Arşiv Odası’nda İstanbul’un meşhur pastanelerinden Markiz Pastanesi ve onun ayakta kalma hikâyesini Hasan Pulur ele alıyor
Hasan Pulur, Haldun Taner’in 1980 yılında kaleme aldığı “Ar Yılı Değil, Kar Yılı” isimli yazısını hatırlatıyor ve Markiz’in geçmişini bizlere Haldun Taner’in ağzından dinletiyor.
İyi okumalar.
1980’li yıllara girerken “nostalji takılma” kavramı tutku haline gelmemişti; Beyoğlu’nun insanları değişirken, binaları da eski namına ne varsa, sanki sırtımıza yüktü…
Beyoğlu&nun ünlü pastanesi Markiz ve Lebon da elbette bu yıkımdan paylarını alacaklardı, galiba önce Lebon gitti, sırada Markiz vardı…
Markiz’in yeni sahibi, yani pastanenin değil, binanın yeni sahibi yedek parçacıydı, “Eyvah, Markiz gidiyor!” diye feryad edenlerin demek istediklerini aklı hiç almıyordu, “Pasta ile yedek parça arasında ne fark var anlamıyorum?!” diyor ve ekliyordu:
“Şaşırdım kaldım, biz de bu vatanın evladıyız. Herkes bize yükleniyor. Adam memlekette ne kadar yazar çizer varsa üstüme saldı. Sanırsın Markiz pastanesini değil de İstanbul’u yıkıyorum. Üstelik de söz veriyorum, hiçbir şeyi yıkmayacağım. O panolar milyon değerinde. Bu vatanın evladı olarak müsade edin de biz de biraz mal kıymeti bilelim. Fakat bu panoların önünde pasta satılmasıyla, yedek parça satılması arasında ne fark var bir türlü anlamıyorum.“
Geçen gün Richmond Oteli’nin altında, yeniden açılan Lebon Pastanesi’nde otururken otel müdürü Rezan Kulaksız, şimdi kapalı duran Markiz’i aldıklarını, eski haline getireceklerini söyledi, Lebon’la Markiz Beyoğlu’nun tarihindeki yerlerinin yeniden alıyorlar.
Haldun Taner ve Markiz
Bunu duyunca, aklımıza rahmetli Haldun Taner geldi, Markiz’i kurtarmak içi az uğraşmamıştı, keşke yaşasaydı da bu günleri görseydi, diye hüzünlendik…
Kesip sakladıklarımızın arasında, O’nun 20 Ocak 1980’de Milliyet’te “Ar Yılı Değil, Kar Yılı” başlıklı yazısı vardı; şöyle diyordu:
“Eski eserlere saygı yaşla edinilen bir aşama mıdır? Hiç sanmıyorum.
Bu bir görgü ve eğitim işidir. Yaş olsa olsa dünyayı daha bir topluca, daha bir geniş açıdan görmeye yarayabilir ve bu niteliği ile gidenin yanında asıl kalanın, dünyayı dünya uygarlığı uygarlık, tarihi tarih yapanın biraz da tarihi yapıtlar ve anıtlar olduğunu anlamaya yaklaştırabilir.
Geçenlerde benim yaşımda, hem de aydın, hem de sayıp sevdiğim, sağduyu bir dostum, bana takaza etti.
-Ne oluyor yahu, dedi. Bir Markiz’dir tutturmuşsunuz. Orada İbrahim Şinasi Efendi, Namık Kemal, Abdülhak Hamid ya da ne bileyim ben, falan sadrazam, falan Bakan kahve içti, onların değerleri kabaetleri o başka bir deyim kullanıyordu bu iskemlelere onur verdi diye şimdi orası tarihi mi oldu yani? Dün Lebon, bugün Markiz adını taşıyan bu lokal Osmanlı İmparatorluğu’nun yozlaşmış Beyoğlu’sunun son kalıntısı olarak yıkılmış ya da parçacı dükkanı yapılmış kıyamet mi kopar? Varsın olsun. Tasınız mı yok sizin be?
Bu dostum hoyrat mizaçlı, duygusuz biri olsa canım yanmazdı. Bal gibi de duygusaldı. İstanbullu idi . Eskiye karşı vefasız değildi. Bir zamanlar kendisinin ve dostlarının sıkça gittiği Nisuaz’ın yerinin, o kahvenin Avrupa’dakiler gibi atmosferini aynen yansıtan bir müze haline getirilmesi söz konusu olduğunda gözleri parlamış, coşku ile o kahvenin özelliklerinden tatlı tatlı söz etmişti. Demek oluyor ki, insan kendi tarihi kişilik vermekte o kadar hasis davranamıyormuş.
Markiz’in mavolup gitmemesi için uğraşanlar, ne nostaljik bir romantizm itisi ile harekete geçmilrerdi, ne de kimsenin farkına varmadığı değerleri biz değerlendiririz snopluğu içinde idiler. Bunlar, hep uygar büyük kentin onuru olan bu gibi lokallerin yapıtların muhafazasının yine o kentin eski sakinlerine düşen en basit uygarlık borcu olduğuna inanmış ve bundan ötürü uyarı ödevlerini yerine getiren kimselerdi. Paris’de Dome kahvesini, Berlin’de Kempinski’yi parçacı dükkanı yapmaya kalkan olsa, bütün kent bu barbarlığın karşısına dikilir. Başta Belediyesi olmak üzere aydın çevreler, yazarlar, eleştirmenler, sanat kurulları, mimar birlikleri, tarihçiler ve benzerleri kıyameti koparırlar.
Uygarlık Kolay Değil
Eski Beyoğlu’nda şimdi çok şeyin yerinde yeller esiyor. Yanlış söyledik, yeller esmiyor, bibirinden çirkin bloklar yükseliyor. Kala kala bir perapalas kaldı. Atatürk devrinin gözde yazarı Falih Rıfkı üstadımız bile bir tarihte Galatasaray Lisesi’ni yıkıp yerine turistik otel yapmayı salık vermemiş miydi? Hem uygarlık taslama, hem de onun tüm gereklerinin farketmek bizler için galiba her zaman kolay olmuyor.
Eskiden Lebon, kırk yıldan beri de Markiz adı ile Beyoğlu’nun en seçkin pastanesi olan bu lokalden, güzel kızımız Ajda Pekkan’ın bir şarkısında söylediği gibi “Kimler gelmiş kimler geçmiş“tir.
Kimler Geldi, Kimler Geçti?
Mesela ünlü silah tüccarı Sir Bazil Zaharoff’un henüz genç ve uyanık bir çocukken bu lokalin kapısında nöbet tuttuğunu, buraya girip çıkan turistlere sokulup şehri gezdirmek için rehberlik yaptığını ve Kont Orioff adında bir Rus asilzadesinin gözüne girip ondan aldığı yüz alnıtla iş hayatına atıldığını, Vasili Zaharya olan adına da bu tarihten sonra Bazih Zaharoff şeklinde çeki düzen verdiğini, sonunda Kraliyet Canibinden önüne bir de Sir lakabı eklettiğini bilir miydiniz? Eskiler anlatır, ünlü Fransız aktörü Mounet Sully ve eşsiz kadın sanatçı Sarah Bernardt İstanbul&a turneye geldiklerinde buradan çıkmazlarmış. Bu lokalin eski daimi müşterileri içinde Sadramaz Hakkı Paşa, rahmetli Reşad Nuri Drago’nun pederi Nuri Bey (chateauneuf) Abdülhamid’in yaverleri, Hariciye Nazırı Tevfik Paşa, daha sonra İsmet Paşa, Celal Bayar, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü, Fethi Okyar, Şükrü Saraçoğlu, Feridun Cemal, Sadi Irmak gibi devlet adamları, Necmeddin Molla, Necmettin Sahir, Muhittin Üstündağ gibi muteber zevat, Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Fecri Aticiler, Hamdullah Suphi, Abdülhak Şinasi, İzzet Melih, Yusuf Ziya, Mithat Cemal gibi edebiyatçılar, Hüseyin Cahit, Yunus Nadi, Burhan Felek, Ulunay, Nizamettin Nazif gibi gazeteciler ve büyükelçiler, banka müdürleri, baro reisleri sayılabilir.”
***
Hayır Haldun Bey, hayır, “Eski Beyoğlu’nun bugüne kalmış biricik tarihi lokali parçacı dükkanının bekleme salonu, ya da lahmacuncu” olmadı, kurtuldu haberiniz olsun, dedik…
Hasan Pulur
Yoruma kapalıdır.