Her ay hazırladığımız gibi Temmuz ayının başında da yeni çıkan kitaplardan bir okuma listesi hazırladık.
Hazır okullar kapanmış, yaz tatili başlamış ve çalışanlar da tatil planları arasındayken, “Ne Okusam?” sorunuza yanıt olabilecek bir seçki oluşturmaya gayret gösterdik.
İşte 20 kitaptan oluşan Temmuz ayının yeni çıkanları!
1. Şevketmeap – Ercüment Ekrem Talu
“Tefrika Dizisi”nden, bir dönemin çok okunan yazarı Ercüment Ekrem’in renkli romanı…
Şevketmeap’ta Ercüment Ekrem yan hikâyelerle beslenen bir aşk, kıskançlık ve ihanet hikâyesini bazen komik bazen dramatik unsurlarla ustaca kurguluyor.
Öte yandan roman, Cumhuriyet’in ilk yıllarından yakın geçmişe belirli bir siyasal tutumu yansıtırken, yazarın kıvrak diliyle dönemin toplumsal ve kültürel hayatının capcanlı bir resmini sunuyor.
Latin harflerine aktarılmış orijinal metniyle sadeleştirilmiş metin bir arada.
2. Kırışıklıklar – Paco Roca
İspanyol illüstratör, yazar Paco Roca’dan, 2008 Uluslararası Barcelona Çizgi Roman Festivali’nde “En İyi Çizgi Roman Ödülü”nü alan etkileyici bir grafik roman: Kırışıklıklar
Kırışıklıklar, yaşlıların dünyasına içtenlikle eğilerek, yalnızlık, sadakat, hayaller, özlem ve çaresizlik gibi kavramları ele alan samimi bir hikâye anlatıyor.
Animasyon türünde beyazperdeye de uyarlanan ve başta Goya Ödülleri olmak üzere pek çok ödüle değer görülen Kırışıklıklar, rahatsızlıkları yüzünden geriye kalan ömürlerini bakımevinde geçirmek zorunda kalan bir grup yaşlı insanın günlük hayatından kesitler sunuyor.
20 yılı aşan banka müdürlüğü görevinin ardından Emilio, Alzheimer olduğu gerekçesiyle çocukları tarafından bir bakım evine gönderilir. Zihninin karanlık dehlizlerinde şimdiki zamanla geçmiş zaman arasında gelgitler yaşayan yaşlı adam, bir yandan yeni hayatına alışmaya, bir yandan da hastalığını kabullenmeye çalışmaktadır. Neyse ki oda arkadaşı Miguel vardır da gündelik yaşamı bir nebze olsun renk kazanır.
Bakımevleri kimilerine göre uzun ve yorucu bir yolun sonu, kimilerine göreyse yeni bir hayatın başlangıcı sayılır. Paco Roca, günümüz gençlerinin ebeveynlerine karşı tahammülsüzlüğünü eleştirdiği Kırışıklıklar’da, çocukları tarafından bakımevlerine yollanarak yalnızlığa teslim edilen çaresiz yaşlıların kimselerin konuşmaya, yazmaya, anlatmaya cesaret edemediği yaşam mücadelelerine ayna tutuyor. Öyle ki, her gün başka bir oyunla bakımevini birbirine katan Miguel’in, Doğu Ekspresi’yle İstanbul’a seyahat ettiğini zanneden Rosario’nun ya da Marslılar tarafından kaçırılmaktan korktuğu için hiçbir yere yalnız başına gidemeyen Carmen’in hem “tanıdık” hem de “bizden” hikâyeleri okurları kâh güldürüyor kâh hüzünlendiriyor.
3. Bildiğimiz Dünyanın Sonu – Erlend Loe
“Zaman her şeyi silip süpürür.”
Eserleri yirmiden fazla dilde okunan Norveçli yazar Erlend Loe’nun unutulmaz bir modern zaman figürüne dönüşen kahramanı Doppler yuvaya dönüyor. Doppler romanının devamı niteliğindeki Bildiğimiz Dünyanın Sonu ormanın derinliklerinden sistemin derinliklerine uzanıyor: Çemberin içinde duramayanların bütün oyunlardan kovulduğu bir dünyada özgür kalmak mümkün mü?
Ormanın derinliklerinde geçirdiği macera dolu ayların ardından bir ailesi olduğunu hatırlayan Doppler, geyiği Bongo’yu boynuzlu hayvanlar barınağına bırakıp soluğu Oslo’da alır. Kendisini ölesiye özlediklerine inandığı karısına ve çocuklarına kavuşacağı için çok heyecanlıdır ama küçük bir problem vardır: Onca yıllık posta kutusunun üzerinde “Andreas Doppler” değil, “Egil Hegel” yazmaktadır! Dibe vurduğunu düşünür ama aşağılanma nedir, görmemiştir henüz..
Hafiflemiş ve özgür hissediyordu kendini. Gerçekten özgür. Borcu yoktu, işi yoktu, yükümlülükleri yoktu. Sadece kendisi vardı. İyisiyle kötüsüyle. Ve güzel bir geyiği. Vergi dairesinin bisiklet parkına bağladığı Bongo’yu çözdü ve durup üst katlara baktı.
Her yerde toplantılar yapıldığını varsayıyordu; bu toplantılar ki, hem araştırmalar hem de deneyimler sonucu yalnızca yersiz olmakla kalmıyor, doğrudan verimi de baltalıyordu.
Bongo’ya tırmanırken yüzüne bir gülümseme yayıldı. Artık bu hayattan elini eteğini çekiyordu.
4. Kuru Otların Kokusu – Giorgi Bassani
Kuru Otların Kokusu, Giorgio Bassani’nin edebiyatının kökenlerini besleyen şehri Ferrara’yı ve Yahudi cemaatinin varlık koşullarını anlattığı Ferrara kitaplarının sonuncusu.
Giorgio Bassani zamanının diğer yazarlarından farklı olarak Yeni Gerçekçi tavırdan uzak kaldı. Yapıtları faşist diktatörlüğe, savaşa ve Direniş’e, savaş sonrasının yeni bir toplumsal ahlak oluşturma umutlarına ve bu umutların çöküşüne tanık olunan İtalya’sındaki tarihî süreçte ortaya çıktı. Yazdıklarında yalnızlık ve dışlanmışlık duygularını, dahil olduğu burjuva sınıfının politik yetersizliğini, Yahudi ırkından olmanın getirdiği acıları vurguladı.
Bassani’deki boşluk duygusu, geçmişle bağlantı kopukluğundan kaynaklanan bir kimlik eksikliğinin dışavurumudur. Yazar için geçmişe dönüş, hayatını kesintiye uğradığı yerden tekrar başlatıp sürdürme gereksinimidir.
Geçmiş ölmedi –aynı anlatım örgüsü kendince iddia ediyordu–, asla ölmez. Tam tersine uzaklaşır, anbean. Geçmişi telafi etmek, o halde mümkündür. O halde uzamaya anbean devam eden türde bir koridorda ilerlemek gerekir, tabii gerçekten telafi etmek isteniyorsa. Orada, geçmişin sonunda, koridorun karanlık duvarlarının güneşle buluştuğu noktada, yaşam, bir zamanlar olduğu gibi, canlı, kıpır kıpır, ilk yaratıldığı haliyle durmaktadır. O halde ölümsüz müdür? Ölümsüzdür. Ve bununla beraber hep daha uçarı, hep daha ulaşılmaz, yeniden ele geçirilmeye hep daha gönülsüz.
5. 83 ¼ Yaşındaki Hendrık Groen’un Gizli Güncesi – Hendrik Groen
Hendrik Groen 83 yaşını geçmiş Hollandalı bir ihtiyar. Ama huysuz bir ihtiyar. Kaldığı huzurevinde sesini çıkarmadan ölümü beklemek yerine, hâlâ yaşadığını kendisine ve dünyaya kanıtlamak istiyor. Bir yaşama sevinci arıyor belki ve bunu somutlaştırmak için de, “gerçek Hendrik Groen hakkında”, “Kuzey Amsterdam’da bir huzurevindeki yaşama dair” sansürsüz bir günlük tutmaya karar veriyor.
Çevresindeki birkaç kafadarla birlikte “Biz Daha Ölmedik” adında bir kulüp kurarak eğlenceli etkinlikler düzenleyen ve bunları günlüğüne kaydeden Groen, “Tabii ki ihtiyarlık bin bir çeşit dert açıyor insanın başına, ama o dertlere gülüp geçebiliyorsanız, her şeye rağmen yaşama katlanabilirsiniz,” diyerek olumlu bir yaklaşım getiriyor yaşlılığa.
Yaşlılığın insanın omzuna bindirdiği sorunları kara mizah tadında aktaran bu kitap, yayımlandığı andan itibaren tüm dünyada yüz binlerce okura ulaştı. Hiç kuşkusuz, kara mizahın ardında huzurevleri gerçeğinin yürek burkan yanları da yer alıyor kitapta.
6. Tristessa – Jack Kerouac
Yıl 1955, Meksika. Tavukların, horozların belanın kol gezdiği tekinsiz bir muhit. Barakadan hallice evler, tarifsiz eğlenceler ve yerlere serilerek noktalanan geceler. Yaşamın rutin perdesini delip de geçmek için başvurulan maddelerin etkisininde akıp giden serüvenler. Kerouac, Türkçede ilk defa yayımlanan ve en duygusal metinlerinden biri olan Tristessa’da aşkın peşinden gidiyor ama burada olan her şey, içinde zıddını barındırıyor ve mana arayışı maddeye, aşkın yolu ölüme, ölümün yolu yaratıya çıkıyor. Kerouac, genç ve marazlı bir kadına, Tristessa’ya tutuluyor. Kelimeler aşkla, hazla, ilhamla çağlıyor, ama kimse kimseye dokunmuyor; sevgi, bastırıldıkça çoğalıyor. Kerouac, aşkın ışığında kendini arıyor ve zihni, yüreğinin atışıyla çavlan misali şahlanıyor. Bir tutkunun ilanı, bir aşk şarkısı: Yaşama ve ölüme, Meksika’nın efsunlu göklerine, küçük sevinçleri ve büyük dertleriyle şu koca gezegeni arşınlayan yolcuların her birine, bize.
7. Otomatik Piyano – Kurt Vonnegut
İlerleme…
Kulağa pek hoş gelen bir kavram.
Hep ileri, daima ileri! İnsanlığın gelişmesi, sınırlarını zorlaması, aşması…
Peki, bedeli?
Üçüncü Dünya Savaşı sonrası: Aşırı mekanikleşmiş bir toplum. Fabrikalar, tüm üretim, her şeyin çalışması için bir avuç insan, bir avuç becerikli mühendis yeterli. Geri kalanlarsa…
Bu toplumun süper-mühendislerinden Paul Proteus, yaşadığı ‘Mekanize Amerikan Rüyası’ndan uyanarak varlığını, hayatın anlamını, toplumdaki muazzam ayrışmayı, ilerlemenin nelere mal olduğunu sorguluyor. ‘İnsan’ dünyayı yeniden kazanmak için isyan hareketine mi katılmalı yoksa görece muazzam refahın bedelini ödemeye razı mı olmalı?
Otomatik Piyano, ataları Biz, Cesur Yeni Dünya ve dört yıl büyüğü 1984 gibi akıl-ilerleme-mekanikleşme temalı bir distopya. Ama farklı. Çünkü Vonnegut’ın distopyasındaki makineler, diğer distopyaların yazarlarının muazzam hayal güçlerinden çıkmış makineler değil, kitabın yazıldığı dönemde var olan makineler.
Otomatik Piyano bizleri uzakta değil, çok yakında olan bir şeye karşı, hem de ‘İlerleme’ye laf etmenin hiç hoş karşılanmadığı 50’li yıllardan uyarıyor ve teknolojinin muazzam gelişiminin işin içine insana has hırslar girdiğinde nerelere varabileceğini gösteriyor.
Otomatik Piyano, Kurt Vonnegut’ın bildik sivri dilli açık sözlülüğüyle, “Konusunu, konusu güle oynaya Biz’den araklanmış Cesur Yeni Dünya’dan güle oynaya arakladım,” dediği ilk göz ağrısı…
8. Aşk Mektupları – Kolektif
Bir çoğalma, birlikte düşünme ve ortak bir heyecanı sahiplenmenin ürünü olan bu kitap, Ayşegül Devecioğlu, Bahri Vardarlılar, Banu Özyürek, Buket Uzuner, Bülent Çallı, Cem Kalender, Ercan y Yılmaz, Ersan Üldes, Ethem Baran, Fatma Barbarosoğlu Ferat Emen, Ferhat Özkan, Gamze Arslan, Gönül Kıvılcım, İsmail Güzelsoy, Jaklin Çelik, Kerem Işık, Menekşe Toprak, Mevsim Yenice, Nihan Kaya, Nisan İğdem, Niyazi Zorlu, Sema Aslan, Selim İleri, Sezer Ateş Ayvaz, Sinem Sal, Suzan Samancı, Yavuz Ekinci, Zeynep Aliye, Zeynep Kaçar ve Zeynep Rade’nin mektuplarıyla oluştu.
Bu mektupları kalp çarpıntılarıyla okudum. Aşk mektuplarının satırları arasında dolaşmak kimi zaman bir mahcupluğa kimi zamansa heyecana sevk ediyor.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde yazarların bir “aşk mektupları” toplamında yer almalarını çok anlamlı buluyorum. Nicedir bir şeyleri aşkla yapmayı, aşkla coşmayı, kalplerimizin aşkla atmasını özledik. Bu kitap bu özlemin giderilmesine küçük bir katkı olsun.
Bu kitabı var eden tüm yazarlarımıza ne kadar teşekkür etsek az. Üstelik bunu aşkla yaptılar…
-SEVAL ŞAHİN-
9. Bir Safdilin Hatıra Defteri – Arkadi Averçenko
Arkadi Averçenko, 1920’de Bolşeviklerin Kırım’ı istila etmesi nedeniyle İstanbul’un yolunu tutan Rus göçmenlerden biriydi. Bir Safdilin Hatıra Defteri’nde İstanbul’da ve bir sonraki durağı Prag’da geçirdiği günleri anlatır. Aralarında hayatlarında ilk kez geçimlerini sağlamak için çalışmak zorunda kalan soylu ve zengin Rusların da bulunduğu göçmenlerin karşılaştıkları zorluklara odaklanırken İstanbul’u fon olarak kullanır. Hayatın yalnızca göçmenler için değil, yerliler için de çok zor olduğu işgal altındaki İstanbul’un genel atmosferine hiç değinmediği gibi, şehrin güzelliğine ya da barındırdığı tarihi hazinelere de iltifat etmez. Daha çok yabancı nüfusun yoğun olduğu Galata ve Pera civarında yaşayan Rusların ayakta kalma mücadelelerini son derece mizahi bir dille aktarır.
10. Sapho – Alphonse Daudet
İletişim Yayınları, Murat Belge yönetiminde edebiyat klasikleri yayımlamaya devam ediyor. İletişim Klasikleri dizisinden çıkan kitaplar, edebiyata karşı sorumluluğu okuma zevkiyle buluşturan bir anlayışla hazırlanıyor. Eserler orijinal dillerinden ve tam metin çevirileriyle yayıma hazırlanırken, ana metne eşlik eden ve yetkin isimlerin yazdığı önsöz ve sonsözlere yer veriliyor. Ayrıca her kitabın başında, yazarın hayatına ve yaşadığı döneme ışık tutan bir kronoloji bulunuyor. İletişim Klasikleri’nin içeriği eserin ilk baskı kapağı, el yazmasından örnek sayfalar, haritalar ve özel çizimlerle zenginleştiriliyor. Diziye özel olarak hazırlanan kapak tasarımında ise, resim tarihinden özenle seçilmiş görseller kullanılıyor.Zengin bir içerikle hazırlanan İletişim Klasikleri dizisi, güvenilir ve özenli bir edisyonla okurla buluşurken, alanında referans kaynaklar sunuyor.
11. Altın Çocuk – Eli Gottlieb
Otizmi için “terapi topluluğunda” yaşamak üzere Payton Yaşam Merkezi’ne on bir yaşındayken yollanan Todd Aaron, artık ellili yaşlarına gelmiş ve yaşam merkezinin “yaşlı kurdu” olarak anılmaya başlanmıştı. En çok sevdiği şeylerden biri ansiklopedileri tekrar tekrar okumak olan biriydi fakat evini paylaşmak zorunda kaldığı yeni ev arkadaşı ve ürkütücü görünümlü yeni bakıcı yüzünden tedirgin oluyordu. İşler, yeni gelen tek gözlü bir hastanın onu, kendini tekrar “normal” hissedebilmesi için ilaçlarını bırakmasına ikna etmesiyle daha da kötüye gidiyordu. Bunların hepsi birleşince Todd, çocukluğunda yaşadığı eve geri dönme hayalini sonunda gerçekleştirmeye karar vermişti. Tek ihtiyacı, bir haritaydı.
“Gerçek ve can alıcı… Sayfalardan çıkıp sizi etkileyecek olan Todd Aaron, öyle özgün ve özgür ruhlu ki, peşinden her yere gitmek isteyeceksiniz. Sadece tarafını tutmakla kalmayacak, geleceğinin kontrolünü ele geçirmesi için onunla beraber savaşacak ve direneceksiniz. Tek seferde romanı bitireceksiniz ve söz veriyorum, kitap bittiğinde Todd’u özleyeceksiniz.”
–Washington Post-
“Etkileyici… Todd’un zihni okuru ele geçirmekte o kadar başarılı ki okur, ana karakter dünyayla yüzleştiğinde onun adına büyük bir sevgi ama aynı zamanda korku besliyor. Uçuşu her ne kadar tehlikeli olsa da biz yeryüzündekiler olarak, Todd’un havalanması karşısında büyülenmeden edemiyoruz.”
–New York Times Book Review-
“Çarpıcı. Kitabın aşıladığı empati sizi sarıp sarmalayacak.”
–The New Yorker-
“Güçlü ve sürükleyici. İnce ve nazik bir ruhun duygusal bir portresi. Bütün okurlara öneririm.”
–Library Journal, starred review-
“Çocukluk döneminde otizm hakkında yazılan onca kitap arasından bu roman, orta yaşta otizmin nasıl olduğu konusunda ferahlatıcı ve yeni bir bakış açısı getiriyor. Zekice ve empatiyle yazılmış.”
–Andrew Solomon-
“Çabucak okunuyor ve hikâye inanılmaz sürükleyici… Gottlieb, Todd’un iç monoloğunu büyük bir ustalıkla yazmış.”
–Publishers Weekly, starred review-
12. Polis – Jo Nesbo
Oslo sokaklarında bir katil dolaşıyor.
Polis memurları, daha önce görevlendirildikleri ama çözemedikleri vakaların olay mahallinde öldürülüyorlar.
Medya vahşi cinayetlere büyük tepki gösteriyor.
Polisin acilen Harry Hole’a ihtiyacı var.
Ama bu sefer Harry kimseye yardım edemez.
En karanlığından bir İskandinav noir’ı. Harry Hole serisinin onuncu kitabı. Müthiş bir gerilim.
– The Wall Street Journal –
İskandinav polisiyesinin duayeni Nesbo başınızı döndürecek çok katmanlı ve girift bir hikâye kurgulamayı başardığı gibi, ustaca gerilim yazmanın da dersini veriyor… Arkanıza yaslanıp sürprizlerin tadını çıkarın.
– Sunday Express –
13. Kırmızı Defterli Kadın – Antoine Laurain
15’in üzerinde dile çevrilen ve ABD’de satış rekorları kıran Kırmızı Defterli Kadın Laure ile Laurent’ın hikâyesi. Paris’te bir aşk hikâyesi: çantası çalındıktan sonra bilincini yitiren ve komaya giren Laure ile çantayı bulan ve Kırmızı Defter kitabevinin sahibi olan Laurent mümkünlüğün nostaljisini aşarak birbirlerine kavuşabilecekler mi? Laure’un kedisi Belphégor Paris’te hangi aşk maceralarına sürükleyecek bizi? Mümkünlüğün nostaljisinden aşkın gizemlerine enfes bir yolculuk… Bulmacamsı yolculuğun parçaları: bir kolye, bir Moleskine ajanda, bir kedi, bir kuru temizlemeci fişi ve bir parfüm.
“Paris’te aşk filmlerinin en güzel örneklerinden olan Amelie’yi ya da Paris’te Son Tango’yu sevenler bu kitaba bayılacak. Antoine Laurain
Paris’in ve aşkın müdavimlerinin yeni favorisi olacak.”
14. Adınla Başlar Hayat – Zakes Mda
Aşağı yukarı yirmi beden vardı yerde; yaşlı ve genç adamların ve kadınların, taşıdıkları bıçak yarasıyla tuhaf biçimlerde yatan güzel kızların, zorlasan en fazla yeniyetme diyebileceğin çocukların, yaşamımızı tüketen bu hiddetli savaşın tüm kurbanlarının bedenleri. “Size söylüyorum anneler ve babalar, dışarıda ölüm var. Böyle giderse yakındır, doğumun bile ölümünü göreceğiz.”
Mütevazı karakterlerin arkasına sığınmış kocaman bir tarihin izleri ve ölümü meslek edinmiş bir adam; Profesyonel Yas Tutucu Toloki… Mesleğine sadık, prensipleri olan, münzevi bir yaşam süren ve asla dilenmeyen, daha küçük bir kız çocuğuyken bile herkesi kendine hayran bırakan Noria. Büyüdükçe, kendi talihsizliği ülkesinin talihsizliğiyle birbirine karışan iki çocukluk arkadaşının yolları yıllar sonra bir cenazede tekrar kesişiyor. Ölüm artık bu ülkede yok eden, var eden, birleştiren ve ayırandır. Yine de çiçekler ve hayaller baki. Bu ikisi olduğu müddetçe mutlu olmamak için hiçbir sebep yok. İnsanların yok pahasına öldürüldüğü, açlığın, fakirliğin normal sayıldığı bir ülkede bütün inceliğiyle yaşama tutunanların hikâyesi…
Güney Afrika’nın en önemli yazarlarından biri olan Zakes Mda, kendisine ülkesinin en prestijli ödülü olan M-Net Kitap Ödülü’nü kazandıran Adınla Başlar Hayat adlı bu romanında doğduğu toprakların gerçeklerini gözler önüne seriyor. Ölümün bu coğrafyanın en önemli gerçeği hâline getirildiği bir dönemde yazılmış olan roman, aynı zamanda bu kavramın içten bir anlatımı olarak karşımıza çıkıyor…
15. İyi Bir Evlilik-Şiddetin Çocukları 2 – Doris Lessing
“Doris Lessing’in pasif kahramanı Martha, hayatından hiç memnun değil ve bir türlü kendi kaderinin kontrolünü eline alamıyor. Ancak bu romanlar iyi sonla bitmeseler de çok daha geniş ölçekte bir ihtirasın kanıtı olacaklar en azından: kişisel bir hikâyenin izlerini bütün toplumsal ve tarihsel bağlamı içinde yansıtan bir Bildungsroman yazma ihtirası.”
J.M. Coetzee
İyi Bir Evlilik, Nobel ödüllü Doris Lessing’in, iki dünya savaşı arasında doğup büyüyen bir nesli anlatan beş kitaplık “Şiddetin Çocukları” dizisinin ikinci cildi.
İyi Bir Evlilik’te, sıradan bir evliliğin tuzağına düşen sıradışı kahramanımız Martha Quest’in dünyasında gömülü cinsel, toplumsal ironiler ve çelişkiler yakıcı bir zeka parlaklığıyla gözler önüne seriliyor.
Doris Lessing bir erkeği, bir kadını, birbirlerine ulaşmak için harcadıkları boşuna ve yanlış anlamalarla dolu çabaları, patlayıp onur kırıcı bir şiddete dönüşen hüsranları, sadakatsizlikleri ve sonunda Martha’nın evliliğe sırtını dönerek, çocuğundan yürek burkan bir şekilde vazgeçişini olağanüstü bir sezgiyle dile getiriyor.
“Eğer 20. yüzyıl yazarları için bir Rushmore Dağı Anıtı olsaydı, üzerine oyulmuş yüzlerden biri kesinlikle Doris Lessing olurdu.”
Margaret Atwood
16. Evsizler Şarkı Söyler – Gülhan Tuba Çelik
Gülhan Tuba Çelik, öykülerinde kafa karışıklığımızı da müşfikliğimizi de es geçmiyor. Anlatıcının ve anlatılan kahramanın birbirleriyle empati kurup kolayca yer değiştirebildiği, şehirlerin köyleri, memleketin gurbeti, yeni zamanın eskileri anlattığı öyküler bunlar… Kenarda kalanın dramına bizzat metnin satırları ortak oluyor. Bekâr odasının yoklukla sınanan sakinleri veya yeni nesil bir kaybedenin yaşadığı kimlik sorunu gerçekliğe müdahale edilmeden yer alıyor. Öykülerindeki sahiciliğin bir tezahürü olarak evsizlere şarkı söyletiyor mesela. İnsanın neşe ile keder arasında gidip gelen yazgısının, o meçhul dip akıntısının peşinde bir yazar. Edebiyatta teknik ve temanın birbirleriyle olan mücadelesi modern zamanlara denk düşer. Evsizler Şarkı Söyler’in öyküleri ise söz konusu çekişmenin gereksizliğinin bir ispatı gibi.
17. Öğlen Paris’te Sekizde Chicago’da – Douglas Cowie
Bu kitabı seninle gönderiyorum
Geçeceğin yerlerden
Belki o da geçer diye:
Gece ışıklarının fısıltıları altında
Tarihi sokaklarında
Senin Fransa’nın
Simone, bu şiiri de oraya gönderiyorum
Benim de bir parçam seninle gelsin diye.
Jean-Paul Sartre’ın ebedi sevgilisi Simone de Beauvoir, bir Amerika ziyaretinde, yıldızı yeni yeni parlayan polisiye yazarı Nelson Algren’le tanışır. Nelson’dan kendisini “gerçek insanların” olduğu yerlere götürmesini ister. Nelson de onu önce bir hapishaneye, sonra da fahişelerin, kumarbazların, alt sınıf Amerikalıların dünyasına götürür. Simone, tavukların “kemiklerini bile” yiyen bu genç romancıya fena halde âşık olur… Öğlen Paris’te Sekizde Chicago’da bir solukta okuyacağınız, romantik, hüzünlü, unutulmaz bir aşk öyküsü…
18. Faydasız Bilginin Faydası – Abraham Flexner
Merak ve hayal gücü bilgiden önemlidir!
Cep boy tasarımıyla dikkat çeken Faydasız Bilginin Faydası, Delidolu’nun kurmaca dışı kitaplar koleksiyonunun “Ne Yapmalı?” başlıklı alt dizisindeki yerini alıyor.
İleri Araştırmalar Enstitüsü’nün kurucusu Abraham Flexner’in 1939 tarihli, zamanının çok ötesindeki makalesi Faydasız Bilginin Faydası, şu an enstitünün başkanlığını yürüten Robbert Dijkgraaf’ın özgür düşünce ve merak temelli engelsiz araştırma üzerine yazdığı önsözle sunuluyor.
Flexner’in, insan merakı üzerine yaptığı gözlemlerinin bugünün, hatta yarının dünyası için ne kadar yerinde ve güncel olduğuna dikkat çeken Faydasız Bilginin Faydası, özgür ve bağımsız araştırmanın önemini vurgulayarak, pek çok buluşun bu temele dayandığını hatırlatıyor.
Albert Einstein, Carl Friedrich Gauss, James Clark Maxwell neden hâlâ yaşayan efsaneler olarak adlandırılıyor? Günlük yaşantımıza en ufak katkısı olmayan kuramların bize ne faydası var? Oysa pek çok buluşun temeli, ne işe yaradığı bilinmeyen, yararsız bilgi niteliğindeki bir başka keşfe dayanır. Bütün ömrünü, yaşadığı yüzyılın çok ilerisindeki bir hayatı düşleyerek geçiren Abraham Flexner, bu makalesinde, basit araştırmaların sınır tanımaz bir hayal gücü ile buluştuğunda ne denli büyük keşiflere evrilebileceğini gözler önüne seriyor. Abraham Flexner’in izinden yürüyen Robbert Dijkgraaf, “Yarının Dünyası” başlıklı önsözünde yaptığı analizlerle Flexner’in derin çalkantılarla ve endişeyle dolu bir zamanda yazdığı Faydasız Bilginin Faydası isimli makalesini emsalsiz bir zaman kapsülü olarak nitelendiriyor.
Düşünce özgürlüğü, bilginin ilerlemesinde sadece bir araç değil, demokrasi ve hoşgörünün temel unsuru olarak da insan refahı için vazgeçilmez önemdedir. Özgür araştırma, ruhu yüceltir ve aşina olduğumuz şeylere yeni bir açıdan bakmamızı sağlar. Yani, dünyamızı gerçek anlamda değiştirir. Flexner’in ifadesiyle, “İnsan ırkının gerçek düşmanı, haklı ya da haksız, korkusuz ve sorumsuz düşünür değildir. Gerçek düşman, insan zihnini, kanatlarını açmaya cüret edemeyeceği bir kalıba sokmaya çalışan kişidir.”
19. Kağıt Adam – Gallagher Lawson
Canım babam, şehirde hava aniden değişti.
Mukavvalarıma kadar dondum. Bulutlardan dolayı şehrin üzerine bir karanlık çöktü. Aklıma aniden sana daha önce hiç sormadığım bir soru geldi: Bir kâğıt adam kaç yıl yaşar? Yani asıl merak ettiğim, bir kâğıt adam için yolun yarısı ne zaman gelmiştir?
Geçirdiği feci kazadan sonra babası Michael’ı yeniden, bir kâğıt adam olarak yaratmıştır.
Michael, uğradığı felaketi ve taşrada yaşadığı hayal kırıklıklarını unutabilmek için evini, ailesini terk ederek şehre taşınmaya karar verir… Ama daha otobüste yeni felaketler birbiri ardına gelmeye başlar. Gallagher Lawson, son derece sürükleyici ve düşündürücü bir distopya kaleme almış: Kâğıt Adam, insanların maskesiz sokağa çıkamadığı, denizkızlarının karada yapayalnız bırakıldığı, dünyanın ümitsiz bir karanlığa gömüldüğü bir “zamansız zaman”dan geliyor. Mutlaka okuyun.
20. Zoka-Renklendirmeniz İçin Muzır Hikâyeler – Chuck Palahniuk
Sinemaya da aktarılan Dövüş Kulübü romanıyla geniş okur kitlelerine ulaşan ve adı New York Times’ın çoksatan yazarlar listesinde yer alan Chuck Palahniuk yetişkinlere özel yeni hikâyelerden oluşan muzır bir boyama kitabı ile karşınızda. Çizgi roman dünyasının en heyecan verici sanatçılarının çizimleriyle: Lee Bermejo, Kirbi Fagan, Duncan Fegredo, Tony Puryear, Alise Gluškova, Marc Scheff, Steve Morris, Joëlle Jones.
Uyarı: içerik fazlasıyla rahatsız edicidir. Körlüğe, akıl sağlığının kaybına, uykuda boşalmaya, avuç içinden kıl çıkmasına veya yukarıda belirtilenlerin hepsine birden neden olabilir.