Arkadaşlarla Sohbetler serisinde hayatlarında kitaplara oldukça önem verdiklerine şahit olduğum arkadaşlarımı misafir edeceğim. Bu misafirliklerinde okudukları ve kendilerinde farklı noktalara değindiğini hissettikleri kitapları seçmelerini ve hazırladığım kalıp sorulara seçtikleri her bir kitap için cevap vermelerini isteyeceğim. Kitap tavsiye etmenin yanı sıra tavsiye edenlerin hayatlarında sızlayan noktaları da öğrenmiş olmanın değerini biliyor ve bunu çoğaltmak için Arkadaşlarla Sohbetler serisini başlatıyorum.
Umarım en az benim kadar keyif alırsınız. İyi okumalar. ❤️
Gece Bülteni, Petros Markaris
Çeviri: Hulki Demirel
Alfa Yayınları, 2023
Konuk Notu: Petros Markaris’i ve komiser Kostas Haritos’u pek severim. Yanlış bilmiyorsam beş kitaplık bir seri; diğerlerini okumuş, ilk macera olan Gece Bülteni’nin baskısını bulamamıştım. Dolayısıyla Alfa tüm seriyi tekrar basınca bayram ettim. “Neden Markaris?” derseniz, hem adım adım cinayeti çözer, suçluyu yakalar hem de satır aralarında şahane bir sosyal tablo çizer, toplumu iyi anlatır. Komiser Haritos özelinde resmettiği aile, iş çevresi ve her birinin kendi iç dinamikleri bana hiç yabancı gelmez, adeta kendi içimizde, etrafımızda yaşananları yansıtır. Yarattığı karakterleri, yaptığı psikolojik tahlilleri ise inandırıcı bulurum. Ayrıca çok muzip ve zekidir. Daha ne olsun? Gece Bülteni’ne gelirsek komiserimiz bu sefer birden fazla cinayeti çözmeye çalışıyor. Önce Arnavut bir çift öldürülür, katili aramaya başlayan Haritos bir yandan da amirine ve meraklı basın mensuplarına dert anlatmaya uğraşır. Derken vakayı haber yapan televizyon muhabirlerinden biri cinayete kurban gider, üzerindeki baskı artan Haritos kendini hiç hazzetmediği basının hedefinde ve siyasi hesapların ortasında bulur. Sürprizleri bozmamak için gerisini, vurgulanan sosyal konuları anlatmıyorum. Cinayet nedenini tahmin ettim ama katili bulamadım, öğrendiğimde ise ağzım bir karış açık kaldı:)
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Bu kitapta kalbimi yakalayan satırlar ilk sayfadan başladı. “Her polisin uyanık bir hafiye olması mümkün değildir…” cümlesi hoşuma gitti. Kitabın devamında eleştirel, zeki ve hınzır bir iç sesin satırlara eşlik edeceğini bana müjdeledi. Komiser Kostas Haritos bu ifadeyle beraber çalıştığı bir polis memurunun beceriksizliğinden yakınırken sonraki bölümlerde eleştirilerini derinleştiriyor. Teşkilatın genelindeki aksaklıklara, daha önceki dönemlerde siyasi tutuklulara yapılan işkencelere, yaşanan hukuksuzluklara değinirken sadece sistemi değil kendini de sorguluyor. Bu eleştirel bakışı kıymetli buldum.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
O zaman bundan sonra Haritos’um. Özellikle deliller toplanırken, tanıklar sorgulanırken ekibimle beraber sahada olmayı tercih ederim. Soruşturmanın sağlığı için bütün sahayı solumak şart, son tahlilde ofiste oturarak katil yakalanmaz.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
İlk karakter yine Haritos… Ona bir çift sözüm var. “Lütfen ekibinin çalışmalarını daha dikkatli kontrol et, sonra zaman kaybediyorsun. Kuzum neden sürekli karınla bir soğuk savaş halindesin? Her tartışma için itinayla strateji planlayana kadar karına biraz ilgi ve şefkat göstersen huzuru bulacaksın.” İkinci karakter ise gazeteci Yanna Karayorgi… Onun gibi akıllı, becerikli bir kadının başarı için neden sürekli insanları kullandığını, etrafına şantaj yaptığını sorardım. Belli ki içinde onu yiyip bitiren bir kara delik var, nedenini öğrenmek isterdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Kendimle ortak gördüğüm ayrıntı Haritos’un sözlük merakı. O her gün düzenli sözlük karıştırıyor, belki de sadece sözlük okuyor. Haritos kadar bağımlı olmasam da her gün en az birkaç defa kendimi bir sözcüğün anlamını araştırırken, öğrenirken, bildiğimi yeni bir bakış ile gözden geçirirken buluyorum.
İşte Geldim Deniz Kenarı, Selçuk Altun
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2023
Konuk Notu: Selçuk Altun adını duyunca gözlerim ışıldar, kendisini hem entelektüel hem hınzır bulurum, bu kitabı da beğendim. İşte Geldim Deniz Kenarı “Hayat Romanlardan Daha Tuhaf” üçlemesinin sonuncu kitabı… Londra’da yaşayan bilgisayar mühendisi, akademisyen Harun yıllar sonra İstanbul’a döner, çok sevdiği Salacak sahiline giderek Deniz Kenarı’na hayatını anlatır, kendi ile hesaplaşır. Annesiz büyüyen, babası ile sorunlu bir ilişkisi olan Harun’un kitaplarla, kültürle, sanatla, çok renkli insanlarla örülü, sürprizlerle dolu hikayesini keyifle okudum. Selçuk Altun’un zengin hayal gücünü, birikimli, kültürlü karakterlerini, hayata farklı açılardan bakmayı sağlayan kurgusunu seviyorum. Rengi, sürprizi bol, daldan dala atlayan karnaval misali kalabalık hikayelerinin içine ustalıkla kattığı bilgiler ufkumu açıyor. Sayesinde her kitapta yeni yazarlar, yeni fikirlerle tanışıyorum. Son not, kitabın kapağına ayrıca bayıldım, Selçuk Demirel yapmış:)
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Kitabın ilk sayfasında hikâyenin içine yerleştirilmiş Albert Einstein ve Oscar Wilde alıntılarını sevdim. Selçuk Altun bunu hep yapıyor, metnin ruhuna uygun alıntılarla anlatımı zenginleştiriyor. Misal kahramanımız Albert Einsten’in “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Bilgi sınırlıyken hayal gücü tüm evreni kapsar.” sözü ile kendi IQ skorunu açıkladığı paragrafa giriş yapıyor. Yüksek IQ skorlarına tapanlara inat hayal gücünün değerini kim daha güzel vurgulayabilirdi?
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Harun’un annesiyim… Ne bedel ödersem ödeyim, Salacak’ta, oğlumun yanında olmak isterdim. Zira hiçbir çocuk annesi sağken öksüz bırakılmamalı.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
İlk seçtiğim karakter Harun’un babası. Onu karşıma alsam Harun’a yaşattıkları için sıkı bir kavga ederdim. Savunmasız bir çocuğa yaptığı eziyetlerin sebebini sorardım. Derinlerde bir yerlerde kendinde gördüğü eksikliklerin yansıması mıydı bu zalimlik? İkinci olarak da Harun’un halasıyla konuşurdum. Babasının Harun’a yaşattıklarının farkındaydı, neden ona engel olmadığını öğrenmek isterdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Kendimle ortak gördüğüm yan Harun’un geniş bir yelpazeye yayılan merakları. Asla onun kadar birikimli olduğumu iddia edemem, ancak ikimiz de kitapları, tarihi, sanatı belki de hepsinden önce öğrenmeyi ve hayal dünyasını seviyoruz. Benim hayatımda olmayan ama bu kitapla var olacak ayrıntı ise adını daha önce duymadığım yazarlar. Mesala Gabriel Josipovici’yi tanımıyordum, en kısa zamanda kitaplarından birini okumak istiyorum. Selçuk Altun’un her kitabıyla hayatıma yeni yazarlar ekleniyor.
Asla Kimseyi Öldürmedi Benim Babam, Jean-Louis Fournier
Çeviri: Zafer Demez
Yapı Kredi Yayınları, Ocak 2023
Konuk Notu: Hüzünlü bir kitap…
Jean-Louis Fournier bu kitapta çocukluğuna gidip kısa anekdotlar halinde babasını anlatıyor. Alkolik bir babanın bir çocuğun ruhunda bıraktığı silinmesi zor izleri okumak yüreğimi burktu. Fournier’in kısa cümleler ve kısa bölümlerle büyük hikayeler anlatma becerisi beni bir kez daha etkiledi. Sade anlatıma rağmen karakterlerin duygu ve düşüncelerini başarıyla aktarıyor, tahlil ediyor.
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Kitabın başlarındaki “…bütün içki içen adamlar genelde kötü olurlar…fakat babam…” sözleri kalbimi yakalayıp acıttı. Babam da tıpkı Fournier’in babası gibi içkiye düşkündü “fakat” kötü değildi. Daha o dakika yazar ile aramızda bir bağ kuruldu, içimdeki çocuk Fournier’in çocukluğunu sımsıkı kucakladı, tıpkı bir kardeşe sarılır gibi…
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Kesinlikle küçük Jean-Louis’in annesi olmak, oğlumu hayal kırıklıklarından, kızgınlıklardan, tedirginliklerden korumak isterdim.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Öncelikle Jean-Louis… Ona sarılır “Merak etme, zamanla anlayacaksın, kızgınlığın geçecek, geriye sadece hüzün kalacak” derdim… İkinci seçimim baba olurdu. Belli iyi bir insan, ancak baş edemediği, üstesinden gelemediği sorunları var. Bunların neler olduğunu sorardım. Ve “Kendi mutsuzluklarımızın yükünü çocuklarımıza aktarmaya hakkımız var mı?” derdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Bu kitaptan bana kalan ayrıntı Fournier’in kapanış satırlarında saklı, diyor ki: “Babam kırk üç yaşında öldü, ben on beş yaşındaydım. Bugün ondan daha yaşlıyım. Onu daha iyi tanımamış olmaktan dolayı üzgünüm. Bundan dolayı ona kızgın değilim. Şimdi büyüdüm, yaşamın zor olduğunu biliyorum ve hayatı daha dayanılır kılmak için “kötü” yollara başvuran kimi daha hassas insanlara kızmamak gerektiğini de.”
Oh William!, Elizabeth Strout
Penguin Books, 2022
Konuk Notu: Elizabeth Strout kıymetlimdir, Oh William! ile hayranlığım pekişti… En sevdiğim karakteri olan Lucy Barton’un Anything is Possible ve My Name is Lucy Barton ile başlayan hikayesi bu kitapla devam ediyor. Tanınmış bir yazar olan Lucy artık 60 yaşlarındadır, çok sevdiği ikinci kocasını yeni kaybetmiştir, onun yasını tutmaktadır. Öte yandan, sorunlu geçmişlerine rağmen, kızlarının babası ve ilk kocası William ile dost kalmayı başarmıştır. William tesadüfen bir kardeşi olduğunu öğrenince bu aile sırrının arkasında yatanları öğrenmek için beraber yolculuğa çıkarlar. Bu zorlu dönemde Lucy sık sık geçmişe dönerek hem bir hayat muhasebesi yapar hem de eski eşine, belki de en iyi dostuna destek olur. Strout’un anlatımı bana hep kusursuz geliyor, ayrıca iyi bir gözlemci, sürekli duygu ve düşüncelerin üzerine kafa yoruyor, sorguluyor. Bu kitapta özellikle, insanın kusurlarına ve bağlarına yoğunlaşmasını sevdim.
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Lucy Barton serisinin ilk iki kitabını daha önce okumuş, çok sevmiştim. Lucy’nin hikâyesini gittiği yere kadar takip etmek benim için neredeyse bir mecburiyet. Bu kitap özelinde ise geçmişte yaşadıkları sorunlara rağmen eski eşi William’ı anlatırken kullandığı önyargısız dilden etkilendim. Strout’un insanın türlü türlü hallerine samimiyetle, yargılamaktan ziyade anlamak için bakışını seviyorum.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Lucy olup, tıpkı onun yaptığı gibi gerçeği aramak üzere yolculuğa çıkan William’ın yanında olurdum. Zira aile sırları ile yüzleşmek, hesaplaşmak her zaman çetindir, böyle bir yolculukta kimse yalnız kalmamalı.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
İlk önce William’ın annesi ile konuşurdum. Bir aşkın peşinde nasıl kızından vazgeçtiğini sorardım. Aşka bütün kalbimle iman etsem de benim için kızım her sevginin üstünde. Bu vazgeçişin kolay olduğunu düşünmüyorum, nedenlerini anlamak isterdim. Ve tabii William, oh William… Ona sözüm hazır. “Allah aşkına nasıl Lucy’yi kaybedebildin? Aklın neredeydi?”
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Kendimle ortak gördüğüm husus Lucy’nin yaşadığı büyük travmalara rağmen ayakta kalma, yola devam etmek azmi. O da benim gibi kendine acımak yerine olanı biteni aklıyla, kalbiyle tartıyor ve sonra bir yol bulup hayata tutunuyor.