Kitabını elime alır almaz çarpılmıştım. “Kardeşini Doğurmak” kimsenin anlatmaya cesaret edemediği bir tabuya dokunuyordu. Gerek cesareti, gerek kaleminin ustalığı ile 33 yıldır bu şehirde yaşayan Büşra Sanay’a tüm merak ettiklerimi sordum. Umarım siz de keyifle okursunuz.
Röportajımıza hazırlanırken birçok konuşmanızı izledim. Araştırmalarınız sonucunda Türkiye’de gizlenen acı bir gerçeği aydınlatmak, bir sırrı ortaya çıkarmak için sorumlu hissettiğinizi anlıyorum. Peki bu kadar mahrem bir konuyu yazarken zorlanmadınız mı?
Aslında yalnızca Türkiye’de gizlenmiyor, dünyanın her yerinde yaşanıp her yerinde gizleniyor, saklanıyor, saklanmak zorunda bırakılıyor insanlar. Gizlenen konuyu biraz açacak olursak: Ensest. Ensest biliyorsunuz aile içinde yaşanan tecavüz ve tacizler. Bu konunun çok konuşulması ve caydırıcı cezaların uygulanması şart. Fakat yüzyıllardan beri bunun olmaması adına atılmış caydırıcı ceza görmedim. Ama Eski Yunan’da bir kadın hamile ise karnında ikiz bebek var ise, işte o bebekler doğduklarında öldürülüyorlarmış çünkü anne karnında ilişkiye girdikleri düşünülüyormuş. İnanılmaz cehalet ve hâlâ bu cehalet devam ediyor. Belki daha farklı şekliyle görüyoruz ama devam ediyor olması bir şeylerin değişmemiş olmasına şu yüzyılda şahit olmak insanı insanlıktan soğutuyor.
Yazarlık ciddi bir izolasyon gerektiriyor. Yazma eylemindeki bu yalnızlığı ve sosyal hayatınızı nasıl dengeliyorsunuz?
Kitap çalışmam için İstanbul’un kara kısmından uzaklaşmıştım, yani kalabalıktan, sesten, gürültüden, kokudan ve bitmek tükenmek bilmeyen davetler ve buluşmalardan. “Kardeşini Doğurmak” kitabının başka bir duygusu, hissi ve açıkçası acısı vardı benim için. O yüzden ister istemez bünye izole olmak istedi. İyi de oldu. Hatta keşke hayatım boyunca bir miktar izole yaşayabilsem. O dönem bir doğum sancısı dönemiydi ve zor bir doğum oldu. Kitap yazdığım dönem sosyal ilişkilerimi ciddi düşürdüm. Çünkü beynimin içinde kalabalıktım. Başka kalabalıkları bünyem kaldırmayacaktı. Bahçemdeki salıncakta sallanmak ve çayıma bahçemdeki ıtırdan bir yapkak atmak ve onu boğazımdan geçerken hissetmek, kuş seslerini dinlemek en büyük sosyalleşmeydi benim için. İnsan kendine yaklaşmalı. İnsan sık sosyalleşince kendinden uzaklaşıyor ve bu olumsuz bir tablo benim için. Kendinden kaçarcasına bir hayatmış gibi… Fakat kısa yazılarımda, mesela her ay Tuhaf Dergi’ye yazıyorum. Neredeyse iki yıl olacak. Orada her ay farklı hikayeler, insan hikayeleri yazıyorum. İşte o yazıları yazarken de doğal seslere ihtiyacım olduğunu farkettim. Hoşuma gidiyor. Çünkü kapının önünde gördüğüm bir çift erkek ayakkabısı bile bana neler neler yazdırabiliyor. Okumak, yazmak, Dagu’yu sevmek onunla oynamak, dostlarla meclis yapmak sosyal olmaya yetiyor.
Cnntürk‘te uzun yıllar röportajlar yapmışsınız. Haber yapmakla kitap yazmak bambaşka kulvarlar tabii, upuzun bir kitaba kendinizi nasıl hazırladınız?
Cnntürk ekranlarında 11 yıldır haber sunuyorum. Son dönem kültür sanat programı Afiş’in sunuculuğunu yaptım. Ama asıl kulvarım haber. Tabi yaklaşık 2 yıl kadar da internet sitesinde yazılar yazdım aynı süre içinde. Başta daha gezelim görelim yazılarıyken, sonrasında iş başka bir boyut aldı ve enseste dair röportajlarla insanların hayatına başka açıdan girdim zannedersem. Ve inanamadığım emailler almaya başlamıştım. Yaşadıklarını anlatanlar, yardım isteyenler…
Gazetecilik eğitiminden geliyorsunuz. Nasıl karar vermiştiniz? Kitabınızda gazeteciliğinizin de etkisi var mı?
Aslında gazetecilik öyle bir iş ki, insanı ilgilendiren her şey benim işim. Mühendisin yaptığı binanın çökmesinin sonuçlarını konuşmak da, bir ameliyat sonrası ölen hastanın durumunu irdelemek de, eğitim de, siyaset de, zam da vs. Elbette etkisi var. Fakat tabi burada temel olan şey, merak ve izlediğin yol. Anlatma şeklin, yordamın. Ajanslardan gırla düşen bu tür haberler, bunların zihninde birikmesi, çıkış yolu aramak, anlatmak istemek, bilip susup oturmak istememek ve sonrasında zaten soru cevaplarla, hukukçusundan, sinir bilimcisine kadar.

Kardeşini Doğurmak – Büşra Sanay Doğan Kitap – Araştırma İnceleme
Kitabın ismi içeriğinden de etkileyici. Nasıl geldi aklınıza? Şimdi olsa yine bu ismi mi koyarsınız?
Karmaşık bir ismi olsun istemedim çünkü insanlar uzaklaşsın istemedim kitaba. Duyduklarımı beynimden geçirdim günlerce ve bu durumu en iyi anlatabilecek üstelik insana ulaştırabilecek bir isim oldu “Kardeşini Doğurmak”. Evet yine aynı ismi koyarım.
Yurtdışına da gidip geliyorsunuz. Şu an Londra’dasınız mesela. Ensest vakasına dünyadaki bakış nasıl? Ya da söyle sorayım, her yerde yaygın mı?
Elbette konuştuğunda herkes karşı ve bu konuyu duyunca, okuyunca üzgün ama bire bir duyduklarında da adli makamlara başvurmayan insanlar biliyorum. Dünyadaki ve etrafımızdaki bazı bakışlar gerçekçi olmuyor. İnsanın olduğu her yerde var. Zaten bunun oranları bilinemez. Ancak adli makamlara intikal edenler sayılabilir ve ortaya bir tablo çıkarılabilir. O da zaten kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır çünkü yaşayan herkes yaşadığını anlatmaz. Kimi adli makama gittiyse bile inkar edebilir tehdit edildiği için. Her yerde var ve çok.
Bu yaygınlığı nasıl önleyeceğiz?
Bilinçlenerek, bilinçlendirerek, çocukları kendine güvenen bireyler olarak yetiştirerek ve çeşitli önleyici tedbirler alarak. Ama hukukun da cezaları uygulaması gerekiyor. Herkese farklı uygulanmaması, sümenaltı edilmesine göz yummaması gerekiyor. Her hakim ve savcının farklı kararlar almaması lazım. İndirime gidilmemesi lazım. Okullarda temel eğitim kitaplarına konulmalı bu durum. Paranoyak olmadan şüpheciliği elden bırakmayarak önleyebiliriz. Her şeyin başı dikkat ve çocuğunuzu duymaktan ziyade dinlemeniz. Küçük çocukların kurgu yeteneği olmaz, unutmayın!
Kitabınızda sosyologlar, psikologlar, doktorlar, öğretmenler, avukatlar ve adli tıp görevlileri gibi konunun uzmanı birçok kişiyle yaptığınız görüşmeler mevcut. Meslek gruplarının bakışlarında farklılık oluyor mu merak ediyorum. Yani bu bir etken oluyor mu insanların meseleyi ele alışlarında?
Elbette herkes kendi aldığı eğitim çerçevesinden bakıp, sıkıntıyı ortadan kaldırmaya çalışıyor. Daha bilimsel, daha soğukkanlılıkla, nedenine inmeye çalışarak ve duruma hemen el koymaya çabalayarak. Birbirlerinin bilgilerinden de faydalanıp yaptıkları işin sağlamasını da yapabiliyorlar.
Kardeş olgusu başlı başına zor bir durum. Kardeşlikle ilgili de bir şeyler söylemek ister misiniz? Nedir sağlıklı kardeşlik?
Aslında bana göre zor değil. Hatta dünyanın en güzel şeyi kardeşlik. Kardeş olmak. Biz üç kardeşiz ve kendimi şanslı hissediyorum. Kardeşlik, candır. Kendinden ayrı görmemektir. Tabi şöyle ki, seçilmiş kardeşlerim de var benim. Onlar da canımdır. Kardeş dediğin, sırttır, omuzdur, el ayaktır. Kalptir, paylaşmaktır, anılardır…
Bence kitabın herhangi bir psikoloji yayınından çıkması da önemli. Bir yayınevi ile anlaşılabilir mi?
Kitap zaten bir gazeteci gözünden, sosyoloji – araştırma kitabı. Kitaptan çok, insanın haberinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü düşünsenize üniversitelerde bazı bölümlerin hocaları bile kitaptan sorular soruyor. Bu da zannediyorum yayınevi değişse bile bir şey değişmeyeceğini gösteriyor artık. Doğan Kitap’tan memnunum. Hem bu süreçte kitabın tanıtımlarını çok güzel yaptılar ki, hem de çok fuarda kitabı anlatma fırsatım oldu.
Bu arada üniversitelerde de ensest üstüne anketler yapmışsınız. Bu anketlerin sonucunda elinize nasıl bir veri geçti? Nasıl buldunuz üniversiteli gençlerin yaklaşımını?
Evet elde ettiğim veriler can sıkıcıydı. Anketler bu öğrencilerin bu konu üzerine ne kadar bilgi sahibi olduklarını anlamaktı. Özellikle bazı bölümleri tercih ettim. Sonuca baktığımda ise, bu tür vakalar görüp duyduklarında nereye başvurabileceklerini bile bilmediklerini gördüm. Fakat genelleme yapmak istemiyorum. Sadece elde ettiğim veriyi paylaşıyorum. Daha ilgili ve bilgi sahibi olmalarını beklerdim.
Ne zamandan beri İstanbul’da yaşıyorsunuz? Şehirle ilişkiniz nasıl?
33 yıldır İstanbul’da yaşıyorum. Şehirle olan ilişkim güzel ve seviyorum da İstanbul’u. Çok yer gezdim ama İstanbul kadar rengi, ve farklı bir aurası olan bir yer görmedim. Her yerin elbette kendine göre edası ve havası var fakat İstanbul’un çeşitliliği çok. Her kültürden insanı barındırıyor. Gecesi gündüzü boğazı iki yakası mavisi yeşili, kızanı kızmayanı çok seviyorum şehrimi.
Umut Çocukta isimli bir okul projeniz varmış. Nasıl bir okul tasarısı bu?
Umut Çocukta, benim yaklaşık 4 yıldır her sonbahar başlayıp, ilkbahar dönemine kadar özellikle ilkokul çocuklarına yapmaya çalıştığım yardım projemin ismi. Umudun çocukta olduğundan yola çıkarak bu ismi vermiştim. Binlerce çocuk ısındı bu projeyle. Neredeyse 4.500… Pek çok insanın desteği ve inanmasıyla. Kelebek etkisi yayılıyor. Yaşayarak gördüm. Ve bir süre sonra da çocuklar için güzel bir okul yapmak istiyorum. Benim okullarda eksik gördüğüm pek çok şeyin içinde yer almasını istediğim, çocuklara başka dünyaların da kapılarının açılabileceğini, her şeyin mümkün olabileceğini anlatabildiğimiz bir okul yapmak istiyorum.
Biraz da CNN döneminizden bahsedelim. Nasıldı Güne Merhaba programı süreci?
Güne Merhaba, temponun yüksek olduğu ve insanlara uyanır uyanmaz haberleri anlattığımız bir yayın dilimiydi. Sabah saat 06:00-09:00 arası. Tabi ben saat 3:30 da kanalda oluyordum. Hazırlık süreci için. Haberleri okumak , kontrol etmek, editörümle konuşmak için elbette. En son yaklaşık 45 dakika da hazırlığım sürüyordu. Saç, makyaj, kıyafet… Günün en çok dinlenen dilimlerinden biriydi. Radyodan dinleyenler, işe gitmek için hazırlanırken uyanıp açıp dinleyenler derken hem izleyiciler yalnız bırakmıyordu hem de güzel aktif bir saatte yayın yapıyorduk. Fakat elbette o saatte kalkması ve uyanık kalması pek kolay olmuyor insan bedeni için.
Bugün başka bir meslek yapsanız ne yapmak isterdiniz ve de bir de İstanbul’da neyi çoğaltmayı?
Yine gazeteci olmak isterdim. Fakat kitap çalışmasıyla beraber gördüm ki benden çok iyi bir sosyoloji öğrencisi olurmuş. Cezaevlerinde psikolog olarak çalışmak isterdim aynı zamanda da bahçıvan olmak…
Teşekkür ederim keyifli röportaj için.