden süreci de başlıyordu. Fiziksel yetersizlik, Kant’ın çalışma azmini zorlamaya başlar:
“…Kitap okurken uyuyakaldığı zamanlarda kafası mumların üstüne düşüyor, sıklıkla giydiği pamuktan takkesi tutuşup alev alıyordu. Böyle bir şey ne zaman yaşansa Kant, büyük bir soğukkanlılık sergilerdi. Ateşin canını yakmasına aldırmadan eliyle kafasındaki başlığı alır, sessizce yere serer ve ateşi söndürmek için ayağıyla üstüne basardı.”
Kişisel özellikleri arasında en kızdığı şey dalkavukluktu. Dilencilere değilse de, yardım kuruluşlarına bağış sunmaktan çekinmezdi. Tanık anlatımlarından oldukça bonkör bir yapıda olduğunu görüyoruz. Kendisinin en çok hakir gördüğü şeyler, vasat ve cimri hareketler veya alışkanlıklardır.
Dostun gözüyle son anlar…
Kitapta, Kant’ın son anları dokunaklı ve yalın şekilde çok iyi anlatılıyor. İşte bu anlarda, Thomas de Qinsey tam bir dost gibi şefkatle yaklaşıyor. Ölümüne bir kaç hafta kala gözleri artık sofradayken kaşığını bile yardım olmadan bulamaz hale getirir kendisini. Buna karşılık ölümüne saatler kala, hala belleği yerindedir ve dostuna vedayı eksiltmez. “…11 Şubat Cumartesi günü bir yere sabitlenmiş ve feri kaçmış gözlerle öylece yattı. Fakat genel görüntüsünün oldukça huzurlu bir havası vardı. Ona o gün tekrar beni hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Konuşacak durumda değildi, ama bana onu öpmem gerektiğine dair bir yüz ifadesi takındı. Eğilip onu öperken büyük bir heyecanla doldum, çünkü bu son vakur şefkat gösterisinde, uzun süreli arkadaşlığım için bana minnettarlığını göstermek, sevgisini ifade edip ve son vedasını yapmak amacı güdüyordu. Bu son öpücük beni tanıdığına dair son bildirisi oldu.” Kant ilginç bir şekilde yaşamındaki kategorize edilmiş, değişmez yaşam katmanını ölümüne de uyarlamak ister. Cenaze merasiminin tarzı ve usullerine dair taleplerini yıllar öncesinde dostu Quinsey’e dile getirdiğini görüyoruz. Buna göre; törenin sabah saatlerinde, mümkün mertebe gürültü ve kargaşa ortamına girmeden ve sadece samimi dostlarının katıldığı sade bir törenle yapılmasını istemiştir. Ancak, dostu bunun imkansız olduğunu biliyordur. Ki dediği çıkar da, ölümüyle tüm Köngsberg şehri, eşsiz bir cenaze merasimi düzenler büyük filozof için. Ebedi istirahate çekildiği mezar odasında, herkesi hayran bırakan bir müzikli ayin tertip edilir ve yazarın ağzından, dostuna dair son sözleri kitaba şu şekilde geçer: “…yattığı yerde huzur ve ebedi şeref bulsun!”
- Immanuel Kant’ın Son Günleri – Thomas de Quinsey
- Ketebe Yayınları – Anlatı
- Çeviri: Emre Bekman
- 68 Sayfa, 2020.