Sabahattin Ali’nin Ayşe Sıtkı’ya yazdığı mektupları yayımlamaya devam ediyoruz. 1933 yılında Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle 1 sene hapse mahkum edilen Sabahhattin Ali, bu olayı mektuplarında anlatıyor.
İyi okumalar diliyoruz.
Kalemimdeki son yeşil mürekkebi sana yazacağım bir mektuba hasretmek istedim, sen galiba bu renkten hoşlandığını söylemiştin.
28 NİSAN 1933/KONYA
Yeşil biterken
Ayşe
Kalemimdeki yeşil mürekkep bitmek üzeredir. Pertev’e gidip almasını söyledim, hiçbir yerde bulamamış ve mor mürekkep almış. Yani bundan sonra bu çok sevdiğim renkle yazamayacağım, hiç olmazsa uzun bir müddet… İşte bunun için kalemimdeki son yeşil mürekkebi sana yazacağım bir mektuba hasretmek (ayırmak) istedim, sen galiba bu renkten hoşlandığını söylemiştin.
Cezam tasdik edildikten sonra, hapislik bana daha çok dokunmaya başladı. Beni asıl düşündüren çıktıktan sonra karşılaşmaya mecbur olduğum müşkülattır. Çünkü ben ne bir gazetede eşek bir tahrir müdürünün (yazı işleri müdürünün), ne bir yazıhane daha eşek bir amirin kumandası altına girebilirim. Mümkün olursa, yani mani olmazlarsa ecnebi memleketlerden birine gideceğim, daha doğrusu birçok ecnebi memleketi gezeceğim. Bir meteliksiz bu kabil seyahatleri yapabilmek usullerine aşinayım.
Veyahut bir iki sene eşe dosta balta olup vakit geçireceğim. Bereket Anadolu’nun muhtelif semtlerinde ehibba (ahbaplar) ve akraba çok. O zamana kadar sen de mezun olursun, iki üç ay da sana misafir olurum. Beni beslersin olmaz mı?..
Daha o zamanlara vakit var. Asıl meselenin mühümmi sekiz ayı geçirebilmek… Bak, kışı burada yaptım, bahar geçip gitmek üzere… Yaz da geçecek, sonbahar ve sonra tekrar kış gelecek ve ben 22 kânunuevvel (aralık) cuma günü tahliye edileceğim. Geçer mi bu günler?..
Burası herkesin tahmin ettiği kadar sıkıcı yeknesak (tekdüze) değil, yevmi (günlük) hayatı daima dalgalandıran dedikodular ve münasebetsizlikler dışarıdan daha çok. Kederli ve neşeli günler ve saatler burada da var. Bazı sabahlar kalkınca göğsümü geniş ve içimi hafif buluyorum. Bazen de bunun aksi oluyor… Yani aynen dışarıdaki hayat… Yalnız muayyen farklarla…
Bütün lakırdı hazinenizi evlendiğiniz zaman kocanızın başının etini yemeye mi saklarsınız anlamam!.. Yazacak şey mi yok, mesela şu Bulgar mezarlığı meselesi… Aman allahım, ne soğuk, ne eşekçe bir nümayiş (gösteri)! Bulgar mezarlarına çiçek konmuş. Ööööö… Daha bile aşağı… Ben Darülfünun’da olsam ya Talebe Birliği Reisi’ni döverdim, yahut da bu kahramanlığı gözüme kestiremezsem Dalrülfünun’u terkederdim. ‘Bulgaristan’daki ölülere yapılan hakareti hazmedemeyen bu hayvanlara Türkiye’deki dirilere yapılan hakaret ve işkenceleri nasıl hazmedemiyorlar?‘ Bütün dünyada hukuku müdafaa edilecek Razgrad ölülerinden başka kimse kalmadı mı?.. Anaları ağlayan milyonları hiç düşünen, bunlar için nümayiş yapan yok. Ruhi sefalet, gösterişçilik, dalkavukluk, bayağılık itibariyle bunların kâbına (düzeyine) erişecek bir sınıf daha bulamayız.
Sabahattin Ali
Geçen sene mayısta falanca yerde Gazi’ye hakaret eden bir şiiri falan yerde okumuştu dediler. Adli evreler lehimde olduğu halde savcı yaranmak için mahkûmiyetimi talep etti, hâkim de korktuğu için mâhkum etti.
TARİHSİZ (28 NİSAN 1933’TEN ÖNCE)
Hâkim korktu, mahkûm etti
İki Gözüm Ayşe,
Burada nasıl vakit geçirdiğimi birkaç yerde soruyorsun… Burada da yaşanıyor Ayşe… İnsan her yerde yaşıyor. Gündüzleri bahçede dolaşıyor, düşünüyor, diğer mahpuslarla kaba şakalar yapıyorum. Geceleri kitap okuyorum. Bazen diğer mahpusların yanına gidiyorum (ben tek odada sergardiyan ile yatıyorum) onlarla konuşuyor, daha ziyade onları dinliyorum. Mesele bir Cavit Bey var; bacanağını öldürmüş, 15 seneye mahkûm. Yedi-sekiz senedir yatıyor. Havza’da, Adapazarı’nda muhasebe-i hususiye müdürlüğü vesaire yapmış. Hapishanede kendisini tamamen mistisizme vermiş. Namazını kaçırmıyor, Mevabih-i Ledüniyye, Tefsir-i Tebyan, Mehmet Hanefi Cengi gibi kitaplar okuyor, Kuranı Kerim’in “felsefiyat kısmından” bahsetmeyi çok seviyor. Bana yalnız kaldığımız zamanlar yavaş bir sesle ve ağır ağır rüyalarından, uyanıkken bazen gözlerinin önünde peyda oluveren parlak ve derin nur uçurumlarından, birçok tezahürattan (görüntülerden) bahseder. Geçen gün kendisiyle beraber eski ve yaprakları sararmış bir kitaptan kıyametin alamet-i suğra ve alameti kübralarını (küçük ve büyük belirtilerini) okuduk.
…Tuz inhisarından (tekelinden) “31” bin lira alıp ertesi gün polislere teslim eden fakat bu 24 saatlik hammalık içi beş seneye mahkûm olan bir veznedar hafız var. O daha çok dindar ve daha az mistik… Cavit Bey gibi pek derinlere gidemiyor. Akşama kadar manasını anlamadan Kuran okumak bazı gecelerde Mevlit okumakla iktifa (yetinmek) ediyor. Burada okunan Mevlit ve bunun dinleyenler üzerindeki tesiri başlıbaşına sayfalar doldurabilir. Yalnız şu kadar söyleyeyim ki “dinin -her şeye rağmen- ne kadar kuvvetli ve basit kafalarda yerleşmeye ne kadar elverişli bir şey olduğunu” burada gayet iyi anladım. Din bir kere girdiği kafalardan o kafalar yok olmadan çıkmayan, hatta frengi mikrobu gibi nesilden nesile intikal eden en dehşetli bir afet… Ve asıl dehşeti, cazip taraftarının çok oluşunda… Ben bile mesela bir mevlit dinler veya bir teravihe seyirci olurken muayyen tahassüsün (duygulanmanın) elinden kendimi kurtaramıyorum. muhakkak olan bir nokta daha var: Kendisi kadar kuvvetli ve cazip bir şey vermedikçe dini ortadan kaldırmaya bila kaydü şart (kayıtsız şartsız) imkân yoktur. Ve bugün dinin yerine konulmak istenen her şey daha pek çocuk ve pek az caziptir…
…Benim mesele senin zannettiğin gibi fiyakalı bir zamanımda ağzımdan kaçırdığım sözlerin neticesi değildir. Aramın açıldığı bir iki namussuz başıma bu işi getirdiler. Geçen sene mayısında falanca yerde Gazi’yi ima ve telmihen (onu işaret ederek) tahkiri (hakareti) tazammun eden (içeren) bir şiiri falan yerde okumuştu dediler. Adli safahat (evreler) lehimde olduğu halde müddei umumi (savcı) yaranmak için mahkûmiyetimi talep etti ‘hakim de korktuğu için mahkûm etti.‘ Temyiz davayı aleyhimde naksetti, (geri çevirdi) cezama iki ay daha ilave edildi. Şimdi ’14 aya mahkûmum’ aşağı yukarı üç ayını yattım. 11 ayım kaldı demektir. Elbet biz de çıkarız. Başka kombinezonlar bulup çıkmak ümidi çok kuvvetlidir. Şimdilik bekliyoruz. Harcadığım bu bir seneden ben de memnun değilim. Fakat bu sefer kendimi kabahatli bulacak bir sebep yoktur. Bu meselede düşmanlarım bile hak verdiler.
…
Şimdilik bu kadar. Uzun, mufassal (ayrıntılı), tam beklediğim gibi bir mektup yazacağından eminim. Halide’ye, görürsen Cahit’e (Arf) ve Refika’ya selam. Faik’ten (Dranas) havadis. Buradan Pertev (Boratav) selam eder. Mektup yazacaktı. Belki o da bu mektupla gönderir. Gözlerinden öperim kardeşim.
Sabahattin Ali
Taha Toros Arşivi – Cumhuriyet – 16 Aralık 1990
Yarın: “Aldırma Gönül, Aldırma”