(Sayın editöre not: Öğrencilerimin sınavları ve kişisel ihtiyaçları bir süredir yazı yazmamı engelliyor. Bu kapsamda eski yazılarımdan birini gönderiyorum. En kısa sürede daha güzel yazılar paylaşmaya devam edeceğim. Bu arada bir köy okulunda tek başıma kütüphane kurmaya adadım kendimi. Daha büyük ve güçlü bir aile olduğumuz vakit bir yardım kampanyası düzenlemek öğrencilerimi ziyadesiyle mutlu edecektir. Yazı değerlendirmek zor ve takdiri esirgenmiş bir iş. Bu aşamada gözlerinize ve emeğinize sağlık. Burada olmak ve sizinle çalışmaktan son derece mutlu olduğumu belirtmek istiyorum. Var olun sayın editör, saygılarımla… )
Emrah Serbes’in son kitabı deli duman… Romanın ilgi çeken birçok unsuru mevcut olduğu için hangi noktasından başlamak gerektiğini benim de kestiremediğimi belirtmeliyim. Sanırım ilk bahsetmem gereken mevzu kitabı Gezi hadiseleri beklentisiyle okumanın yanlış olacağı üzerinedir.
Karakter ve kitapla ilgili konuşmadan önce yazar hakkında konuşmak gerekir. Öyle ki tarzını sevdiğimin yazarı yine akıcı üslubuyla senenin nefretini kitap vasıtasıyla üzerinden atmış gözüküyor. En azından ben kitabı okurken kitap bitiminde yazarın stresinden arındığı izlenimine kapıldım. Kitaptaki mevzuyla uğraşmakla kalmayıp okuyucuya da bol bol sataşıyor, teşvik ediyor ve yönlendiriyor. Kötü manada değil tabii; adeta gidin görün, İnstagram’dan kullanıcı gerçekten var mı kontrol edin, Facebook’tan sorun soruşturun diyor. Tabii bu anlatım tarzı ister istemez samimiyeti de getiriyor. Tabii girizgâh bunlar daha mevzuya geçmedim.
Dediğim gibi Gezi olayları çerçevesinde okumaya heveslenmek yanlış olur bu kitabı. Kitabı özel kılan ilk nokta sıradan romanların aksine karakterler bakımından sürekli dumura uğramanızdır. Yani bir klasiği okurken yahut herhangi bir romanı, karakter yapısını kafanızda oturtursunuz ve ona göre karakter tutarlı bir çizgide devam eder. Kafanızda kurduğunuz karakter hayaline fazla müdahale etmez yazar. Örneğin, çocukluk yıllarımdan hatırladığım Harry Potter’ın 4. Kitabında gözleri çekik bir kız karakter vardı. Filmini de izlememiş olmanın etkisiyle o karakter hâlâ kafamda ilk canlandırdığım hâliyle durur. Ya da Raskolnikov’u reklamlarda canlandırmasını gördüğümüzde kısmen ilk andan itibaren tahayyül ettiğimiz gibi çıkmıştı karşımıza. En azından kendi adıma bu şekildedir. Fakat kitabımızdaki karakterlere baktığımızda durum çok farklı. Nasıl hayal etmiştim de nasıl bir şey çıktı ortaya demeniz muhtemel.
Akış sırasına göre karakterlere baktığımızda kız kardeşi kusursuz bir yaratık olarak tahayyül ediyorsunuz, şişman popüler olmayan bir tip olduğunu anlıyorsunuz; yan karakter mikrop bilge, fazla konuşmayan, iş bitirici, gıptayla bakılan bir tip izlenimi yaratırken bir anda ana karakter Çağlar’ı da ezik gösteren, baba döven garip bir karakter hâlini alıyor. Aşık olunan kıza gelirsek entelektüel, kültürlü, herkesçe sevilen tevazu sahibi bir karakter olarak başlıyor, bambaşka bir yapıda olduğu yine sonradan anlaşılıyor. Göklere çıkan bir karakterin yerin dibine kadar çakılmasını hayretle seyrediyorsunuz. Her bir karakterin yaşattığı ikilem kasıtlı ve güzel olmuş. Yanılgılarımızı Çağlar’ın gözünden, gerçekleri dış dünyadan alıyoruz çünkü bu kitapta. İnceden hayat eleştirimizi de alıyoruz anlayacağınız. İnsanların gözümüzde nasıl büyümüş ya da küçülmüş olabileceğini, kutsal bir yapıya yüceltilen bazı insanların aslında ne kadar vasat olabileceğini vuruyor yüzümüze. Yani bir gecede okuduğunuz kısımla hayalini kurup yatabileceğiniz karakter ertesi gün tiksindirebiliyor. -Aşık olduğumuz kadın dünyanın en kutsal varlığıdır şüphesiz ama yine de bir eşin dostun görüşünü almakta fayda var anlayacağınız. Ya da doğru yapıyorsunuz, her şeyi de siz bilirsiniz fakat bin bilsen de bir bilene danış sen- diyor kitap buram buram. (Ya da ben öyle algıladım)
Ana karakter Çağlar. Yapısı ve anlatımı gereği babacan, ağır ağbi, sayılan sevilen bir karakter olarak canlanıyor kafanızda. 250. Sayfaya kadar falan da öyle devam ediyor. Karakterin kendi ağzından olayları aktarmasının kurbanı oluyoruz yine. Karakterin yapısı hakkında T.C. Senem göz kırpıyor, çadırdaki eylemciler vuruyor karaktere darbeyi. Kusursuz bir karakter yok anlayacağınız karşınızda, kendine çuvaldızı batırmayan sizden bizden biri. Aslında karakter olarak bizden olduğu da söylenemez. En azından birçoğumuz için geçerli bir yargı. En azından bu kitapla bir kere daha hatırlayıp bir kere daha uygulayamadığım bir önyargı. Bu yanlışa hep düşüyoruz. Belli tiplere belli duygular ve davranışlar yüklüyoruz. Apaçiler lüzumsuz, gözlüklüler inek, kalıplılar babacan vs. kalıplaşmış yargılar dumura uğratıyor bizi bu kitapta yoksa yazan yazmış olağan durumu. Ana karakter Çağlar buram buram bağırıyor tiksinerek bakılan birçok insanın da derin duygular adamı olabileceğini, herkesin sevebileceğini, şefkat ve karakter sahibi olabileceğini. Karakterin fiziksel yapısını gizleyip karakterini anlatması, ardından gerçeklerin ortaya çıkması, insan analizinin içten dışa doğru şekillenmesi gerektiğini ortaya seriyor. Duygu önemli kardeşim diyor, sonra tipe bakarsın. Bu yargıyı kırmak ne denli mümkün, ne denli doğru varın siz düşünün.
Tabi bir de sosyal medya gerçeği var ortada. Sosyal medyanın gücünü bir kez daha hatırlatıyor kitap. Ve bu gücün aciz bizler açısından kullanılma çabaları gözler önüne seriliyor. Yeni bir kuşağın kendini ifade etme ve kanıtlama çabalarını ortaya koyuyor. Etkileşimli iletişimin sanal mecrada tam oturmadığı bu dönemde bu alanın bu nesilce kullanım amaçları ve beklentilerini yansıtıyor. İlerleyen yıllarda rayına oturacak bu alanı kargaşa zamanında kullanan ara neslin küçük bir portresini çiziyor adeta. Bu açıdan dönemsel değerlendirilebilecek bir romandır gözümde.
Bu yazıda romanla ilgili olayları ve karakterleri aktarmayı bekleyenler hayal kırıklığına uğramış olabilir. Onlara söyleyeceğim Emrah Serbes yine kaleminin hakkını vermiş. Takdirimi ve sevgimi kazanan bir kitabı daha ortaya koymayı başarmış. Kitap okuyan küçük bir kitle içinden üslubuna aşina olan daha küçük bir kitleyi –yani bizleri- tatmin edecek bir eser koymuş ortaya. Ot dergide yazmadığı zamanların ve sabırsız beklemelerin neticesini güzel bir şekilde aldığımızı düşünüyorum. Üslubu daha sert ve sıra dışı, fakat kısa öykülerinde karşılaştığımız tebessüm ettiren diyaloglara da sıklıkla rastlamak mümkün. Tabii üslubuna aşina olanlar için geçerli olacaktır bu durum. Yoksa zaten yazarımızdan yeterince yedik bir sürü küfür, bir de bu yazı vesilesiyle sizden yemeyelim…
(Sayın yazar arkadaşımıza, editörden not: İçten notunuz için sonsuz teşekkürler! Var olun.. Öğrencilerinizin yanaklarından öpüyor ve kitaplarımızı ulaştırmak için sabırsızlanıyoruz. Siz ve diğer yazar arkadaşlarımızın muhteşem yazılarını değerlendirmek benim için onurdur. Emeğinize sağlık. Sevgiler.. )