Çalıkuşu’nu okuduğumda çocuktum henüz. Elimden bırakamamıştım. Belki beş altı kez okumuşumdur.
Reşat Nuri Güntekin ( 1889 – 1956 ), Çalıkuşu’nu önce İstanbul Kızı adıyla dört perdelik bir tiyatro oyunu olarak yazar. Eser 1922’de gazetede Çalıkuşu adıyla roman olarak basılır.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde geçen Çalıkuşu, romanın baş karakteri Feride’nin hatıra defteridir. Feride, hiç bilmediği bir şehirde yalnız geçirdiği bir gecede o yalnızlığı unutmak ve vakit geçirmek için hayat hikayesini yazmaya başlar. Böylece biz de küçük yaşta annesini ve babasını kaybedip teyzeleri tarafından büyütülen Feride’nin hikayesini okumaya başlarız. Teyzelerinin el üstünde tuttuğu, Notre Dame de Sion’da okuyan, evden ayrılana kadar mutfağın yolunu bile bilmeyen, köşklerde yaşamış Feride, nazenin bir kız çocuğu değildir. Ele avuca sığmaz, ağaç tepelerinden inmez. Bu nedenledir ki okuldaki öğretmenlerinden birinin “Bu çocuk adeta bir Çalıkuşu” demesiyle Çalıkuşu lakabı üstüne yapışır kalır. Teyzesinin oğlu Kamran’la hiç geçinemez, zira ona aşıktır. Hikayenin iki temel unsurundan birisi bu aşktır. Ancak Çalıkuşu, romantik bir aşkın değil aksine, nişanlanmış olsalar bile, aslında Feride’nin Kamran’a aşkını söyleyememesinin hikayesidir. Kendine bile itiraf edemez, belki de bu yüzden evden kaçıp öğretmen olmak için Anadolu’ya gider. Bana öyle gelir ki Kamran peşinden gelsin diye gider Feride. Hesapta onu aldatmış olmasını affedemez ama gözü hep arkada acaba geliyor mu diye Kamran’a bakmaktadır. Kamran’sa teyzelerinin kızı Müjgan araya girmeden hislerini belli edememiş, sonrasında da Feride’yi bulamamış, başkasıyla evlenmiş silik bir karakterdir. Öğretmenlik yaptığı yıllarda Feride’nin hayatına giren tonton, babacan, iyi kalpli Hayrullah Bey kitabın sonunda Kamran’a yazdığı mektupta bunu güzelce özetler: “Bana kalsa sana, değil Feride gibi bir kızı, evimin kedisini bile emanet etmezdim.”
Öte yandan Feride’nin hikayesi bir kalp kırıklığının olduğu kadar o dönem Anadolu’sunun da hikayesidir. Kozyatağındaki, Tekirdağdaki konakları, mehtabı, denizi bırakır; Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez köylerine savruluruz. Bu yönü de hikayenin ikinci temel unsurudur. Feride’nin Kamran’a aşkını o sayfalar boyunca sadece satır aralarında buluruz; kendini çok kötü hissedip ağladığı bir anda kapıdan giren kişiye yanlışlıkla “Kamran” diye seslenir örneğin. Bu aşkı hep hissederiz ama okuduğumuz esas olarak genç, güzel ve yalnız bir kadının karşı karşıya kaldığı ve değiştirmeye gücünün yetmediği zihniyettir. Sefaletle, cehaletle, kör bir anlayışla, kendi etrafında dönen asılsız dedikodularla karşılaşır ve savaşır. Anadolu’nun Osmanlı’nın son dönemlerindeki durumunu, eğitime bakış açısını, devlet dairelerinin hallerini, küçük kasabaların günlük hayatlarını öğreniriz. En sevdikleri oyun cenaze oyunu olan köy çocuklarını, kocası için görücü gelen kadınları, genç ve güzel kadınları ağına düşürmeye çalışan zengin mirasyedileri, aşkını musikisiyle anlatan içli sanatçıları tanırız. Kendisi de Bursa ve İstanbul’da öğretmenlik yapmış ve daha sonra da müfettiş olarak Anadolu’yu gezmiş olan Reşat Nuri bize muhtemelen bizzat kendi gözlemlerini aktarmıştır. Feride’nin evden ayrılıp Anadolu’ya geçişinden itibaren hikayede artık Kamran yoktur. O zamanlarda neler yaptığına Feride’nin hatıra defteri bitip de olayların yazar tarafından anlatıldığı sırada birkaç cümleyle değinilir. Bu nedenle Çalıkuşu’nu bir aşk romanı olarak değil, yalnız bir kadının toplumla mücadelesi olarak okumak gerekir.
Ben bu mücadeleyi severek okumuş ve Kamran’la kavuşmalarını istememiştim.
- Çalıkuşu – Reşat Nuri Güntekin
- İnkılap Kitapevi – Roman
- 541 Sayfa