Eric Arthur Blair ismi sizin için ne anlama geliyor?
Yoksa ona George Orwell diye mi seslenirdiniz?
Georga Orwell adıyla 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının güçlü bir imzası olan Eric Arthur, yaşamının izleriyle edebi yaşamını inşa etmiştir.
Eton Kolejinden mezun olduktan sonra İngiliz sömürgesi konumunda olan Burma’da polis teşkilatında çalışan Orwell, bu yıllarda tanık olduğu olaylarla kalemini bilemiştir. Öyle ki tanıklık ettiği acımasız olaylar, onun emperyalizme karşı derin öfke beslemesine neden olmuştur. Bu öfke sayesinde ‘1984’, ‘Hayvan Çiftliği’ gibi adeta manifesto kitabı sayılabilecek eserler bizimle buluşmuştur.
Yaşamı boyunca çeşitli iş kollarında çalışan Orwell, yaşamının birçok anında para sıkıntısı çekmiştir. Kim bilir belki de emperyalizme duyduğu öfke ve para noksanlığı onun kaleminin keskinliğini arttırmıştır.
1903 yılında doğan yazarın yaşamı adım adım yazarlığını inşa etmiş ve henüz 30 yaşında iken ilk romanını yayımlamıştır.
İlk romanı tür olarak hâlâ tartışma konusu olsa da dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır. Paris ve Londra’da Beş Parasız tartışıldığı gibi otobiyografik olsa da olmasa da ilginç bir kurguyla okuyucunun karşısına çıkmıştır. Eserde olaylar, ismi asla zikredilmeyen bir karakterin ağzından anlatılmıştır. Nitekim eserde yer alan başkarakter Paris’te İngilizce kursu vermek isteyen ancak öğrencilerinin ve talihinin kötülüğünden işsiz ve parasız kalan genç bir adamdır.
Bu eserin otobiyografik olduğunu düşündürmesi de Orwell’ın yıllar boyunca çektiği para sıkıntısıdır.
Eserde başkarakter günler boyunca açlık çekmiş, sokaklarda yaşamıştır. Bir süre sonra bir otelin mutfağında ve bir restoranın mutfağında bulaşıkçılık yapmıştır.
Eserde anlatılan bu bölümler Orweel’ın gerçek hayatında yazar olmadan önce de yazar olduktan sonra da parasızlık nedeniyle denediği iş kolları, yaşadığı tecrübelerdir.
Burma Yılları ve Paris ve Londra’da Beş Parasız eserlerinin otobiyografik eserler olduğunu söylemek de bu durumda yanlış olmaz.
1933’ten sonra gazeteci olarak İspanya İç Savaşı’na gitmiş ve ‘Cumhuriyetçi’ saflarda yer almıştır. Ancak yaralanmasının ardından bir kitap çıkarmayı da ihmal etmez. ‘Katalonya’ya Selam’ adlı anı kitabı bu günlerin ürünüdür.
Bu kitapta yer verdiği Stalin ve reel sosyalizm eleştirilerini bütün dünyanın bildiği ‘1984’ ve ‘Hayvan Çiftliği’ romanlarında okuyucu ile paylaşmıştır.
Yazar II. Dünya Savaşında ciğerlerinden hastalanmış ve maalesef 1950’de vefat etmiştir.
Bu yazımda kısa yaşamına kült eserler sığdırmayı başaran George Orwell’ın ‘Hayvan Çiftliği’ eserine değinmek istiyorum.
Alt metni çok zengin olan bu eser, ilk sayfasından son sayfasına kadar okuyucuyu düşünmeye itmektedir.
‘Hayvan Çiftliği’nin alt başlığı ‘Bir Peri Masalı’dır.
Masal tadında okunan eserde asıl dikkat çekilen nokta ise ‘eşit toplum idealinin masalsı yanına dikkat çekmek’tir.
Nitelikli ve kapsamlı bir eleştiriyi Orwell, masalsı bir şekilde ve oldukça etkili bir şekilde sunmuştur.
Aslında belki de bu üslubun insanlar üzerindeki etkisinin farkındadır. Eski Yunan’da Aisopos (Ezop), Fransız edebiyatında La Fontaine, Hint edebiyatında Beydaba ve nicesi fabllarla birçok kuşağın yetişmesinde etkili olmamış mıdır?
Orwell masalsı üslubu ile Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’nde yaşanan durumu ve ‘Ekim Devrimi’nin amacından nasıl saptığını ‘hiciv’ yoluyla anlatmıştır.
‘Beylik Çiftliği’nin sahibi Jones’un kendilerini sefil bir yaşama mahkum etmeleri nedeniyle alaşağı eden hayvanlar Jones ve adamlarını çiftlikten kovarlar.
Aslında bütün bu olayların başlangıcında yaşlı ve bilge domuz Major’un gördüğü rüyayı anlatması yatmaktadır. Major rüyasının ardından öleceğini düşünür ve adeta bir görev gibi çiftlikteki bütün hayvanları bir araya toplayarak -ki Major’un Marx’ı karşıladığını söylemek yanlış olmaz- sömürü karşıtı öğretileri, eşitliği ve kardeşliği bütün hayvanlara anlatır. Nitekim Major bu konuşmadan birkaç gün sonra vefat eder. Hayvanlar arasında özellikle domuzlar arasında Major’un o gece söyledikleri bir öğreti haline getirilir. Böylece ‘Animalizm’ düşünce sistemi oluşturulur. ‘Animalizm’in ‘Komünizm’ olduğunu tahmin etmek zor olmayacaktır.
Sefalar içinde yaşayan hayvanlar ‘emekçileri’, insanlar ise ‘burjuvazi’yi temsil eder kitaptaki olay örgüsünde.
Nitekim ‘Animalizm’i yaymak için fırsat kollayan hayvanlar yemlerinin verileceği saatin unutulmasıyla isyan başlatır.
Jones ve adamlarını kovan hayvanlar çiftlikte bütün hayvanların ‘eşit’ ve ‘özgür’ yaşadığı bir düzen kurar.
Kısa sürede başka çiftliklerde de bu başarı konuşulur. Ancak bu başarı zamanla gölgelenir. Çünkü bütün hayvanların eşit, bazı hayvanların ise ‘daha eşit’ olduğu dile getirilmeye başlanır.
Napolyon isimli domuz -ki ismi bile bir göndermedir- diğer domuzlarla birlikte diğer hayvanları yönetir. Hatta kendisi için engel teşkil edebilecek hayvanları saf dışı bırakır. Böylece diğer hayvanlar Jones’un diktatörlüğünden domuzların diktatörlüğüne terfi eder.
Değişen hiçbir şey olmaz. Eskiden olduğu gibi çok çalışan ve açlık çeken hayvanların hayatında tek değişen itaat ettikleri canlının kendi türlerinden gelmesidir.
Nitekim eserin sonlarına doğru komşu çiftliğin sahibiyle müzakerelere başlayan domuzların yüzü insan yüzüne evrilmeye başlamıştır.
George Orwell, ‘Hayvan Çiftliği’ni yazma fikrinin nasıl ortaya çıktığını şöyle açıklamıştır: Günlerden bir gün, küçücük bir çocuğun koca bir atı daracık bir patika boyunca sürdüğünü görmüştür. Çocuk taş atlasa on yaşındadır. At ne zaman geri dönmeye kalksa çocuk elindeki kırbaçla onu istediği yöne götürmektedir. ‘’Bu sahneyi görünce birden anladım ki, şayet hayvanlar güçlerinin bilincinde olsalardı, bizler onları asla yönetemezdik; insanlar hayvanları tıpkı zenginlerin proletaryayı sömürdüğü gibi sömürüyorlardı.’’
Tanık olduğu bu sahne ona ‘Hayvan Çiftliği’ni yazdırmıştır ve aslında domuzların yüzünün insan yüzüne evrilmesi olayında olduğu gibi bu dünyada ezenlerin ve ezilenlerin daima olacağını göstermek istemiştir. Burada olay örgüsünü hayvanlar üzerinden oluşturmasının da önemine dikkat çekmek istiyorum. Orwell’ı ‘Hayvan Çiftliği’ni yazdırmaya neden olan olayı okuduktan sonra düşündüğüm ve açıkçası emin olduğum bir fikir bu.
Şayet hayvanlar güçlerinin bilincinde olsalardı, diyen Orwell yoksul emekçilerin durumunu ortaya koymuştur. Yoksul emekçiler adeta hayvanlar gibi çalıştırılmaktadır. Ancak güçlerinin farkında olmadıkları için sömürüye maruz kalmaktadırlar. Nitekim bilinçlenebilseler, örgütlenebilseler asla sömürülemeyeceklerdir. Kitaptaki Napolyan adındaki domuz gibi biri kurnazlık edip onları sömüremeyecektir.
Çocukluk yıllarında bir sömürgeci olarak yetiştirilen, sokaktaki insanı aşağılayan Orwell; sömürge anlayışından utanmaya başladığı yıllarda ise ‘ezilenlerin arasında karışmak hatta onlardan biri’ olmak istemiştir.
Orwell’ın hayatında insan da olsan hayvan da olsan sömürüye uğruyorsan bu toplumun yarattığı bir ‘kurban’sındır.
- George Orwell – Hayvan Çiftliği
- Can Yayınları – Roman
- 152 Sayfa
- Çeviri: Celâl Üster