“Sanat” kelimesi, içi birçok kelimeyle doldurulabilecek geniş bir kavram. Özellikle bizim topraklarımızda bu kavrama dair söylenecek, bu kavramın gelişimini anlatacak milyonlarca örnek var. Sizlerle ilk olarak müzik dalında gelişimimizi anlatan değerli bir olayı paylaşmak istiyorum.
Türk toprakları içerisinde bestelenen ilk Türk operası bizzat Atatürk’ün emriyle bestelenmiştir. Ahmet Adnan Saygun, Atatürk’ün emriyle ‘Özsoy Operası’nı bestelemiştir. Atatürk’ün bu operayı isteme nedeni de bir hayli ilginçtir. Türkiye’ye İran Şahı Rıza Şah Pehlevi’nin geleceği kesinleşince Atatürk, Münir Hayri Egeli’yi yanına çağırmış ve İran Şahı onuruna bir gece hazırlanmasını istemiştir. Pek tabii başka birçok etkinlikle doldurulacak bu davet, Atatürk’ün Türk sanatında hissettiği büyük bir eksikliği ortadan kaldırma sebebine dönüşmüştür. Münir Hayri Egeli’ye Atatürk bizzat temayı vermiştir ve bu isteğini kimin yerine getirebileceğini sormuştur. Egeli, operayı besteleme görevine henüz yirmi yedi yaşında olan Ahmet Adnan Saygun’u tavsiye etmiştir. Saygun harikalar yaratarak bu eserini çok kısa bir sürede, yaklaşık iki ayda bitirmiştir. Üstelik Atatürk bu provalara da bizzat katılmayı ihmal etmemiştir. Her provanın sonunda sanatçıları alkışlamış, “Okay Okay!” diye adeta haykırarak mutluluğunu ortaya koymuştur. Bir gün sanatçılardan biri tüm cesaretini toplayarak ”Paşam, sanat bilginiz oldukça yüksek ancak İngilizceniz için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.” der. Paşa nedenini sorar. “Paşam okay değil, okey. Telaffuzunuz yanlış, der.” Atatürk gülümseyerek ”Okay öz Türkçe bir kelimedir. Okun yaydan çıktığı ve hedefi vurduğu anı anlatır. Sizin yaptığınız iş de hedefi tam on ikiden vurmaktadır.” der.
Görüldüğü gibi Atatürk, başarılı bir devlet adamı olmasının yanında sanatı seven, gelişmesi için çabalayan, insanların kendisini eleştirmesine fırsat veren, hoşgörü sahibi ve üstelik dilimizi de çok iyi bilen biridir. Bütün bu vasıfları onu bizim için unutulmaz kılmaktadır.
Nitekim İran Şahı da onuruna verilen bu davetten oldukça memnun kalmıştır. Ankara Halkevi’nde ilk kez sergilenen ‘Özsoy Operası’ dakikalarca ayakta alkışlanmıştır. Defalarca ‘Bis’ yapmıştır.
Özsoy Destanı
3 Perde 12 Tablo
Yazan ve Sahneye Koyan: Münir Hayri Egeli
Besteleyen ve Orkestra Şefi: Ahmet Adnan Saygun
Orkestra: İstanbul Konservatuvarı yaylı sazlar heyetiyle Riyaseti Cümhur Bando Heyeti
Dans ve Korografi : Selma ve Azade Selim
Dekor ve kostümler : Hami Mahmut – Galip
Koro İdaresi : Muallim Halil Bedi, Mediha Adnan
Koro: Ankara Kız lisesi, Ankara Kız Ortamektebi, Ankara Beden Terbiyesi Enstitüsü talebesi
Konduit: Şevket
Suflör: Enver Necip
Rol Bölümü
Ozan: Hamdi Selçuk
Baş Şaman: Salih Bey
Köse Ağa: Salih Bey
Birinci Bey: Fethi Bey Züppe
İkinci Bey: Kemal Bey
Bir Zabit
Kaymakam Felekler: Nigar Hanım, Muhsine Hanım, Muazzez Hanım, Yıldız Hanım, Nüzhet Hanım, Nimet Hanım
Feridun: Gazi Terbiye Enstitüsü Muallimlerinden Nurullah Şevket Bey
Ses :Gazi Terbiye Enstitüsü Muallimlerinden Nurullah Şevket Bey
Hantun(UluAnne): Konservatuvar Muallimlerinden Nimet Vahit Hanım
Ahriman: Süleyman Bey
Ayşım: İstanbul Konservatuvarı Talebelerinden Semiha Hanım
Mehmet: Gazi Terbiye Enstitüsü Muallimlerinden Ö.C.Bey
Bir Köylü: Bedri Bey
Sarıklı: Bedri Bey
Politikacı: Hayati
Tembel
Sefih
Bedbin: Semiha Hanım
Danslar: Selma ve Azade hanımların idaresinde Kız Lisesi ve Orta mektebi talebelerinden Perran, Leyla, Vesamet, Belkıs, Nedret, Enise, Melahat hanımlar
Perde açıldıktan sonra sahnedeki ozan, Türklüğü öven destanını anlatmaya başlar. Dinleyiciler için kırk bin yıl evvelki Feridun’un ülkesini hayal ettirecek tasvirlerde bulunur. Bu bölümde aslen Atatürk’ün ulus, din, devlet konularındaki görüşlerine ışık tutulmaktadır. Ozanın sesine arp eşlik eder.
“Ben ne puta tutkunum, ne de yâra vurgunum,
Elimde destanımla yalnız hakka bakarım.
Doğruyu anlatırım, gönüllere akarım.
Gönlü açık olanlar elbet beni severler.”
Bu dizelerde ozan Asya Türklerinin eski inancı Şamanlıktan İslâma geçişi anlatmaktadır. Ardından tasavvuf felsefesinin büyük ozanı Yunus Emre ile bir bağlantı kurulmaktadır.
Bu bölümün devamında milletimizin kültür yapısını oluştururken kaynakların, Batıdan veya Doğudan değil, kendi tarihimizden alınması gerekliliği vurgulanmaktadır:
“Ben, ne Homeros gibi; hayali yavuzlar,
Tanrılarla sevişen kızcağızları anlatmaktan hoşlanır.
Ne de eski Fin’lerin Kalavala’sı gibi, insanlarla cinlerin,
Döğüşünü süslerim hayal enginlerinde
Ben Firdevsi değilim,
Kendi dar anlayışımdan, güzel renkli savaşlar yaratıp,
İninde uyuyan aslanları kamçılamam.
Ben vatan yavuklusu ozanım,
Öz tarihi söylerim, olmuşu iletirim,
İşte böyle beylerim.”
Atatürk’ün görüşleri doğrultusunda yazılan bu satırlarda toplumun ilerlemesi için başvuracağı kaynakların, kendi geçmişinde var olduğu ve bu geçmişten hareket edilmesi gerekliliğine işaret edilmektedir:
“Tarih diyor ki bize,
Uygarlıklar ırmağı brakisefal soyda buldu, özlü kaynağı,
Bu soy, Asya’dan çıktı, dört bir yana dağıldı,
Bu tarih, yükselişin, başlangıcı sayıldı,
Avrupa, Anadolu, İran, ve orta yayla uygarlığa girdi,
Bakın, bu büyük soyla zaman durur mu?
Sakın zaman durur sanma, duran düşer
İlerden başkasına inanma.”
Bu satırlarda dağılmış Türk boylarını bir araya toplamayı başaran Hakan Feridun’un temsil ettiği kişilik ile dağılmış Osmanlı İmparatorluğunu yeni bir ulusta birleştiren Atatürk özdeşleştirmiştir. Bu özdeşleştirmeyi sağlayan ortak değerlere Hakan Feridun, iki oğlunun dünyaya gelişinin kutlandığı gece, yapılan dualarda yer verilmiştir.
Hakan’ın yaveri yurdun dört bir yanından gelen beylere seslenmektedir.
Hakan’ın Yaveri:
“Dört yanın, doğunun, batının, gün ortasının ve Kara Yurdun beyleri. Bu mavi gecede Ulu Hakan Feridun’un Çağırışına kulak verdiniz ve buraya toplandınız.”
Beylerin konuşmasından sonra bir asker, Hakan Feridun’un gelmekte olduğunu müjdelemektedir. Hakan Feridun koronun coşkuyla seslendirdiği partisyonla içeri girer :
KORO:
“Yaşa yaşa Feridun sen başımızda var ol.
Sana mutlu dilekler getirdi bu örük kul.”
Doğum için gelen beyleri selâmlar ve aryasını söylemeye başlar :
“Derin göklerden akan yüce yavuz kartallar.
Sizi seçtiğiniz bey öz yürekten selamlar.
Atılınca karayı silecek gibi hırçın.
Kanadınızla siz en varılmaz en yalçın.
Kayaları yıkarak nur saçan beylersiniz.
Ününüz yüce olsun. Yurduma hoş geldiniz”
KORO:
“Yaşa yaşa Feridun sen başımızda var ol.
Sana mutlu dilekler getirdi bu örük kul”
HAKAN FERİDUN:
“Size şölen hazırdır. Kurbanlar sizi bekler.
Bu saadetli günde nur getirdiniz beyler.
Hep kollar göğe kalksın yere kapansın dizler.
Benimle bir oldunuz dua ettiniz sizler.”
KORO:
“Hep kollar göğe kalksın yere kapansın dizler.
Sizinle bir olalım dua edelim bizler.”
Hakan Feridun koro ile birlikte aşağıdaki, Tanrı’ya yakarışını içeren tiradı söylemeye başlar:
“Tanrım, bu güzel geceyi,
En güzel umutlarla doldur, nurunla doldur.
Sen ey ışık kaynağı.
Dileklerin yapıcısı.
Umutlarını sana bağlayanların, koruyucusu.
Ulu Tanrı
Yüce Tanrı
Çok cahiller, seni gökte arar, yerde ister.
Sen inananların gönlündesin.
Ulusumuzu daima aydın ufuklara yönelt tanrım.”
Tanrı’ya bu yakarıştan sonra, bir haberci tarafından Feridun’a müjdeli haber iletilir ve Hakan’ın ikiz çocukları olduğu haberi verilir. Hakan Feridun’un ikiz oğulları, Tur ve İraç’ın temsil ettiği “Özsoy”, Türk ve İran halkının kardeşliğini temsil etmektedir. Feridun’un hanımı Hatun’un iki yavrusuyla gelmekte olduğu haberi gelir. Koronun Hatun’a seslenişi duyulur.
KORO:
“Selam senindir hatun, senindir ayla güneş.
Bu ikiz tosunla sen sayılırsın göğe eş.”
Koro karşılama seramonisini bitirdikten sonra Hatun ile Hakan Feridun arasında duygusal bir düet başlar:
HATUN:
“Yurda armağan olsun hakanım bu çifte kurt.
Şayet bir gün görürse kara gün bu güzel yurt.
Biri arslan biri kurt olarak saldırsınlar.
Yeryüzünden kötülüğün kökünü kaldırsınlar.
Kadına annelik vatan severliktir bey”
HAKAN FERİDUN:
“Kadın anne olunca feleğin ömrü uzar.
Yerler göğe yaklaşır.
Nurlar gözleri sular.
Bugün senin ününü haykırmak istiyorum.”
Hakan Feridun’un talimatıyla hazırlanan şölende yeni doğan çocuklara, kaderleri için dileklerde bulunan “felekler”, bu kardeşliği dile getirir.
2. Felek : – Bu yavrular ve onların özsoyu çoğalsın, boyları en eşşiz yurdu bulsun, yer yüzünün en güzel yurduna sahip olsun.
3. Felek : – Her ne vakit el ele verip tutuşsalar, yeryüzü ışık dolsun sulh, bereket ondan doğsun.
4. Felek : – Bu çocukların, çağlar boyu sürüp gidecek soyları, hiçbir zaman unutmasınlar, kardeş olduklarını ve her zaman, yüz yılların gerisinde kalacak olan bu anı hatırlasınlar.
6. Felek : – Bu çocuklar yaşlanacaklar elbet. Ancak ne zaman soyları, derin derin üzerlerine çökecek, karanlık bulutlardan sıyrılır ve yeni bir nur başlarsa, bunlar kaybedecek aksakallarını, yeniden genç olacaklar ve böylece kaderleri, soylarının yenilmez bahtına bağlanacak.
Bu satırlar, Atatürk’ün kurmaya çalıştığı İran’la dostluğa verdiği önemi vurgulamaktadır. Final bölümü Hakan Feridun’un çocuklarına isimlerini koyduğu bölümdür:
“Sen ey nur topu çocuk,
Senin adın Tur olsun.
Kutlu rengin mavi, esin ay,
Yoldaşın kurt olsun.
Sen ey sevgili çocuk,
Senin de adın Iraç olsun.
Nurun Yeşilden çıksın, güneş seninle parlasın,
Yoldaşın arslan olsun.
Ve her ikiniz de, cesaretin, erliğin rengi olan, al ile, paklığın rengi, beyaza birlikte sarılın.”
Feridun, İraç adını koyduğu oğluna, “Nurun yeşilde çıksın, güneş seninle parlasın, yoldaşın aslan olsun.” derken, İran’ın ortak manevî değerlerini ortaya koyarak bayraklarındaki sembolleri anlatmaktadır. Feridun oğullarını; cesaretin, erliğin, temizliğin sembolü olan Türk bayrağında birleşmeye çağırmaktadır.
Son bölümde duyulan gök gürültüsü, orkestranın kasvetli akorları ile birleşince dinleyicide tedirgin bir ruh yaratmaktadır. Hatun, iki çocuğuyla birlikte kendisini Ahriman ile karşı karşıya bulunca büyük bir panik yaşar. Ahriman bu büyük şölene çağırılmadığı için çok sinirlenmiştir. Orkestranın panik hissi veren tınısı içinde Hatun, Ahriman’ın kendisinden ne istediğini sorduğunda büyük bir korkuya kapılacağı cevabı işitir. Ahriman, Hatun’un çocukları için geldiğini söyler. Hatun ise bir anne şefkatiyle Ahriman’a çocuklarını öldürüp öldürmeyeceğini sorar. Ahriman buna gücünün yetmeyeceğini ancak bu iki genci, soyları arasında meçhul kalmaya mahkum edeceğini söyler.
“Bu iki bebek el ele verecek ve dünya bundan ışık bulacak.” der. Hatun bu kötülükleri yapmaması için Ahriman’a yalvarır. Ahriman bunu reddeder. Hatun Tanrı’ya yalvarmaya başlar ve bu yakarışlar sonrasında bir ses işitilir:
KORO:
“Hatun üzülme sakın.
Annelik safası dert.
Bazı cilvesi onun görünürse bile sert.
Annenin sesi gök kubbede cevap bulur.
Annenin dilediği ne ise öyle olur.”
Bu sözlerin ardından şu ses işitilir:
”Hatun merak etme sakın. Ahrimanın dilediği ancak üç defa yerini bulabilir. Senin yavruların bir dördüncü defa el ele verirlerse bir gün Ahriman çatlayacak yer yüzü nur dolacak…”
Bu sözlerin ardından perde iner.
Sonuç olarak ‘Feridun’ ile insanlar yeniden bir ışığa yani ‘lidere’ kavuşmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk, her anlamda önder olduğunu bizzat emriyle hazırlanan bu operayla bir kez daha ortaya koymuştur. Bir devlet adamının, diğer bir ülkenin devlet adamına uzattığı en güzel zeytin dalıdır sanat.