Sitemizin klasikleşen aylık öneri listelerinin yenisiyle karşınızdayız.
Hem bu ay itibariyle raflara düşen hem de geçtiğimiz ay içerisinde çıkmış olan kitaplardan oluşturduğumuz listemizde, birbirinden değerli 20 kitabı beğenilerinize sunuyoruz.
1. Mephisto-Bir Kariyerin Romanı – Klaus Mann

Mephisto: Bir Kariyerin Romanı, Almanya’da kişilik hakları nedeniyle uzun yıllar yasaklanan, yayınlandığı tarihten itibaren ise fırtınalar koparıp kült statüsüne erişen bir başyapıt! Klaus Mann, 1930’lu yıllarda sürgündeyken yazdığı bu romanla, babası Thomas Mann’ın gölgesinden çıkarak kendini gerçek bir yazar olarak ispat ediyor.
Zorbaya boyun eğenlerin trajedisini, inandırıcı ve derin karakterleriyle işleyen Mephisto, 1930’lar Almanya’sında Naziler yavaş yavaş iktidara gelirken, şeytanla işbirliği yapan oyuncu Hendrik Höfgen’in hikâyesini anlatıyor. Nazilerin ideolojisinden hazzetmese de, kariyerinde yükselmek için iktidara hizmet eden ve bu uğurda önce dostlarını, sonra da ruhunu kaybeden Höfgen, her devirde türlü türlü kılıklarda karşımıza çıkan oportünisti temsil ediyor.
İlk kez 1936 yılında yayınlanan ama oyuncu Gustaf Gründgens’in kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle uzun yıllar yasaklı kalan roman, 1981 yılında yeniden basıldığında hemen çoksatarlar arasına girdi ve günümüze kadar hep gündemde kalmaya devam etti. 1981 yılında Macar yönetmen István Szábo tarafından filme de alınan Mephisto, bugün her zamankinden güncel!
2. Kulaktaki Meşale – Elias Canetti

Elias Canetti, otobiyografik üçlemesinin bu ikinci kitabı Kulaktaki Meşale’de, Viyana’da geçen ilk gençlik günlerinin karmaşık atmosferine taşıyor okuru.
Kurtarılmış Dil’de hem çocukluk travmalarını hem de edebiyat ve kültürle kurduğu ilkilişkilerin seyrini anlatan Canetti, bu eserinde ise genç ve tutkulu bir edebiyatçıya dönüşüm sürecini gözler önüne seriyor; gizlemeden, sakınmadan, büyüklenmeden ve açıkyüreklilikle.
Canetti’nin satırlarında, Büyük Savaş sonrasında çöken bir imparatorluğun darmadağınık başkenti Viyana’ya hâkim olan belirsizlik, ekonomik zorluklara göğüs germeye ve yeni yüzyılın vahşetlerini anlamaya çalışanlar, öfkeli kitleler, edebiyatın ve sözün kutsallığına inanan sanatçılar, yoksul şairler ve zengin hamiler, bütün renkleri ve çelişkileriyle “Canetti’nin insanları” resmediliyor. Yazarın toplumla ve kendiyle kurduğu gelgitli ilişkiyi, onun dürüst kaleminden okuma şansına erişmek isteyenlere…
3. Garson – Matias Faldbakken

Hills isimli asırlık bir Avrupa restoranında, orta yaşlı bir garson işinin değişmez yönleriyle gurur duyuyor: Kusursuz bir üniforma, bir örnek masa örtüleri, müdavimleri ve düzenli akşam yemekleri. Hınzır ve onun kalburüstü konukları, alkolik aktör ve arkadaşları, bir sanat simsarı, Garson’un yegâne arkadaşı Edgar ve küçük kızı Anna. Ve tabii ki Şef Garson, Bar Sorumlusu, Aşçı. Bu kendi istikrarlı ritmiyle yaşayan evrende, masalar arasında herhangi bir temas yoktur… Ta ki güzel ve bakımlı bir genç kadın kapıdan içeri girip restoranın ve temsil ettiği her şeyin hassas dengesini bozana dek…
Garson Avrupa’nın son yüzyılını, o büyük resmi tek mekân ve sakinleriyle özetleyen büyüleyici bir hikâye. Her şey olması gerektiği haliyle olması gerektiği yerdeyken -en azından Garson’a göre- bir şeyler değişmeye başladığında yükselen endişe, bütün düzeni altüst etmeye yetiyor. Aslında, koşullar göz önünde bulundurulduğunda, endişe belki de en mantıklı tepki…
4. Zürafanın Boynu – Juidth Schalansky

Inge Lohmark “Oturun” demiş, öğrenciler oturmuştu. “Kitapta yedinci sayfayı açın” demişti, öğrenciler sayfa yediyi açmışlardı. Sonra başlamışlardı ekosistemleri, doğanın düzenini, türler arası bağımlılıkları, etkileşimleri, canlılar ve çevreleri, toplum ve mekân arası etkileşim örgüsünü işlemeye…
Eski Doğu Almanya’da, küçük bir kasabada öğrenci kıtlığından sonu gelmek üzere olan Darwin Lisesi’nde Darwin’in teorisini içselleştirmiş küskün bir biyoloji öğretmeni Zürafanın Boynu’ndaki esas karakterdir. Standartlara sarılan, uygar ve kültürlü olmayı zafiyet olarak gören Lohmark’ın derslerinde ve özel yaşamında geçerli olan tek şey acımasız doğa yasalarıdır. Her şeyin başlangıcı, doğada olduğu gibi, tanımlamak ve uyumdur. Ders yılı başında öğrencileri isimlerine göre belli bir kategoride görür Lohmark. İtina ile bir isim listesi hazırlar, öğrencileri tanımlar… Erika, sınıfın merkezinde ikinci sırada ve ortada oturmaktadır. Sınıfın merkezidir. Farklıdır, tüm diğer öğrencilerden farklıdır. Süpürge çalısı Erika Tom’dan, Laura’dan, Ellen’den farklı tanımlanır. Erika eğik oturur, eğiklik iticidir, belki doğaya terstir. Lohmark kendi kendine konuşur, konuşmalarında alaycıdır, öğrenciler içsel konuşmalarının farkına varmazlar. Doğu Almanya’yı, sportif yarışmaları özler, özlemini açığa vurmaz…
5. Sarı Duvar Kağıdı – Charlotte Perkins Gilman

Deliliğin sınırlarında yalnız bir kadın portresi…
Birinci dalga feminist akımın önde gelen isimlerinden Charlotte Perkins Gilman’ın kaleme aldığı, Maria Brzozowska’nın resimlediği Sarı Duvar Kağıdı, Delidolu’nun resimli kitaplar koleksiyonundaki yerini alıyor.
19. yüzyıl edebiyatının en önemli metinleri arasında gösterilen Sarı Duvar Kağıdı, sinirsel buhranları nedeniyle sayfiye evinde “dinlenmeye çekilen” bir kadının toplumsal rollerin baskısı altında adım adım delirmesini anlatıyor.
Sanatsal çizimleri ve sert kapaklı özel baskısıyla koleksiyon değeri taşıyan bu sarsıcı öykü, şimdiye dek delilik üzerine yazılmış en kült eserlerden biri olarak anılıyor.
Feminist edebiyatın kilometre taşlarından Sarı Duvar Kağıdı, doğumdan sonra yaşadığı sinirsel buhranları yüzünden hekim olan eşinin tavsiyesiyle dinlenmeye çekildiği yazlık malikanede, kocasının ve görümcesinin kontrol ve baskılarına rağmen gizlice yazı yazmaya çalışan ve kaldığı odadaki sarı duvar kağıdının deseninden yola çıkarak halüsinasyonlar görmeye ve delirmeye başlayan bir kadının hikayesini anlatıyor.
Toplum içerisinde keskin biçimde ayrılmış olan kadın erkek rollerini eleştiren Sarı Duvar Kağıdı, aynı zamanda ruhsal olarak “hasta” olduğu gerekçesiyle okumaktan ve yazı yazmaktan alıkoyularak eve hapsedilen kadın imgesini temsil ediyor.
Charlotte Perkins Gilman’ın, sayısız farklı dile çevrilen; resim, görsel sanatlar gibi pek çok modern yapıta esin kaynağı olan; birçok kez tiyatro ve sinemaya da uyarlanan bu ölümsüz eseri, Başak Çaka’nın titiz ve dönemin ruhunu yansıtan özenli çevirisiyle yeniden okurlarla buluşuyor.
“Bu kağıtta benim dışımda kimsenin bilmediği ve hiçbir zaman bilemeyeceği şeyler var. Desenin kırık bir boyun gibi yana sarktığı yerde bir çift pörtlek göz baş aşağı beni süzüyor.”
6. Ejderha Kitabı – Edith Nesbit

Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter serisine ilham veren kitap ilk defa Türkçe’de
Efsanevi canavarların bazıları son derece haylaz ve komik, bazıları da kelimenin tam anlamıyla dehşet verici; ancak hemen hepsinin ortak özelliği, özgür ruhlu ve tarif edilemez olmaları.
Modern çocuk edebiyatının öncüleri sayılan, Demiryolu Çocukları, Beş Afacan ve Hazine Avcıları gibi yapıtların yazarı Edith Nesbit’in ejderhaları, muhteşem bir hayal gücünün eseri.
7. Kanayak – Gamze Arslan

“Buradayız! Size çiçek isimleri sayıp, romantizmi, oradan aşkı, oradan bağrı yanık yanık sızlatan sevdayı, hadi hiç olmadı belki sevgiyi anlatmak için değil! Hayır!
Size burada çiçekleri de hayvanları da anlatmayacağız. Görülmemiş bir çiçek açmadan bahsedeceğiz. Güzel bir ad seçtik bizce. ‘Görülmemiş bir çiçek açma.’”
Zorlu ana kız ilişkisi; kadın olmak; yakıcı tutkular; sahibine de tarihe de sahip çıkan giysiler; işçilerin hakkını kollayan fabrikalar; kimsenin uğramadığı kasabalarda yaşananlar ve sokaklarında hakkını arayan uzuvların gezindiği büyükşehirler… Toprak altında yatanlardan, rüyada yankılananlardan ve otopsi masasındaki artıklardan yola çıkıp yeniden kurgulanan hayatlar bunlar… Ölüleri öldürmeyen, cansıza ses veren, etin, kemiğin, kanın, toprağın ve düşün diliyle direnmeye, isyana ve özgürleşmeye çağıran öyküler.
İlk öykü derlemesi Çerçialan’la 2016 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne layık görülen Gamze Arslan yine şaşırtıcı ve özgün bir öykü kitabıyla okurların karşısına çıkıyor. Kanayak duru bir dil ve alabildiğine yaratıcı bir kurguyla kırsaldan büyükşehirlere geniş bir coğrafyayı kat ederek en acımasız gerçeklere tercüman oluyor.
8. Beria – Cenk Çalışır

… bir insanın canlı bir insanı ısırarak lokmalar hâlinde koparmasıyla daha önce hiç karşılaşmamıştı. Kadın delinin tekiydi. Kopardığı et parçasını kanlı dişlerinin arasında tutarak doğruldu. Ağzının kenarlarından akan kanlar göğsünü kırmızıya boyamıştı. Bozo, onu daha önce izlediği vampir ya da zombi filmlerindeki yaratıklara benzetti. Aişe gülümseyerek, ağzındaki et parçasını eline tükürdü. … sol eliyle adamın çenesini sıkarak ağzını açmasını sağladı. Diğer elinde tuttuğu eti adamın ağzından içeri tıktı. İki eliyle çenesini birleştirip yutuncaya kadar bekledi. Bozo işte o anda yanılmadığını anladı. Kadın deli, hatta zırdeliydi.
İnsan ruhunun karanlık kuytularında kaybolmaya hazır mısınız?
Beria, trajik bir mülteci hikâyesinin ekseninde, okudukça dehşete düşürecek insan hallerini yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Bu sarsıcı romanın sayfalarında insanlığımızı tekrar tekrar sorgulayacağız.
Oğlak Yayınları, Cenk Çalışır’ın soluksuz okuyacağınız yeni polisiyesi Beria’yı Maceraperest Kitaplar arasında yayımlamaktan gurur duyar.
9. Kuyu – Jessie Burton

Beş yıl önce Trinidad’dan İngiltere’ye gelen Odelle Bastien’in yaptığı ilk şey, yaşayabilmek için bir iş bulmaktı. Böylece çocukluk arkadaşı Cynth’in önerisiyle bir ayakkabıcıda çalışmaya başladı, ancak ayak parmakları olmayan birine servis vermek zorunda kaldığı gün daha iyi bir iş bulması ve kendini asıl tutkusu olan yazarlığa adaması gerektiğinden emin olmuştu. Temmuz ayının en sıcak günlerinden birinde Skelton Sanat Enstitüsü’nün mermer basamaklarını tırmanıp henüz kabul edildiği yazmanlık görevine başlamak için can atan Odelle’in hayatı, o büyük kapıları aralar aralamaz değişecekti… Hem de hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir biçimde!
Gizemli, karanlık atmosferiyle ona bakanları büyüleyen ve onlarca yıldır kayıp bir tablonun ortaya çıkışı, Kuyu’nun benzersiz olay örgüsüne ve farklı zamanlarda yaşanmış iki hikâyeye birden yön veriyor. Bu sayfaların içinde iki farklı roman olduğunu göreceksiniz; insanlık tarihin türlü mezalimlerine tanıklık edenlerin bir kuyu kadar karanlık öykülerine açılan iki kapı. Hangisini aralayacağınıza ya da hangisine inanacağınıza yalnızca siz karar verebilirsiniz. Yine de John Berger’ın, yol boyunca yardımı dokunabilecek o sözlerini hatırlatmakta fayda var:
“Bundan böyle hiçbir öykü, biricik öyküymüş gibi anlatılmasın.”
10. Istrancalı Abdülharis Paşa – Mehmet Berk Yaltırık

İlk romanı Yedikuleli Mansur’la hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaşan Mehmet Berk Yaltırık’tan 17. yüzyılda başlayıp günümüze dek ulaşan, tarihi kurguyla korkuyu harmanlayan yeni bir kitap.
“… Öğleye doğru günlük güneşlik rutin bir bahar havasında iki tarafında meşe ve kayın ağaçlarının yükseldiği asude bir yolda ilerliyordu Asil. Altında araba olmasa, asfalt üzerinde hızla yol alıyor olmasa kendisini hoş bir rüyanın içinde zannedebilirdi. Buralardaki tabiatın harikaları, el değmemişliği insanı mest ediyordu. Dereköy Sınır Kapısı yolunda olduğundan gidiş sebebini anımsayınca canı sıkıldı. Böyle yeryüzündeki cennet köşesi bir yerin mazisinde nasıl kanlı ve ürkünç hikâyeler olabilirdi?”
Bir ailenin ve bir ismin peşine düşen genç bir araştırmacı, kendini bir anda asilerin, eşkıyaların, haramilerin, haydukların, ayanların ve komitacıların arasında, zaferlerin ve bozgunların hengâmesinde, soygun masallarının ve kocakarı hikâyelerinin ortasında buluverir. Tarihle başlayan yolculuğu, ruhunun ve Istrancaların kuytularına sapmışken korkulu Balkan rivayetleriyle giriştiği amansız boğuşma nasıl nihayete erecektir?
Hırsının kölesi derebeylerinin, geceleri dolaşıp kapıyı pencereyi tırmalayan şeylerin, insan suretli canavarların, efsaneyle hakikatin birbirine karışıp tarihin sislerinin ardına gömülen bu roman, kâh kanlı baskınlara tutulan kâh geleneklerin kamçısı altında inleyen Balkan tarihine uzanan karanlık bir araştırmanın serüveni.
Istrancalı Abdülharis Paşa, zamanın yavaş aktığı bir coğrafyada ürpertili bir arayışın romanı…
11. Bilinmeyen Sular – Mevsim Yenice

Hiçbir yere gidemeyecek, biliyorum. Kendimden. Yıllardır bu ıssız saatte, coşkusu sönmüş parkta oturup aynı şeyleri konuşmamızdan. Ve hâlâ işte burada, salıncakta bir ileri bir geri sallanmaktan öteye gidemediğimizden. Biliyorum. O da biliyor. Susup gidecekmiş gibi yapmaya, sallanmaya devam ediyoruz.
Bu öyküler hayata açılma endişesi içinde dolananları, kendi içindeki tutsaklığı sorgulayanları, günümüze has sahipsizlik, korunaksızlık duygusuyla yüzleşmeye çalışanları, düğüm olan ilişkileri, geçmişe takılıp sadece seyirci olarak yaşamayı seçenleri anlatıyor. Hem de dupduru bir dil, yeri geldiğinde hayli nüktedan bir anlatım, alabildiğine samimi bir yaklaşımla.
İlk öykü kitabı Tekme Tokatlı Şehir Rehberi’yle büyük beğeni toplayan ve 2019 Notre Dame de Sion Mansiyon Ödülü’nü kazanan Mevsim Yenice, beklenen yeni öykü kitabı Bilinmeyen Sular’la okurların karşısına çıkıyor.
12. Doğum Günü Kızı – Haruki Murakami

“Ne var ki, tek bir dilek hakkın var, iyice düşünesin” dedi yaşlı adam bir parmağını havaya kaldırıp. “Tek bir dilek. Sonra kararını değiştirip vazgeçemezsin.”
Bir doğum günü hikâyesi… Kısacık bir metinle yüreğimizde bir şeylerin yerini değiştiren bir büyü yapıyor Haruki Murakami.
13. Beşinci Çocuk – Doris Lessing

Beşinci Çocuk’un Uyandırdığı Kadim Korkular
2007 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Doris Lessing’in imzasını taşıyan Beşinci Çocuk; okurları, kökleri derinlere uzanan evrensel korkularıyla yüzleştirirken annelik, toplumsal normlar, ahlaki seçimler ve aile ilişkileri gibi pek çok zorlu mesele üzerine düşündürüyor. Hiç kimsenin hoşlanmadığı, hatta içten içe korktuğu için uzak durmayı tercih ettiği olağandışı bir çocuğa sahip olmanın yol açtığı ruhsal etkilere odaklanan, onu sevememenin yarattığı suçluluk duygusunu cesaret isteyen bir dürüstlükle anlatan bu romanı bir solukta okuyacaksınız. Filmlere de konu olan “şeytani çocuk” imgesini, ustaca kaleme alınmış bir korku, gerilim başyapıtına dönüştüren Doris Lessing’in, mutlulukla örülmüş aile yaşamının nasıl ilmik ilmik çözülüp gittiğini resmettiği Beşinci Çocuk; empati duygusunu tetikleyen hikâyesi ve etkili kurgusuyla okurunu daha ilk sayfalarından avucuna almayı başarıyor. Harriet ve David, geleneksel aile yapısının önemini yitirdiği bir toplumda, akrabaları bir araya getirdikleri büyük evlerinde dört çocuklarıyla mutlu bir yaşam sürmektedir. Dışarıdaki yıkıcı dünyanın etkilerinden uzak, düşledikleri eski moda değerlere adanmış huzurlu yuvayı kurmakla övünen çiftin yaşamı, beşinci çocukları Ben’in doğumuyla altüst olur. Harriet, içinden çıkan bu çirkin, iri ve kontrolü güç bebekle birlikte hiç tanımadığı bir karanlıkla ve ummadığı bir toplumsal tepkiyle karşı karşıya kalır; bir zamanlar gerçek kıldıkları aile düşü giderek kâbusa dönüşür.Harriet birçok kez uyanmış, Ben’in yarı karanlıkta durup onları seyrettiğini görmüştü. Bahçenin gölgeleri tavanda oynaşır, koca odanın içindekiler hiçlikte kaybolurken, karanlığın içinde bütünüyle seçilemeyen bu ifrit çocuk oracıkta dikiliyordu. İnsana ait gibi durmayan o gözler, Harriet’i uykularından uyandırıyordu.
14. Gündemdeki Konu – Onat Kutlar

Türk edebiyatında 1950 kuşağının önemli temsilcilerinden Onat Kutlar, sadece öykücülüğü ile sınırlı kalmamış, şair, sinemacı, çevirmen, kültür insanı kimliğiyle de sürekli üretken olmuştur.
Gündemdeki Sanatçı kitabıyla bir arada değerlendirilebilecek Gündemdeki Konu, Kutlar’ın Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan, ağırlıklı olarak medya, sinema temalı olmakla birlikte toplumsal meselelere doğru genişleyen, güncel nabzı tutan, eleştirel denemelerinden oluşuyor.
Yazıldığı dönemden günümüze, aradan geçen çeyrek yüzyıla bakılarak Türkiye’nin toplum-siyasetçi-aydın-medya çemberinde düştüğü kısırdöngüyü sorgulatacak türden, pek çoğu ironi merceğiyle okunabilecek makaleler.
Neyi arıyoruz gazetede?
Bizi acıtsa, kanatsa, karamsarlığa yöneltse bile gerçeği mi, yoksa bizi avutacak, rehavete salacak, ya da mış gibilerimizi okşayacak yumuşak bir kâğıt mendil mi?
Hani ne bebek kakasını, ne kanı, ne de alın terini hiç göstermeyen şık, güvenli ve zararsız, hijyenik kâğıtlardan birini mi?
15. Küllerin Anlattığı-Gece Göğünün Tesellisi – Cevad Karahasan

Çağdaş Boşnak edebiyatının usta yazarı Cevad Karahasan’ın, kimi eleştirmenlerce Umberto Eco’nun Gülün Adı’na, Amin Maalouf’un Semerkant’ına akraba sayılan kitabı, Selçuklu’nun ve Ömer Hayyam’ın dünyasını rengârenk tablolaştıran bir anlatı…
Selçuklu İmparatorluğu’nun payitahtı İsfahan’da beklenmedik ve şüpheli bir ölüm gerçekleşir. Ölen, saygın bir adamdır ve Ömer Hayyam’ın dostudur. Büyük bilgin ve şair, ölüm sebebini araştırmaya koyulur, bir yanda da hatıraların ve kederin tefekkürüne dalar. Derken, Selçuklu ülkesinin günü yavaş yavaş kararmaya başlar, tehditler büyür, çöküş ilerler, “savaşlar, kargaşa, hastalık, fakirlik, açlık” kol gezer.
“Kütüphanelere ve benzer yerlere ihtiyaç duyulmayan bir zamana” gelinir… Ömer Hayyam, ömrünün son deminde, kendi hayatıyla beraber, Selçuklu’nun parıltısının ve çöküşünün de muhasebesini yapacaktır. Bereketli bir çoğulculukla fanatizm arasındaki çatışmanın muhasebesidir bu aynı zamanda.
“Küllerin Anlattığı, miyoplar ve çekingenler için, gayretkeşler ve kitap kurtları için, öğrenme tutkunları ve gözlük takanlar için dev bir müdafaanamedir…”
– Julia Kospach –
16. Kitaplara Kitap – İsmail Pelit

İsmail Pelit ölümden döndü!
Açıkçası Köpekler ve Allah’ta içtiği sıvı ölümüne yetmedi. Kurtarmadı onu. Metinlerin büyücüsü Kanatsız Köpek’le, Ölümden Dönen Köpeklerle, Samanlıkta Unutulan Kör Balinayla, Dünyanın En Önemli Yazarıyla sizin için geri döndü.
Yirmi altı roman başlangıcından oluşan metinlerin yer aldığı bu kitap, Türkçenin en diri ismi İsmail Pelit’e ait. Bu metinler İtalyanca yazılsaydı İtalyancanın en etkileyici metinleri olurdu. Çince olsalardı Çincenin. Pelit’in görkemli yalnızlığından doğan bu küçük romanları, Dedalus yayımlamış olmaktan gurur duyuyor. Doğrusu bu.
Okuduğunuzda siz de duyacaksınız bizim duyduğumuz gibi İsmail Pelit’in güçlü sesini.
Not: Pelit, kapak tasarımının fazla iddialı olduğunu düşünüyor. Bize göre ise, az bile.
17. Beat Kuşağı – Harvey Pekar

Beat Kuşağı, Beat hareketinin kendisi kadar enerjik çizgilerle tekrar hayata dönüyor. Çizgi roman efsanesi Harvey Pekar’ın anlattığı ve sıkça birlikte çalıştığı Ed Piskor’un çizdiği bu kitabın içinde feminist çizgi romancı Trina Robbins ve MAD dergisinden Peter Kuper gibi daha birçok önemli isim yer alıyor.
Beat Kuşağı, bizi ana akım Amerikan konformistliği ve muhafazakarlığı ile yüzleşen bir döneme doğru vahşi bir yolculuğa çıkarıyor. Bu kuşak, köksüzlükleri, agresif bağımlılıkları, sarsıcı yaratıcılıkları ve deneysellikleriyle tanınıyor.
40’ların sonu 50’lerin başında, New York ve San Francisco çevresinde takılan birkaç arkadaşın etrafında başlayan bir akım, edebi bir patlamanın temellerini attı. Amfetamin yüklü Kerouac, Ginsberg ve Burroughs’un tuhaflıklarından, Jay DeFeo’nun dağınık stüdyosundaki resim seanslarına… Caz hipsterlarından, ‘beatnik piliçleri’ne… Chicago’daki Kompleksler Akademisi’nden, San Francisco’nun ünlü City Lights Kitabevi’ne… Ortaya da bir nesle saygı duruşu olarak düşünebileceğiniz, konusu kadar özgün bir tarzda çizilmiş harika bir kolaj çıkıyor.
18. Bilinç – David Papineau

Bilinç nasıl bir şey? Bilinç ile zihin arasında nasıl bir ilişki var? Hayvanların da bilinci olduğunu söyleyebilir miyiz?
Modern bilim atomu parçalamış ve yaşamın gizemini çözmüş olabilir, ama bilinci henüz açıklayabilmiş değil. Bilimciler bu konuyu enine boyuna tartışıyor, önemli fikir ayrılıklarına düşüyorlar. Kuşkucularsa geleneksel bilimsel yaklaşımların bilinci açıklayabileceğini kabul etmeye yanaşmıyor.
Çizgibilim dizisinin bu kitabında, çoğu kişinin genellikle bilimin dayandığı sınır olarak gördüğü bilinç konusuna pek çok açıdan bakılıyor. Zihin ile madde arasındaki ilişki felsefi planda ele alınıyor; sinir mekanizmaları, korteks etkinliği ve kuantum mekaniği yoluyla bilinci açıklamaya yönelik bilimsel kalkışmalar değerlendiriliyor.
Bilinç, konuyla ilgili araştırmaların bugünkü durumuna ışık tutacak kapsamlı bir kılavuz, konuya giriş niteliğinde bir kitap.
19. Merhaba Dünya – Hannah Fry

Bir suç işlediğinizde cezanıza kim karar versin istersiniz? Matematiksel açıdan tutarlı ama empatiden yoksun bir algoritma mı yoksa önyargılı bir hâkim mi? Sürücüsüz bir araba almak isteseniz bir kaza anında çoğunluğun hayatını kurtarmak üzere programlanmış bir araba mı tercih edersiniz yoksa yolcusunu koruyanı mı? Peki araştırmacıların kanserin tedavisini bulmasına yardımcı olacağını söyleseler ailenizin tıbbi tarihini paylaşır mısınız? Bunlar makinelerin hâkimiyeti ele geçireceği algoritmalar çağına yaklaşırken düştüğümüz ikilemlerden bazıları. Halihazırda zaten birtakım kodlar bize ne izleyeceğimizi, nereye gideceğimizi, kiminle randevuya çıkacağımızı, hatta kimi hapse göndereceğimizi söylüyor. Fakat suç, adalet, sağlık, ulaşım ve para gibi önemli meselelerde kararı algoritmalara bırakmak dünyanın nereye gitmesini istediğimizle ilgili sorular yaratıyor. Hangisi daha önemli? Teşhiste doktorlara yardım etmek mi yoksa gizliliği muhafaza etmek mi? Suçluları korumak mı yoksa masum insanların boş yere cezalandırılmasını engellemek mi? Merhaba Dünya bizi, günlük hayatta etrafımızı kuşatan algoritmaların karmaşık dünyasına götürüyor. Matematikçi Hannah Fry algoritmaların nasıl oluşturulduğunu, nasıl çalıştığını anlatıp insani önyargıların nasıl koda dönüştürüldüğünü gösteriyor. Gerçek hayattan aldığı ilgi çekici hikâyelerle algoritmaların gücünü anlamamıza, sınırlarını keşfetmemize yardımcı oluyor.
20. Zeropedia – Fabcaro

Kara delik nedir? Evdeki toz nereden gelir? Diyojen kimdir? Tardigrad nedir? Etobur bitkiler nasıl beslenir? Mikrodalga fırın yiyecekleri nasıl ısıtır? Noktacılık, Roswell olayı, homeopati, Lazarus taksonu, estivasyon, Rosetta taşı, plasebo etkisi nedir, nedir, nedir?
“Tek bir şey hakkında her şeyi bilmektense, her şeyden biraz biraz bilme” prensibiyle yola çıkan çizgi roman yazarı ve bilim aşığı Fabcaro ile çizer Julien/cdm, önce birbirinden alakasız görünen soruları bir araya getiriyor, sonra bunları basit, fazlasıyla eğlenceli ve her biri altı karikatür kutucuğuna sığacak şekilde yanıtlıyorlar. Zeropedia meraklı zihinler için her şey hakkında her şey.