Arşiv Odası’nın altıncı kaydında Haldun Taner bizlere Halit Ziya’yı ve sanatını aktarıyor. Usta bir yazarın dilinden bir başka usta kalemi dinlemek gibisi yok galiba. Yazı ilk defa 1985 yılında Milliyet gazetesindeki Devekuşuna Mektuplar köşesinde yayımlanıyor.
İyi okumalar.
BİR USTA ROMANCI
Politika ortada oynanan bir oyundur. Politikacılar hep projektör altında, göz önünde insanlardır.
Giyim kuşamlarına, dış görünümlerine, özen göstermelerini doğal karşılarız. Kitleyi, kalabalığı, seçmeni etkileyici görünümle de avlamak, ya da elde tutmak mes leklerinin icabıdır. Düşün adamları, sanatçılar böyle tezgâhtarlığa pek tenezzül etmezler. Oldukları gibi görünmekten çekinmezler. Dış görünüm ve poz yerine eserlerinin, fikirlerinin içeriğinden oluşan manevi karizmaları ile yetinmeyi yeğ görürler. Bu, elbet onların şanına daha yaraşır. Ama bu demek değildir ki, avantajlı bir imaj o alanda da sahibine yararlı olmaz.
Halit Ziya Uşaklıgil, işte böyle kalıp kıyafeti bakımın dan da adının başına ille bir üstat sıfatı kondurmadan ede mediğimiz saygın görünüm sahibi ediplerimizden biridir. Orda burda çıkan resimleri de Batı’nın durmuş oturmuş usta ediplerini andırır. Ya, elinde eldivenler, gül dallarının kuru yapraklarını ayıklıyordur, ya bahçesindeki hasır bir koltuğa yaslanmış, bir kitap okuyordur, ya da sedef kakmalı küçük bir masada bir şeyler not ediyordur. O dönemin edebiyatında belli başlı iki “grand seigneur” vardır. Şiirde monokllu, büyükelçi tavırlı Abdülhak Hamit, romanda beyaz bıyıklı, vakur bakışlı Halit Ziya.
Bizde yeni sayılan ve bu laf bocalamasından çıkamayan, yüzeyde anlatılar halkasını pek aşamayan roman türüne, Mai ve Siyah’la, Aşk-ı Memnu ile, Kırık Hayatlar’la derli toplu, tahlil ve tasvirli, sağlam kurgulu ilk örnekleri o vermişti. Vaka icadı, şahıs yaratma, kişilerin iç-düşünceleriyle özdeşleşme, ruh çözümlemelerine eğilme gibi roman sanatının belli niteliklerini Türk okuyucusu ilkin onun eserlerinde öğrendi denebilir. Tevfik Fikret nasıl Servet-i Fünun edebiyatının şiirdeki simgesi ise, Halit Ziya da nesirdeki simgesidir. Dilinin ağdalı ve terkipli oluşunu zaman onun yüzüne vurmadan önce, “bu müzeyyen üslûb”, o devrin gustosunda ayrı bir meziyet gibi alkışlanıyordu. Teknik bakımdan Balzac’ın, Paul Bourget’nin etkisi aşikârdır. Goncourt kardeşlerin yazım metotlarını benimsediği anlaşılır. Genel olarak bildiği çevreleri ve kendi dalga uzunluğundaki aydın tipleri çizer. Aslında bunların o zamanın aydın okuyucuları ile pek ortak yanı yoktur. Bu romanlarda aşk, bireysel mutluluk ve mutsuzluklar toplum kökeninden âdeta soyutlanmış gibi işlenir.
Hali Ziya Uşaklıgil, hikâyeler de yazmıştır. Romanları aydınlar arasında geçerken, küçük hikâyelerin kahramanları, nedense, hep küçük insanlar olmuştur. Bir ahretlik kız, bir bahçıvan, emektar bir halayık, vb… Bunlarda da üstadın bakış açısı, tuzu kuru platonik bir sevecenlikten öteye pek gitmez.
Halit Ziya Uşaklıgil, Cumhuriyet’ten sonra Yeşilköy’deki köşküne çekilmişti. Arada gazetelere yazılar yolluyor ve anılarını yazıyordu. “Kırk Yıl” , “Saray ve Ötesi”, “ Bir Acı Hikâye” adını taşıyan anı kitapları ayrıntılı gözlemler, ince tahlillerle doludur.
Ben kendisini bir kere görmek fırsatını buldum. 1932’de idi. Öğrenci Cemiyeti Başkanı olan Cihat Baban, onu bir sohbet konuşması için Galatasaray’a davet etmişti. Hava güzel olduğu için, bahçeden toplayabildiğimiz on, on iki kişi ile karşısına oturmuştuk. Bize, büyüklerle eş değer muamele eden bu nazik adam, “Ne konuşmamı istersiniz?” diye sordu. Nutkumuz tutulmuştu. Necdet Sander —ki okulun edebiyatçısı sayılırdı— “Tenkitten bahis buyursanız” dedi. Üstat tenkit üzerine konuştu. Bir cümlesi hâlâ hatırımda. “Usta sihirbazın parmak uçları o kadar hassastır ki, bir iskambil kağıdını tersinden tutup öndeki resimlere el değdirir değdirmez kupa sekizlisi yahut maça ikilisi diye teşhis eder, İşte işinin ehli münekkit de böyledir.” demişti. “Eline aldığı eserin bir sahifesini okumakla mahiyetini teşhis eder, notunu verir.”
Bakın, ölümünün üstünden kırk yıl geçmiş. Halit Ziya Uşaklıgil, sosyal boyuttan yoksun da olsalar, unutulmaz kahramanlar çizmiş, Türk romanına yapı bakımından bir merhale katettirmiş ve Yakup Kadri’lere, Ahmet Hamdi’lere, Kemal Tahir’lere yol açmış bir usta idi. Kırkıncı ölüm yılında kendisini saygıyla anarız.