Tarihin karanlık dehlizlerinde dolaşacak olsak her milletin kanla, yoksullukla ve göz yaşıyla yazılmış bir geçmişi olduğunu görürdük muhakkak. Kişisel ihtirasların, doymayan arzuların gölgesinde, cehalete terk edilen, sömürülenlerin varlığı insanlık tarihinin en soğuk ve karanlık yönü olmalı.
Yönetim erkini elinde tutan kişi ya da kitlelerin narsisizmle soslanmış egoları bazen milyonlarca insanın yaşamına mal olabiliyor ve bu acımasız gerçek tarihin solgun duvarlarında çığlıkla kazınmış imzalar gibi duruyor. Acıyla beslenen bu barbar ve despot tavırların en fazla yorduğu, toprağının en fazla göz yaşıyla ıslandığı ülkelerden biri de Çin, hiç kuşkusuz. Bizim için yemekleri, taklit ürünleri (dilimize kazandırdığı ‘çakma’ kelimesini de unutmamak gerek) ve binlerce kilometre uzunluğundaki savunma duvarı ile popüler olan ama aslında çok da fazla tanımadığımız bir ülke. Oysa Çin, tarihin en kadim uygarlıklardan biri olması kadar halkının geçmişte yaşadığı sıkıntılarla da iyi tanınması ve okunması gereken bir ülke. Farklı hanedanlar döneminin ardından milliyetçilerle devam eden mücadelesini kazanan Çin Komünist Partisi ve bu partinin liderliğini elinde tutan Mao Zedung, iktidara geldiğinde feodal yapının katmerlediği acıyla yoğrulmuş bir halk için önemli bir umut ışığı, yeni bir başlangıçtı. Oysa 1 Ekim 1949’da başlayan Mao macerası milyonlarca Çinli için bir kabusa dönecek, tüm dünya gibi Çin halkı da Mao Zedung’un insanlık tarihinde eşine az rastlanır acımasızlığının, sınırsız güç arzusunun ve tuhaf ihtiraslarının tanığı olacaktı.
İleri Büyük Atılım olarak adlandırılan yıllar Mao’nun çılgın projelerini korkusuzca hayata geçirdiği dönem olarak bilinir. Dünya çelik üretiminde Çin’i ilk sıralara taşımayı kendine görev edinen Mao, milyonlarca köylünün tarımı bırakıp arka bahçede bulabildikleri her şeyi yakarak çelik üretmesi emrini vermiştir; daha sonra elde edilen veriler milyonlarca insanı açlıkla karşı karşıya getiren bu çabanın aslında işe yaramaz tonlarca çeliğin üretiminden başka bir şey olmadığını göstermiştir. Bir başka çılgın projesinde Mao’nun kafayı serçelere taktığını, milyonlarca Çinliyi serçe öldürmekle görevlendirdiğini görüyoruz. Sonuç tahmin edileceği üzere doğal dengenin bozulması olmuş, sonrasında Sovyet Rusya Elçiliğine gönderilen “çok gizli” ibareli mektupla Sovyet Rusya’dan acilen 200 bin serçe gönderilmesi talep edilmiştir.
1957’de Rusya’da yaptığı bir konuşmada Mao “Dünya Devrimi için 200 milyon Çinliyi feda etmeye hazırız” diyerek doğal denge kadar insan yaşamına da ne kadar az değer verdiğini gözler önüne sermiştir.
Geçmişi acıyla yoğrulmuş Çin’in Mao sınavını verdiği yıllarda doğan Mo Yan, 2012 Nobel Edebiyat Ödülünü aldıktan sonra ancak Türk okuyucusunun ilgisine mazhar olabilen bir yazar. 2013’te Kızıl Darı Tarlaları kitabının Türkçe çevirisi ile Türk okurunun karşısına çıkan yazarın İri Memeler Geniş Kalçalar kitabı 2014’te, Yaşam ve Ölüm Yorgunu 2015, Değişim 2016’da yayınlanmıştı.
2017 Ocak ayı içerisinde ise Saydam Turp isimli kitabı ile bir kez daha Türk okuyucusunun karşısına çıktı. İçinde on iki farklı öykü barındıran kitap farklı dönemlerde izlenen politikaların halk tabanında ne tür acılara sebep olduğunu gözler önüne seriyor.
Hakkında yazılan yazılarda yerelle moderni, doğaüstü ile sıradanı ustaca harmanladığı, Çin Kültürüne ait halk masallarına sık sık göndermelerde bulunduğu ifade edilen yazarın okunması kolay ve zevkli bir dili var. Köy yaşamına dair izleri rahatlıkla gözlemleyebildiğiniz öykülerinde darı ve ayçiçeği tarlaları arasında dolaştığınız hissine kapılabilir, yazarın darı başaklarını açlık olgusunun bir metaforu olarak kullandığını düşünebilirsiniz. Hikayelerinde önemsiz sayılabilecek detayları bile ustaca bir anlatımla okuyucuya sunan Mo Yan bunu betimlemelerinde aşırıya kaçmadan ve okuyucuyu sıkmadan başarıyor.
İlk öykü olan “Saydam Turp”ta çevresi tarafından sürekli ötelenen, bu nedenle ismi bile merak edilmeden herkesin “Kara Çocuk” diye hitap ettiği bir çocuğun acıya, yoksulluğa olduğu kadar sevgiye ve ilgiye karşı da gösterdiği yabancılaşmayı görebiliyorsunuz.
İkinci öykü olan “Demir Çocuk” ‘Büyük İleri Atılım’ ve onun zorunlu tuttuğu arka bahçede çelik üretme çabasının Çin toplumunda yarattığı tahribatı masalsı bir ironiyle sunuyor.
Tüm dünyada farklı farklı şekillerde karşımıza çıkan batıl inançların çarpıcılığı acımasız bir yönetimin sahne gerisinde, iliklere kadar işleyen soğuğun eşliğinde “Her Derde Deva” öyküsü ile sunulmuş.
“İnsan ve Hayvan” öyküsü ise insanda var olan vahşi duyguların serencamını yoksullukla birlikte ‘kara yama’ metaforuyla sunuyor okuyucusuna.
Kitapta belki de aklınızda en fazla kalacak öykülerden ikisi “Terk Edilmiş Bebek” ve “Tünel”. Her ikisinde de Çin’de 1979’da uygulamaya konan “Tek Çocuk Politikası”nın acı yansımalarını görüyorsunuz. Bugün her ne kadar bu politikadan vazgeçilmiş olsa da bu politikanın milyonlarca cana, gözyaşına ve tarifsiz acılara sebep olduğu bu iki öykü ile çok daha iyi anlaşılıyor.
Kitapta anlatılan tüm öykülerde sefaletin ve ölümün soğuk nefesi sayfalar arasında karşınıza çıkıyor. Kitabı okurken yer yer Sabahattin Ali’nin ‘Ayran’ ve ‘Isıtmak’ için öykülerini, yer yer de öykülerinin tümü ölümle biten Stefan Zweig’in tıpkı Saydam Turp gibi bir öykü derlemesi olan ‘Amok Koşucusu’ kitabını anımsatabiliyor.
Tüm anlatılarında açlık, sefalet, savaş, yoksulluk, ölüm gibi temaları kullanan yazarın asıl adı Gun Móyè. “Sakın Konuşma” anlamına gelen Mo Yan adını 1984 yılında kullanmaya başlamış. Bugün Çin’in en bilinen yazarları arasında yer alan Mo Yan’ın üslubu zaman zaman Gabriel Garcia Marquez ile karşılaştırılmakta. Türk edebiyatında ise benzer temaları kullanmaları nedeniyle Yaşar Kemal ile benzeşim kurulabilir. Kimi zaman iktidara yakın olduğu eleştirileri yapılan kimi zaman kendisinden beklenen etkili tavırları sergilememesi nedeniyle eleştirilen yazarın ülke olarak çok da iyi bilmediğimiz Çin’i edebiyat penceresinden tanımamız açısından önemli bir değer olduğu tartışma götürmez bir gerçek.
- Saydam Turp – Mo Yan
- Can Yayınları – Öykü
- 272 sayfa
- Çeviri: Erdem Kurtuldu
(Bu yazı Ayraç dergisi 89. sayısında yayınlanmıştır.)