“İki Gözüm Ayşe” serisinin altıncı bölümünde Sabahattin Ali, Ayşe Sıtkı’ya evlenme teklif ediyor ve evlenmelerinin ne kadar doğru bir karar olduğu hususunda Ayşe Sıtkı’yı ikna etmeye çalışıyor.
İyi okumalar.
25 ŞUBAT 1934
Evlenirsek dostluk biter
Akıllı Ayşe,
Bundan sonra sana her mektubumda nikâh teklif edeyim, çünkü böyle yapınca bir haftada cevap alıyorum. Yani tetik ol, biraz geciktin mi şıp diye nikâhına talibim.
Gelelim deliliğime, vallahi bugünlerde pek akıllıyım Ayşe, ben her zaman akıllıyımdır zaten ve hiçbir şeyi delice yapıvermem, yalnız kötü bir talih beni deli yapıyor, hareketlerimi delice yapıyor.
Açıkça söyleyeyim mi? Seni hocalığa ne kadar yakıştıramıyorsam “zevce”liğe de o kadar yakıştıramam. Hatta sana o mektubu yazarken seni karı olarak tasavvur etmek bana bir hayli komik gelmişti, niçin böyle yaptım, izah edeyim: Bir kere her şeyden evvel söyleyeyim ki yazdıklarım şaka değildi, sen şaka idi dememi istiyorsun, fakat sana yalan söyleyemem.
Sakın darılma iki gözüm Ayşe’ciğim, ben hatun kişilerin, hatta senin kadar akıllı olanların bile, aklından şüphe ederim. Yarın öbür gün kalkar bir serseme varırsınız, insanın yüreği yanar.
Seninle evlenmenin bugünkü güzel ahbaplığımıza bir hayli, hatta tamamen darbe vuracağına eminim, halbuki insan her zaman bir kan bulabilir, fakat nadiren bir dost bulur.
Ben dostlarım için yaşarım dedim. Şu halde bir ahbaplığı sarsmanın bana ne kadar güç geleceğini tahmin edebilirsin. (Aklımdan böyle şeyler geçmiyor) dedikten sonra benim tarafımdan ilave edilecek hiçbir şey yok… Geçtiği zaman tekrar görüşürüz. Derhal ilave edeyim ki bence matlup olan, böyle bir şeyin senin aklından asla geçmemesidir…
Hulâsa edeyim: Söz aramızda, biraz üstüne düşsem razı oluvereceksin, mektubunda böyle bir eda var. Eğer bu eda bana karşı duyduğun şefkat ve muhabbetten geliyorsa, beni bu kadar seven bir adama muhakkak istediğim bir şeyi kabul ettirebilirim. Ağlarım, sızlarım, kabul ettiririm, fakat ne lüzumu var? Böyle lüzumsuz şeylere hacet kalmadan daha güzel dost kalmak mümkün. Senin mektubumu bir kadın gibi değil, akıllı uslu, kendi tabirinle müdebbire (tedbirli) bir adam gibi karşılayışına ve açık oluşuna çok memnun oldum. Memnun olmadığım, daha doğrusu iştirak etmediğim yerleri de söyledim…
Bu kadar…
Gözlerinden binlerce defa, hasretle öperim Ayşe.
Sabahattin Ali
Hiç şaka değil, gayet ciddi söylüyorum. Oturup biraz düşündüğün takdirde, senin de kabul edeceğin birtakım muhakemelerden sonra, dünyada bundan daha muvafık bir şey yapamayacağız neticesine vardım. Günün birinde nasıl olsa uzun bir yolculuk için bir arkadaş arayacağız.
15 KASIM 1934
Niyetim ciddi nikâhına talibim
Ayşeciğim.
Nikâhına talibim, yani işim oldu. Daha tamamen olmadı, fakat ben de düğün yapalım demedim… Esas itibariyle halloldu. Vekil Bey “her yerde müfit olabilirsiniz” dedi. “Hem ben daha ziyade devlet mekanizması içinde çalışmak için yetiştirildim” dedim. Güldü: “Sizin hakkınızda hiçbir menfi kanaatimiz yoktur. Şekil biraz fena idi, siz ne muallimi idiniz?” dedi. “Almanca muallimi idim.”, “Peki, Hasan Ali Bey’e söyleyin münhal yer varsa sizi tayin etsin.” Derhal dışarı fırladım. Tabii daha evvel bir teşekkür savurup elini sıkmayı unutmadım. Hasan Ali “Bir istida ile müracaat et, istidam Vekil Bey’e götürmeye mecburum” dedi. Bir kötüledim, ama derhal bir istida kaleme aldım. Vekil’e götürdüler, altına muvafıktır (uygundur) makamına (yerine) bir “M.” koyup iade etmiş.
Gelelim nikâh meselesine Hiç şaka değil, gayet ciddi söylüyorum. Oturup biraz düşündüğün takdirde senin de teyakkua (kabul) edeceğin bir takım muhakemelerden sonra dünyada bundan daha muvafık birçok şeyler yapamayacağımız neticesine vardım. Günün birinde nasıl olsa uzun bir yolculuk için bir arkadaş arayacağız ve ben, bunun, bana senden daha yakın olacağını tahmin edemiyorum ve istemiyorum da. Bilmem senin için nasıl. Yani ahbaplığımızı “Kırlangıçlar” hikâyesi gibi bitirmek istemiyorum. O hikâyeyi Sinop Hapishanesi’nde yazarken aklımda hep sen vardın. Ne fesat ve ahlaksız adamım değil mi?.. Bu mesele üzerinde uzun boylu konuşmaya hacet yok. Bu sefer ben Ankara’ya gelirken Haydarpaşa Vapuru’nda sana böyle bir şey söylediğim zaman “Ben karışmam” demiştin. Yine karışma, ben karışayım ve sen bana tabi ol. Hem sen benim gibi efendiyi mum ile araşan bulamazsın. Güzellik de senden fersah fersah ileride. Mesela bir Grek burnu bir Ayşe kıymetinde. Boy pos Allah’a şükür yerinde, hiç olmazsa seninkine muvafık. Akıldan yana hiç değilse sen bir şey söyleyemezsin. Yani birbirimize bir şey söyleyecek halimiz, yok. Aşk ve muhabbet meselesine gelince, beraber gitmekten sıkılmayacak kadar birbirimizden hoşlandığımızı zannediyorum. Suluca âşık olacak kadar çocuk değiliz herhalde… Canım, seni böyle sözlerle kandıracak değilim ya otur ve düşün, herhalde daha muvafık ve hakiki esbap (nedenler) bulursun, nedense kafanın benimkine benzeyen bir mihanikiyeti (mekanizması) var… Bu karara nasıl vardığımı uzun uzun yazsam soğuk kaçacak. Sen zeki kızsın maşallah, anlarsın…
Daha birçok şeyler yazmak isterim ve yazabilirim belki, fakat insan istediği kadar samimi olamıyor ve böyle şeylerde tam samimi olunamazsa hiç söylememek daha iyidir.
Fakat bütün bunlar tali sebepler. Asıl sebebi yazamıyorum, çünkü ifade edemiyorum. Seninle evlenmek istiyorum işte, evvela bunu istiyor sonra bunu neden istediğimi düşünüyorum. Bilmem anlıyor musun?
Bana derhal cevap yaz, erkekçe bir cevap. Bu meselede benden başka türlü düşünceğin aklıma bile gelmiyor. Hele bir mırın kırın et, vallahi kaçırırım.
Şimdilik bu kadar. Daha ne yazayım, yazacak bir halt kaldı mı?
Gözlerinden öper ve seni kucaklarım Ayşe.
Soranlara selam.
Sabahattin Ali