Arşiv Odası’nda Sabahattin Ali’nin Ayşe Sıtkı’ya gönderdiği mektupları paylaşmaya devam ediyoruz. Bu bölümde, Sabahattin Ali Konya’da 1 sene hapse mahkum ediliyor. Ayşe Sıtkı’ya yazdığı mektuplarda da, bu süreç içerisindeki halet-i ruhiyesini görebilmek mümkün.
İyi okumalar diliyoruz.
Bu sene niyetim adamakıllı çalışmak. Hiç olmazsa iki roman, olmazsa bir roman ve beş-altı hikâye çıkarmak niyetindeyim. Bir de küçük şiir kitabı…
3 EYLÜL 1932/KONYA
Her hafta bir şiir yazacağım
İki gözüm Ayşe
Dün Konya’ya geldim. Uzun mektup yazacak halde değilim, şöyle bir yerleşeyim falan ondan sonra uzun uzun gevezelikler ederim.
Oraya benim için 15 lira gönderilmiş… Bunu alır ve Pertev’e (Boratav) verirsin, maaş aldığım zaman da üst tarafım yollayacağım, o zaman mahut (belli) altı lirayı da yolla ve sevgili pijamalarıma kavuşurum. Ankara’da vekâletten bu sene Konya’da ipka edildiğimi (bırakıldığımı) öğrendim. Öyle pek de müteessir olmadım. Bu sene niyetim adamakıllı çalışmak. Hiç olmazsa iki roman, olmazsa bir roman ve beş altı hikâye çıkarmak niyetindeyim. Bir de küçük şiir kitabı neşredeceğim. Bir kere her hafta bir şiir yazmaya kati karar verdim ki bunu yapabilirsem iyi bir şey olacak. Neyse, Enver’e, Pertev’e, Halide’ye, Cahide ve Nezahat’e, diğer bütün tanıdıklara selam. Bu mektuba cevap vermeye hacet yoktur, para gönderdiğim zaman yazarsın. Sana da birçok selam evladım.
Sabahattin Ali
Düşün ki, bu anda hayattan beklediğim hiçbir şey yoktur. Ne mevki, ne şöhret, ne edebiyat, ne yaratmak zevki, ne de bana asla nasip olmayacağını bildiğim sâkin ve üzüntüsüz bir hayat.
8 ARALIK 1932/KONYA
Hayat bir tesadüf; ölüm de tesadüf olabilir
İki gözüm Ayşe
Ben şimdilik kendim de âşık ve ziyadesiyle perişanım. Hatta beni hiç rahat bırakmayan, alay eder gibi, saçmalığını adamakıllı bildiğim ve bir takım hissiyatın elinde oyuncak eden gönlümün bu ezalarından kurtulmak için işi kökünden halletmek bile istiyorum. Yaşadığım zaman kazandığım, öldüğüm zaman kaybedeceğimden daha çok olmasa gerektir. Düşün ki bu anda hayattan beklediğim hiçbir şey yoktur. Ne mevki, ne şöhret, ne edebiyat, ne yaratmak zevki, ne de bana asla nasip olmayacağını bildiğim sakin ve üzüntüsüz bir hayat… Bugünlerde okuduğum Bernard Shaw’un, romanın kahramanına ölen karısının başucunda söylettiği gibi: “İşte bir hedef ki saatte 60 dakika gibi dehşetli bir süratle buna doğru koşuyoruz…” Ayşeciğim saatte 60 dakikalık bu sürat, geçtiğimiz yolun etrafını üstünkörü olsun görmeye bile kifayet etmez (yetmez), kaldı ki bir iş yapmak, bir eser bırakmak…
Hayattan hususi bir zarar görmeyenlerin ve kendini orta uydurabilenlerin yapacakları en akıllıca hareket yaşamak, nasıl olursa olsun yaşamaktır, zevkli olduğunu zannettikleri her şeyi yaparak yaşamak. Fakat benim gibi hayatta hiçbir şeyin zevkli olamayacağına bir kere kanaat getirmiş olanların yaşayışları bir tesadüftür ve yine bir tesadüf onları hayattan kolaylıkla ayırabilir. Ne yapayım, benim yaradılışım böyle imiş, yoksa kendisini beş on gün sonra unutabileceğime emin olduğum herhangi bir insanın beni böyle düşündüremeyeceği aşikârdır.
Şimdilik tanıdıklara, bilhas sa Faik’e (Dranas), Rıza’ya Halide’ye, görürsen Cahide’ye, Enver’e falan selam. Herhalde mektup beklerim ve bekletmemeni ayrıca rica ederim. Gözlerinden öperim kardeşim.
Sabahattin Ali
Manen ne halde olduğumu tahmin edebilirsin, tam bir sene hapishanede yaşamak, arkadaşların yardımıyla karnım doyurmak ve çıktıktan sonra ne olacağını bilmemek…
8 OCAK 1933/KONYA
365 gün hapishanede yaşayacağım; ya sonra?
İki gözüm Ayşe,
Dün Asliye Ceza Mahkemesi’nde tam bir seneye mahkûm edildim. Darısı dostlar başına kolay hazmedilir şeylerden değil, hele Konya Hapishanesi tahammül edilir gibi değil. Tam 800 mevcut. Benim vaziyetim ve gördüğüm muamele çok istisnai olduğu halde yine üzülüyorum. Bereket Pertev (Boratav) vesair birkaç arkadaş beni bırakmıyorlar. Hele Pertev bugünlerde dehşetli masraflara da girdi ve giriyor. Hükmü temyiz edeceğim, netice ne olacak bilmem. Manen ne halde olduğumu tasavvur edebilirsin, tam bir sene, tam 365 gün hapishanede yaşamak, arkadaşların yardımıyla karnını doyurma ve çıktıktan sonra ne olacağını bilmemek… İşin asıl feci tarafı: Annem ile kızkardeşimi buraya getirtmiştim, dört gün kadar bir otelde beraber kaldık ve beşinci günü ben tevkif edildim. Onları şimdi tekrar Edremit’e, geldikleri yere gönderiyorlar. Dün yanıma geldiler, ikisi de ağlarlar… Beni bile ağlattılar, hele kardeşim, daha 10 yaşında olduğu halde herşeyi anlıyor, “beni gönderme, ben senin yanında kalayım, isterse hapishane olsun, ben senden ayrılmam!” diye tutturdu, susturuncaya kadar çektiğimi Allah bilir.
Mamafih ben kendime göre bir hayat felsefesine sahip olduğum için vaziyetime alışacağımı zannediyorum, fakat onlar, o zavallılar ne yapacaklar, bu cihet beni oldukça müteessir ediyor.
Sana geçenlerde bir mektup yazmıştım, niçin cevap vermedin? Enver Avrupa’ya gitmiş, haberin var mı, Pertev’e gelen bir kartta bana mektup yazacağını söylüyor, nereden aklına esti bilmem, ihtimal başıma gelenleri duymuştur ve beni teselli edecektir. Ne diyelim, Allah gönlüne göre versin.
…Benim “Esirler” piyesi bitti, oldukça da güzel oldu, temize çekince sana gönderirim, bir hayli de talimat veririm, Nâzım‘a (Hikmet) götürürsün.
Yeni yazılar yazdığım yok, yazacak halde de değilim. Senden ve diğer dostlardan mektup beklerim, mektupları Pertev vasıtasıyla gönderin. Şimdilik gözlerinden öperim kardeşim, ablana ve kardeşine selam.
Sabahattin Ali
Düşün ki burada geçen 24 saatin hepsi uyku saatleri de dahil, envai türlü azap ve dargınlıkla doludur. Hür olanlar, hür olmayanların neler duyabileceklerini tasavvur edemezler.
21 NİSAN 1933/KONYA
Bazen insan kendini unutur gibi oluyor
Ayşe
Vaadine rağmen hâlâ mektup yazmadın. Vallahi çok ayıp ediyorsun, ben oturup destan gibi mektuplar yazayım sen cevap verme!..
Benim cezamı Temyiz Mahkemesi tasdik etti. Bir sene yatacak gibiyim. Dört ayı gitti, sekiz ayı kaldı demektir. Bu da geçer. Ben mütehammil (tahammüllü) adamımdır. Hele çaresi olmayan şeylere pek tahammül ederim. Yalnız sizin gibi pek beğendiğim birkaç kişi en lazım olan zamanda beni yalnız bırakmasalar…
Ne yazayım, sen sorsan ben cevap verirdim, fakat şimdi kendiliğimden yazacağım şeylerin hepsi soğuk ve manasız olacak. Bilhassa benim içim bu günler sizlerin pek de aşina olmadığınız bir takım hislerle dolu … Günlerce ölüm düşüncesiyle baş başa oturmak nedir bilir misin?
Yeis (keder), tereddüt, imkânsızlık karşısında gebermeyi nasıl istediğimi tasavvur edebilir misin?
Düşün ki burada geçen 24 saatin hepsi uyku saatleri de dahil, envai türlü azap ve iğbirarla (dargınlıkla) doludur.
Yapılan edepsizliklere mukabele edememek, bir budala, cahil, eşek karakol kumandanının, bir namussuz mütdde-i umuminin (savcının) esiri olduğunu bilmek kolay şey mi?..
Bazen insanın kendini unutur gibi olduğu saatler de oluyor. Ama çok kısa… Hür olanlar hür olmayanların neler duyabileceklerini tasavvur bile edemezler. Hads (sezgi) ile yapılan bütün izahlar ve tahminler yanlıştır.
Sakın bu sözlerden beni itidalini (ölçüsünü) kaybetmiş falan zannetme, burada olsan sen de bir şey farketmezsin, hiçbir şey belli etmiyorum. Sana yazdıklarım kendimden maada (başka) kimsenin bilmediği şeylerdir.
Kendimden bahsetmemek istediğim halde bir hayli soğukluklar daha yazdım. Niçin cevap yazmıyorsun Ayşe, vallahi çok darılıyorum. Sana gücenmek istemem fakat ne yapayım elimde değil, bazen Pertev.’e (Bora ta v) “ mektup var mı?” deyip hayır cevabı alınca o kadar müteessir oluyorum ki… Bari Ayşe başkaları gibi olmasa diyorum. Halbuki bu başkalarından hiç olmazsa ayda bir şey çıkıyor, senden o da yok.
…Neyse, tanıdıklara selam.
Sabahattin Ali
(Yeni harflerle imza attığı ilk mektup)
Dünyaya herkes mukadder bir vazifeyi ifa için gelirmiş, ben de âşık olmak için gelmişim. Bereket ki boylu poslu, yakışıklı bir delikanlı değilim. O zaman böyle kendi kendime tutuşm akla kalmaz, mukabele falan da görür, işi gücü maceralara hasrederdik; şimdi ise kendi kendimize gelin güvey olurken yazı falan yazacak zamanımız oluyor.
TARİHSİZ
Aşk bazılarını ölünceye kadar terk etmez
İki gözüm Ayşe,
Utandıma siyaseti takip etmek istediğimden falan değil, fakat senin cevabını tacil etmek için (çabuklaştırmak) derhal cevap vermek istedim, buna rağmen görüyorsun ki 10 gün kadar geç kaldım. Sebebi basit, benim her zamanki hastalığım: Yine âşıkım. Ah Ayşe, vallahi artık ben de şaşırdım, 15-16 yaşımdan beri şöyle bir haftacık olsun âşık olmadan durduğumu hatırlamıyorum. Metemadiyen, bilafasıla (aralıksız) ve şiddetle âşıktım. Zannetme ki öyle üstünkörü şeylere aşk ismini veriyorum, benimkilerin herbiri ateşlilikle Verter’i, bakirlikte Romeo’yu geride bırakacak şeyler; işin tuhafı her seferinde ilk defa âşık oluyormuşum gibi bilmediğim heyecanlara ve ihtisaslara (duyarlılıklara) düşmemdir. Bu ihtimal her aşkımın nevi ve şekil itibariyle diğerinden çok farklı olmasındandır. Galiba evvelce de söylemiştim, bende aşk mıknatisiyet (çekim) gibi bir şey, daima mevcut, yalnız mıknatısa yapışan cisimler değişiyor. Bütün bu alakalarım ciddiyetini ve alalade bir heves olmadığın, her maşukamla (âşık olunan kişi) hayatımı birleştirmek arzusunda bulunmaklığım ispat eder.
Dünyaya herkes mukadder bir vazifeyi ifa için gelirmiş, ben de zannediyorum ki sadece âşık olmak, zaman, mekân ve imkân düşünmeden âşık olmak için gelmişim, bereket ki boylu poslu yakışıklı bir delikanlı değilim, o zaman böyle kendi kendime tutuşmakla kalmaz, mukabele (karşılık) falan da görür, işi gücü maceralara hasrederdik; şimdi ise kendi kendimize gelin güvey olurken başka bir takım işler çıkacak, yazı falan yazacak zamanımız oluyor. Ve aşktan yani âşıklığımdan icap ettiği tarzda istifade edemediğim için onu icap etmeyen şekillerde kullanıyor, yani içimde taşıdığım bu heyecandan bazen şekil, bazen mahiyetini değiştirerek yazılarımın mevzu ve hareketlerini çıkarıyorum.
Zaten cinsi hissiyatın tezahürü olan bir nevi “istek” bertaraf edilirse, aşk bazı insanlarla beraber doğan, onları ölünceye kadar terketmeyen bir histir.
Hayatta bu nevi aşktan zerre kadar nasibini olmayanlara tesadüf ettim, fakat sebebi vücutlarının (varoluş nedenlerinin) aşk olduğunu zannettirecek kadar bununla memlu (dolu) insanlar da bilirim. Sanat heyecanı falan dediğmiz hep budur, bunun tahavvülat ve istihalatır (değişiklikleridir), fakat Freud’un dediği gibi cinsiyetle alakası olan, ondan doğan bir şe değil, onunla uzaktan bile alakadar olmayan bir şey, hatta cinsi hislerin müdahalesinde derhal ölen, asaletini kaybeden bir şey.
Size yeni sevgilimi nasıl tarif edeyim? Güzel mi, bilmem, bence dünyada sevilmeye layık olan mahlûkların yegânesi. O kendisini ne kadar sevdiğimi, hatta yalnız sevdiğimi bile bilmediği halde ben onun için her şeyimi, herhangi bir uzvumu feda edebilirim. Size bugünlerde bir resmini yollayacağım, kendiniz hükmünüzü veriniz.
…Selamlar iki gözüm.
Sabahattin Ali